Yaşam Büfesinde “Havuz Problemleri”

“…Dünyada sadece bir çift kalan nadir bir orangutan türünün erkeği ölmüş. Bu ender hayvanın üreme olasılığı sıfır, bu yüzden soyu tükenecek. Ne yapalım diye düşünmüşler; kurullar toplanmış; çözüm yok. Kuruldaki bir Türk bilim adamı şöyle demiş: “Bizim memlekette bir İsmet ağabey var, söylemesi ayıptır, aynen bu orangutana benziyor, hatta biraz daha kıllıdır, ondan rica edebiliriz, 100-200 dolar da ödül verirsek, bu işi yapar ve orangutanların soyunu kurtarır herhalde” demiş. Bakmışlar başka çare yok, İsmet ağabeye gitmişler ve durumun önemini, yapacağı hizmetin büyüklüğünü anlatmışlar, bir de “Karşılığında 100 dolar söz konusu” demişler. İsmet ağabey düşünmüş ve “Olur ama üç şartım var” demiş…”

Merhaba

“Cennet bile yalnız çekilmezmiş”.

Bugün Şubat’ın ilk pazarı ve Mavişehir’de hava puslu. Ülkemde de. Dün Çeşme ve sonrasında Balıklıova’da Garip’in Yeri ve sevgili Ertuğrul’u hüzünle yad ederek ızgara barbunlar herşeye rağmen yine bir başka güzeldi. Akıl karışıklığı ve kaos eşiğinde yeşeren umutlarla hızla geçen günlere baktığımda ilkokul-lise yıllarından öğrenme duraklarım bugünle bütünleşmek için baskılarını sürdürüyorlar. Gazete küpürleri kimilerini kümelendiriyor. Odağım oluşuyor. Yazımın başlığına ve girişteki öyküye biraz sonra değineceğim. Önce gazetelere bakıyorum ve;

Gazeteler beni nasıl etkiliyor ?

Sözcü gibi fanatikleri sevmekle birlikte ister Fakültede Meteoroloji hocamız olan rahmetli Ümran beyin oğlunun keskin kalemi; ister Yılmaz’ın kankası Uğur’un yumuşak dokunuşları olsun yoğunlaşmamı artırınca kalp ağrılarımla bakışlarım değişiyor. Etkisiz eleman benzeri duygularımdan kaçınmaya çalışıyorum. Bu nedenle daha çok Hürriyet okuyorum ve Yılmaz’la Ahmet’i ve de daha taraflı Bay Beki’ye bakıp kutuplar arasındaki gelgitleri anlamaya çalışıyorum. Hergün düzenli almaya çalışsam da kimi günler gazete almıyorum. Pazartesi almazsam üzülmüyorum; çünkü o gün Yılmaz yazmıyor. Çarşamba ve Cumartesi almazsam üzülüyorum; çünkü sadece o günlerde yazan Ege Cansen’i kaçırmış oluyorum. Hâla elektronik ortamda gazete ve kitap okumayı sevmiyorum. Kağıdı elimde tutmak ve mürekkebin kokusunu hissetmek istiyorum. Bu aralarda Ege beyi köşesinde göremeyince ve geçen gün berberde Sözcü ve Ege beyi yan yana görünce anladım ki Ege bey de Hürriyet’i terk etmiş ve sanırım Sözcü’lü olmuş. Hadi hayırlısı.

Dün gazetede partisinden istifa eden M.Çetin’in sözlerine bakınca algılarımda birkaç satır başlığı oluştu.

* O bile böyle diyorsa demek ki sus pus olmuş tüm yalakalar her şeyi görüp susuyorlar. Yazıklar olsun.

* Meydanlarda tek adam olarak, üstün konuşma becerisi ile çeteden, faiz ve vaiz lobisinden söz eden efendi bir kez olsun Allah için ayakkabı kutularına değinmiyor. Demek ki ustası çok iyi ve ona “ignore negative/olumsuzu görmezden gel” i çok iyi öğretmiş. 

* Dinleyenlere bakıyorum da; adeta hipnotize edilmişler ve Nisan 2014 beni umutlandırmıyor.

* Ruhum küçücük bir şey istiyor bunca yalaka çevrenin etkisinde oluşan yüksek özgüvenle “verdimse ben verdim” deyiverecek gibi geliyor bana (Bay Demirel, Cumhurbaşkanıyken İlksan davasında söylemişti).

