Yaşam Büfesinde “Kesintisiz Kolaylık”

“…Bir şirkette genç bir çalışanla görüşme yapıyordum. Kişiyi tanımaya çalışıyordum. Neler yapmış, hangi çeşmelerden su içmiş öğreniyordum. Genç adam bende olumlu bir izlenim bırakmıştı. Kendinden son derece emin, ne istediğini bilen hırslı bir kişiydi. Genç adam öğrenim hayatını anlatırken üniversiteye giriş ve çıkış yıllarını da söyledi. Giriş ve çıkış tarihleri arasındaki süre dikkatimi çekmişti. Bu süre, dört yıldan fazlaydı. Emin olmak için ben bu tarihleri tekrarlayınca , genç adam hemen açıklama yaptı, “Ben üniversiteyi beş yılda bitirdim” dedi. “Çünkü bir yıl sınıfta kaldım. Bu bir yıl, bilgisayarcının yanına girip çalışmaya başladım. Ama bu sınıfta kalma olayı benim hayatımın dönüm noktası oldu. Ben bu olay sayesinde hayatı öğrendim”. Benim ilgilendiğimi görünce genç adam sözlerine şöyle devam etti…”

Merhaba

Neredeyse Mayıs bitecek ve ben blogumdan seslenmekte daha doğrusu kendi kendime yazılı konuşmakta geç kaldım; tembelleştim. Ararsam mazeret çok. Ancak bence gerçek neden, yoğunlaşmayan, bir odakta buluşmayan pek çok olumlu duygu yükünün beni yazmaya itmemesi.

Yılbaşından bu yana yoğunlaştığım “68liler Buluşması” Antalya-Kemer’de benim için beklentilerimi aşan sevinç ve mutluluk nedenim olan özlem dolu bir hafta sonuydu. Mayısın ortalarına yakın Kemer gibi bir yerde zamanın çoğu yağmur nedeniyle üstü örtük saçak altlarında geçince planladığım “Konuşma Halkası” etkinliği kırkbeş yıl sonraki öğrenmeleri paylaşmada içten bir ortam yarattı. Ta ki “Mikadonun Çöpleri” misali taşları yerinden oynatırken pek dikkatli olmamanın yarattığı kırıklar su yüzüne çıkıncaya dek.

Bu neden yazımın başlığını önce “Penaltıcı Mikado” koymak istedim. Ben o gün (11.05.2013) orada hangi çöpleri çekerken diğerlerinin de kımıldamasına neden oldum ve aklın kıvrımları yüreğin dört lobunda neleri etkinleştirdi de 2/98 oranında da olsa birileri için sular ısınıverdi. Gerçi konuşma halkasının bir yerinde, katılımcı dostumun bir sözünün uyandırması ile R.Bach‘ın Martı‘sından “Sınamazsan gücünün sınırını bilemezsin” de demiştim ama keyfimin pik yaptığı anda o tepkiye sessiz kalabilmek tam anlamıyla SSTC öğretisini uygulayabilme becerisi idi. Aferin bana. Hani SSTC Ustalık Yolculuğunu üçüncü gününde “Müşteri Responslarının Ele Alınması” prensiplerini paylaşırken “pick-up positives, ignore negatives / Olumluları yakala ve kullan, olumsuzları duymazdan gel ama hazırlıklı ol” deriz ya, işte tam o misal. Bir kez daha anladım ki ben izin vermedikçe kimse beni incitemez. Bu nedenle 10-12 Mayıs 2013 benim için, bizim (MNC) için büyük olasılıkla pek çok kişiden çok daha fazla olumlu mesaja sahipti. Öncelikle beş yıl birlikte okuyup, ancak kırkbeş yıl sonra ilk defa karşılaşan Mustafa-Mücella-Nezuş etkileşimi özlem dolu bir dostluğu yansıttığı için pekçok bedele değerdi. Buna bir de Karaburun’lu Hayriye’nin eksilmeyen neşesi katılınca günler dolu dolu geçti. İşte gerek baskınlığımla gerekse sınırları zorlayan kısa öykülerimle hem bir penaltıya neden olmuştum ve hem de penaltıyı kaçıran oyuncu gibi gizli bir mahcubiyet hissetmiştim. Her ne kadar bu konudaki paylaşımlarıma İstanbul’dan Ramazan “takma kafana tokadan başka bir şey; fazla duygusallığa gerek yok” dese de “Mikadonun Çöpleri”ni unutamadım. “Mikadonun Çöpleri” benim belki elli yıl önce izlediğim ilk tiyatro oyunlarından biriydi (belki de TRT de mikrofonda tiyatro kuşağında). Park cezasına itiraz eden adam sonunda soruşturmalar derinleşince idama mahkum olmuştu. Tıpkı bugünlerde ortalığı saran korkunun temel nedeni olna benzer olasılıklardan sakınmak gibi.

