Yaşam Büfesinde “Ateş ve Niyet”

“… Hazreti İbrahim’i yakmak için ateş yakılmış. Ateşin üzerinden uçan bir kuş ağzındaki küçük dal parçasını ateşin üstüne atmış. Bunu görenler gülmüşler ve “Attığın dal parçasının ateşi artırmaya bir etkisi olmaz ki !” demişler. “Olsun” demiş kuş, “en azından niyetimiz ve tarafımız belli olur.” Biraz sonra ateşin üzerinden uçan bir başka kuş da gagasındaki bir damla suyu ateşin üzerine bırakmış. Bunu görenler gülümsemişler ve “Bıraktığın bir damla su ateşi söndürmez ki !” demişler. “Olsun” demiş ikinci kuş “en azından niyetimiz ve tarafımız belli olur“… Kuşlar bile niyetlerini açık seçik belli ederken…”

Merhaba

Ülkem kaos eşiğinde yerel seçimlerle gelecek günlerin göstergelerini yakalamaya çalışırken hemen herkes niyetlerini ve taraflarını belli etmeye, duyurmaya çalışıyor. Ne var ki yakın çevremde ve Çeşme odağında süregelen sıkıntının tantanaları yine ve hâla olumsuz enerjiyi bulaştırıyor. Sessiz kalmaya çalışsam da “sabır sınavı“nı her zaman geçemiyorum. İki aydır Çeşme yolculuğunda aynı konu yüksek sesle ve tartışmalı olarak sürüyor. Sessiz kalamadığım üç hafta önce dillendirdiğim görüşlerim ateşin üzerine atılan dal parçası gibi oldu. Bir kez daha anladım ki; en güzel söz söylenmeyenmiş.

Çeşme günlerimiz biraz erken başladı. Şubat ayında sıcaklıklar yirmi derece civarında dolaşıyor. Hava açık; görünürde yağmur yok. Endişelerimiz artıyor. Allah encamımızı hayreylesin. Cumartesi günü (15.02.2014) İzmir Üniversitesi’ndeki konuşmam bence de güzeldi. İzleyicilerden birinin anında attığı tweetten gurur duymadım desem yalan olur: “Mustafa Copcu hep konuşsun” diye yazmış genç kardeşimiz. Altıncı sırada konuşmacıydım. Sıra bana geldiğinde grup dinleme yorgunluğuna girmişti. Sunum aksilikleri artarak sürüyordu. Kürsünün ardına gizlenmeyip, sahneye çıkınca ve yaşam büfesinden mesajları SSTC çerçevesinde  aktarınca grubun dikkatini çekmiştim. Beden ölçülerimle kendimi örnekleyip (3/46/69) “sadece ölçülebilen değerler gelişir” mesajı ile konuşmaya başlayınca dikkati ilgiye çevirebilmiştim. Ertesi gün Çeşme’ye geldik ve şimdilik İzmir’e dönmeye niyetimiz yok. Kuşkusuz çocuklarımızın ve torunlarımızın özlemleri ağır basıncaya kadar.

Birkaç yazı öncesinde “karaktersizin rengi” başlığı altında yakın çevremde dikkatimi çeken, beni de akıl meşguliyeti boyutunda içine çeken, etkileyen bir dönekliğin öyküsüne kısaca değinmiştim. O günden bu yana sessiz kalmaya özen gösterdim. Ancak üç hafta önce kapalı mekanda (oto içinde), uzunca bir süre (İzmir-Çeşme; ~bir saat) anlamsız tartışmaların baskısı altında kalınca ben de söze girmiştim. Sözlerimin muhatabına vermek istediğim net mesaj şuydu: “Bu konunun ne oluşumuna katkın var; ne de düzeltilmesine gücün var. Bu nedenle kendini bu konu dışında tut ki çevrende azalan dostluklar son bulmasın”. Olmadı. Mesaj yerine gitmedi. Doğru algılanmadı. Bir de bu konuya taraf olan ancak sahip olduğu birkaç dostluk açısından niyetini açıkça göstermeyen, bunun yerine çevresinden soyutlanarak sıyrılma kolaycılığını yeğleyen, sessiz kalan bir diğeri için de doğrudan beni etkileyen iki somut olguyu dillendirdim ve çocukluğumdan bir örnek verdim. Biz çocukken (Soma; ellili yıllar) rahmetli babamla amcam küstüler mi (ki ottan boktan şeylerden dolayı çok küserlerdi) bize (çocuklara) döner “siz de küseceksiniz” derlerdi. Bunu da örnekledim. Bu nedenle iki kez ciddi sağlık sorunları yaşanırken dost bildiklerinizin sessiz kalmasını eleştirdiğinizde sözlerinizi hazmetmeleri zor oluyor. Birikiyor. Dolaylı olarak üzüntüleri bir süre sonra size geliyor. Konuşsunlar için yeniden bir araya geliyorsunuz ve “hata etmişim” diyorsunuz. Ne var ki; bu yaklaşımınızdan cesaret bulanlar konuyu odağından uzaklaşıp taş devrinden kalan öykülerle dallandırıp budaklandırıyorlar ve anlıyorsunuz ki siz gaganızdan su damlatırken o(nlar) odun atmayı sürdürüyorlar. O zaman en iyisi çatıya sığınmak oluyor. Ne diyeyim; “Allah ıslah etsin“.

Umutlarımızı koruyarak sabır sınavının hep aydınlık yollarda geçmesi dileklerimle.

Öykücü