Bu arada cep telefonumla çektiğim fotoğrafları bilgisayarıma aktarabilirsem “Bulaşıkçı Mikado” kavramını da bu yazımın yan ürünü olarak görselleştireceğim. Her ne kadar Nezuş’la kurna başında kimi temel konularda görüş ayrılığımız olsa da ben bulaşık yıkamayı her sabah bir öğrenme ve düşünme seansı olarak görüyorum ve sürekli olarak Mikado’nun kulaklarını çınlatıyorum.

Böylesi basit konuların yetmişe doğru giderken günlük yaşamda bir takım anlamlar yüklenmesi acep nelere bağlıdır ?

Sorusu aklıma düşünce belki de doğru yanıtı bilmediğimden ya da bulmaya bile gayret etmediğimden hemen bu kez de Platon‘a sığınıyorum. O “Hayat oyun gibi yaşanmalıdır” demiş ya ben de sabah yürüyüşü sonrasında Nezuş’un ek hareketler yapıp da dönmesini beklerken, güne akıl haznesinde hazırlık yaparken böylesi lüzumsuz şeylerle meşgul oluyorum. Vay canına şu cümledeki iki kelimenin kendiliğinden sıraya girişine bakın: “Lüzumsuz ve Meşguliyet”. Her ikisi de gerçekten inandığım “Fayda ve İş” sözcüklerinin anlamlarını, ilişkilerini yadsıyan karşı kutupdan birer temsilci. Nerede hata yapıyorsam bu arada Balckberry’den fotoları aktaramıyorum. Halbuki daha dün lavaboda eviye içinde birbirine yaslanmış deterjanlı bulaşıkları durulamak için hangi sırayla alırsam diğer tabaklar, bardaklar kımıldamadan durup sıranın kendilerine gelmelerini sabırla, merakla beklerler diye düşünüp bunu bu yazımın yanına eklemek istiyordum. Demek ki bu yazımın görselleri iki gün sonra yapacağımız MAY13MOTES için Çeşme’den İzmir’e inmemi ve Kerem’in sağlayacağı “Kesintisiz Kolaylık“ı bekleyecek.

Yine cep telefonumda bir grup foto var, dün yürüyüş dönüşü deniz kenarındaki boş bir arsaya konan on adet jimnastik aletlerini çektiğim ve blogumda değinmek istediğim. “Kesintisiz Kolaylık” deyişi 23 Mayısta Kerem’in de sahne aldığı “İzmir Teknolji Zirvesi 2013” etkinliğindeki “Fark Yaratan Şirketler Paneli“nde Netdirekt‘in “Ana Mesajı” idi. Bunun iki ayağı ve pek çok ödenmesi gerekenbedeli var. Öyle söylendiği kadar kolay değil. Hani İngilizce olarak CINOS‘un özellikle ikinci yarısında dilimize pelesenk ettiğimi “Sustainablility / Sürdürülebilirlik” sözcüğü var ya onun gibi bir şey, “kesintisizlik” ki pekçok etken senin kontrolun ve yönetimin dışında. “Kolaylık” ise hem yapı, hem sistem ve hem de asıl olarak insan meselesi. “Kolaylık” için hem “Mükemmellik”, hem “Basitlik” ve hem de “Optimasyon” karmaşık etkilerle öne çıkma kavgası veriyorlar. Bu üçlü de bir başka “Stratejik Üçgen” ki hele hele “Basitleştirmek” işi tam bir ustalık konusu. Her tür defonun ortaya çıktığı bir gelişme yolculuğu basitleştirebilmek. Anımsıyacaksınız ünlü bir marka bu basitliğin yanına bir de “sense” i ekleyip sloganları kıldı ki 2005 yılında yine İzmir’de gerçekleştirilen “Mükemmeli Arayış Sempozyumu“nda özel çağrılı konuşmacı olan Dr.Carlos kurumu adına bu “sense and simplicity” konusunu ne de güzel ortaya koymuştu özgün görselleriyle.

Konu konuyu açıyor ve beni alıp yazmayı hedeflediklerimden sürekli saptırıyor. Deniz kenarındaki jimnastik aletlerinden söz edince çöpe atılan milyonların kahrı çöktü yine yüreğime. Derler ki yakında Çeşme Belediyesi İzmir Büyükşehir Belediyesine bağlanacak ve bu nedenle bütçesindeki paraları harcamakta acele ediyor; bu nedenle bu günlerde pek duyarlı davranmıyor. İnanmak zor ama görünen köy de ortada. Deniz kenarında kamışların arasında etrafınca in cin top oynayan kışın bataklık olan bir alana bir günde kuruluveren on adet en modern alet. Adına Kamış ya da Soma’ca Kargı dediğimiz ki korkaklar için çocukluğumuzda bağıra bağıra tekrarladığımız bir deyişde de yerini, alan bu arsız yabancı otun Latince adı Phragmites communis‘tir. Sanki aynen Türkçe’ye çevirseydim “Kominist Kargı (KK)” derdi. Kısaltmalara meraklıyım ya “Kesintisiz Kolaylık” da “KK“, “Kominist Kargı” da “KK“. Yarın o on aletin etrafına beton da dökseler bu KK lar o betonu da deler yine yüze çıkarlar. Sonuçta yazın KK ların arasında yılan korkusuyla da girilemez olan (hoş girecek kişi de yok ya, bizden başka yürürken görecek), kışın da çamurda paslanıp gidecek olan bunca parayı bunlara (ki yüz metre sonra caminin yanında, beşyüz metre sonra Aktur’un yanında aynı aletlerden var ve binen yok) harcamak yerine köye bir arıtma yapsa ve bunca vidanjörün gerekliliğini yok etse, hem çevre temizliği artacak hem de “Kesintisiz Kolaylık” adına hayırlı bir iş yapmış olacak. Bunun yerine beton yolları bile kırıp parke taşı döşemek maharet oldu hemen her tür siyasi yapıdaki belediyede. Tıpkı TBMM de kişisel çıkarlar için unutulan siyasi düşmanlıklar gibi belediyelerde de hangi partiden olursan ol taş ocaklarını ihya etmek ortak moda davranış oldu. Yazık; çok yazık.

Kesintisiz Kolaylık” Kerem tarafından panelde Netdirekt adına dile getirilen ana mesajdı. Bunun dört yıldaki bedeli olan uykusuz geceler ise bizi 17-19.05.2013 de Bursa’da bir araya getiren gururlu günlerin de bedeli her zaman ve her yerde. Keremgiller için İzmir’de Ümitgiller için Pakistan’da ve Eraygiller için de pek yakında Tokyo’da şekillenen emekle yoğrulmuş yemeklerin tarifi sadece sadece Nezuş’un sınır tanımaz özverilerinde gizli. Daha ne ister insan; binlerce şükür. Bana da sabırla, gururla, keyifle izlemek ve yeri geldiğinde 17 Altın öyküsünde olduğu gibi “çözüm için kolaylıştırıcı” rolü oynamak düşüyor ki bu yetmişe doğru giderken bana da uyuyor. Şimdi yazımın girişindeki kısa öykünün devamıyla bugünlük seslenişimi bitireyim:

“…Bir şirkette genç bir çalışanla görüşme yapıyordum. Kişiyi tanımaya çalışıyordum. Neler yapmış, hangi çeşmelerden su içmiş öğreniyordum. Genç adam bende olumlu bir izlenim bırakmıştı. Kendinden son derece emin, ne istediğini bilen hırslı bir kişiydi. Genç adam öğrenim hayatını anlatırken üniversiteye giriş ve çıkış yıllarını da söyledi. Giriş ve çıkış tarihleri arasındaki süre dikkatimi çekmişti. Bu süre, dört yıldan fazlaydı. Emin olmak için ben bu tarihleri tekrarlayınca , genç adam hemen açıklama yaptı, “Ben üniversiteyi beş yılda bitirdim” dedi. “Çünkü bir yıl sınıfta kaldım. Bu bir yıl, bilgisayarcının yanına girip çalışmaya başladım. Ama bu sınıfta kalma olayı benim hayatımın dönüm noktası oldu. Ben bu olay sayesinde hayatı öğrendim“. Benim ilgilendiğimi görünce genç adam sözlerine şöyle devam etti: “Oturup düşündüm, kendi kendime sorular sordum: Niye okula gidiyorum ? Okulda ne öğreniyorum ? Okul bitince ne olacağım ? Ben hayatta ne yapacağım?” Bu adete kendi kendimle hesaplaşmamdı. O zaman anladım ki okula bilinçsizce gidip geliyormuşum. Derslerdeki amacımı yanlış koyduğumu anladım. Çünkü derslerdeki tek amacım not almaktı. Halbuki notun dışarıda hiçbir faydasının olmadığını gördüm. Dışarıda sadece bir tek gerçek vardı: Bilmek. Eğer bir şey öğrenmişseniz, biliyorsanız yapıyordunuz. Yoksa müşteri de patron da ne diploma görmek istiyordu ne de derslerden aldığınız notu. Derslere artık bu bilinçle girmeye başladım. Derslerden zevk alıyordum. Öğrenince notun da otomatik olarak geldiğini görüyordum.Okulun kalan kısmı çok zevkliydi…” Genç adamla epey konuştum.Gerçekten de bu genç yaşına rağmen olgunlaşmış birisiydi.Okuldayken sınıfta kalmıştı ama hayat sınıfını geçmişti…”

Aynı inanca sahip olarak SSTC Ustalık Yolculuklarına başlarken SMART ve “sadece ölçülebilen değerler gelişir” ana mesajını işlerim ilk iki günde. Daha sonra AIDA ve hatta (N)AIDA(S) formülünün çerçevesinde “acta non verba” derken “bilmek yapabilmektir” derim bu dört günde öğrenilenleri hemen eyleme döküp pekiştirmeye çalışırken.

Bu nedenle yukarıdaki anlatım doğru bir öykü ve ben bunu öğretici olarak yaşadım. Bursa’ya doğru giderken yolumu değiştirip kampusa saptım. Kantinde bilardo masasında bir usta keyifle sigara içiyordu. Dışarı çıkıp düşünmeye başladım. İlk aklıma gelenlerden birisi “Gözünü kapayan kendine gündüzü gece yapar” oldu. Gözümü açmam da bir şeyleri değiştirmedi. O keyifle içilen sigara bu gün üstüne bir de “Kesintisiz Kolaylık” için uykusuz gecelerde artarak sürüyor. Allah yardımcımız olsun. O okul da hem sigaranın keyfiyle hem de internet kafelerde hayatı öğreten kaçamakların artışıyla normal süresini katlayan okul zorunlu olarak bitmesi gereken yılda bitti. Sınıfta kalmak başarılı iş adamı C5 için de hayatı öğrenmenin bedeli olarak yıllara yansımıştı ama bugünlerin gurur veren güzelliklerinin tohumları da o sıkıntılı günlerde atılmıştı. CINOS sürecinin sonuna doğru “yiv set kalmayınca”  özel sektörlü olmanın artan hoşgörüleriyle C5 deki gecikmeleri daha kolay atlatmıştık.  En zor mesleği seçen ve bugün ailemizin ve tüm dostlarımızın sağlık sorunlarını çözmede emek vermeyi üstlenmiş olan akademik C4 de böylesi bir bedel ödemeden diğerlerinin hatalarından öğrenme becerisini etkinleştirmişti hem de ödüllerle pekiştirerek. Gelecek ay Tokyo yolcusu olarak kariyerinde yeni ufuklara yelken açacak. Allah yardımcısı olsun. Kırkbeş yıl önceki EÜZF mezuniyet albumündeki çizgilerde anlatıldığı gibi “elma şekerimi çaldı” diye feryat eden C3 de bugün Pakistan’da yeni bir dönemin sınavını başarılarla şekillendirirken geçmişinde ödenen benzer bir bedelin hayatı öğretme dayatması vardı. Ben Adana’daydım. Nezuş telefon etti. Müjdeyi verdi. Askerden henüz dönmemiş olan C3 büyük bir şirketin iş başvurusunda başarılı olmuş ve çok daha nitelikli okullardan mezun olmuş olan adayları aşıp işe girmişti. Böylece dalyanda turistlere satıla lokumlar, Kavaklıdere’deki tünellerde ıslanmalar, dişçi Hasanda şişen ayaklar, evden götürülen sefertasının öğrettiği hayat becerileri yaşam büfesinde sıraya girme sınavında onu öne çıkarmıştı. Bugün yirmikiyıl sonra aynı kurumda Pakistan’a uzanan kariyer yolculuğunun zorluklarını da bu sağlam yapısıyla aşıp C3 de “Kesintisiz Kolaylık” kavramına katkılar sağlamaktadır. Allah korusun.

Nice “Kesintisiz Kolaylık” sağlamak adına verdiğiniz onca emeğin hep keyifle yenen yemeklere dönüşmesi için ustalık yolculuklarınız hep aydınlık yollarda geçsin.

Öykücü