* Nasıl olsa bu ülkede sıkıştıkları zaman sorumluluk (responsibility)tan söz edenlerin “accountability (hesap vermek)” ten her zaman yırttıklarını hepimiz biliyoruz.O halde neden korksunlar ki… Havuza devam.

Nerden çıktı bu havuz problemleri ?

Kışımız oldukça kurak geçiyor. Yağmurlar az. Barajlar sıkıntılı. Havuzları dolldurmak gerek. İlkokul-Lise arasında, çoklukla ortaokul matematiğinde havuz problemleri çözerdik. Birkaç musluktan su akardı havuza. Bir musluktan ya da çatlaktan su sızardı. Bize de sorarlardı: “Bu havuz kaç saatte dolar ?”. Şimdi devir değişti. Su yok. Bunun yerine dolarlar var. Şimdi birkaç musluktan; gaz musluğundan, taş musluğundan, demir musluğundan akan dolarlarla, bağışlara, cukkalara giden dolarlarla havuz problemleri daha güncel ve daha somut becerileri, başarıları gösteriyor. Sadece merak ettiğim Sevgili A.Ş.İzgören’e ait olan “TOMBUL” kavramına göre bu havuz problemlerini çözebilmek için hangi soruları sormak gerek acep ?

* Havuzda ne kadar toplanırsa “Tatmin” olacaklar ?

* Havuzun çatlağından akanları paylaşırken bugüne dek “Ortak” alınmış olan kararda ne zaman yeniden buluşacaklar  ?

* Yüzlerinde en küçük bir utanma görmediğime göre tüm bu havuz probleminde girenleri ve çıkanları nasıl olup da “Mantıklı” görüp, içlerine, ruhlarına sığdırabiliyorlar ?

* Böylesine kurak bir kış geçerken ve Mart yaklaşırken havuzun ne zaman dolacağı hepsi için “Belirgin” mi; yoksa belirsizlikler yeni kapışmalar yaratacak mı ?

* Meclisteki kavgalar, uçan tekmeler, yürütmedeki hızlı hareketler hedeflerinin “Ulaşılabilirliği“ne gölge düşürüyor mu; ruhlarında azıcık da olsa bir tedirginlik tohumu ekildi mi; insafa gelecekler mi  ?

* Herkesin farklı, abartılı rakamlar, söylediğini, ortalığın toz duman olduğu ve havuzun hızla dolmaya devam ettiği kaos eşiğinde yine de eylemleri, beklentileri “Limitli” mi; zamanda, miktarda limitleri var mı  ?

Belki de bu işi bilenler, yanıtları da biliyorlar ve biz hâla kurak kış koşullarında barajlarımızdaki su seviyesine bakıp da ortaokul aklımızla havuz problemleri çözmeye çalışırken İsmet abi ve arkadaşları malı götürüyorlar.

İsmet abi nerde hata yaptı ?

Gerek 2004 Mısır seyahatimde elimden düşmeyen ve gerekse pekçok SSTC öğrenme yolculuğunda “dinleme” konusunda örnek olarak anlattığım yazımın girişindeki kısa öykü de yine sevgili A.Ş.İzgören’in kitabından ödünç alınmıştır. Öyküyü tamamlayayım:

“…Dünyada sadece bir çift kalan nadir bir orangutan türünün erkeği ölmüş. Bu ender hayvanın üreme olasılığı sıfır, bu yüzden soyu tükenecek. Ne yapalım diye düşünmüşler; kurullar toplanmış; çözüm yok. Kuruldaki bir Türk bilim adamı şöyle demiş: “Bizim memlekette bir İsmet ağabey var, söylemesi ayıptır, aynen bu orangutana benziyor, hatta biraz daha kıllıdır, ondan rica edebiliriz, 100-200 dolar da ödül verirsek, bu işi yapar ve orangutanların soyunu kurtarır herhalde” demiş. Bakmışlar başka çare yok, İsmet ağabeye gitmişler ve durumun önemini, yapacağı hizmetin büyüklüğünü anlatmışlar, bir de “Karşılığında 100 dolar söz konusu” demişler. İsmet ağabey düşünmüş ve “Olur ama üç şartım var” demiş.

Herkes sevinç ve merakla “ne ?” diye sormuş. İsmet ağabey şartlarını sıralamaış: “1.Öpüşmem; 2.Yavru erkek olursa rahmetli babamın adını koyarsınız; 3. Yüz dolar çok 50 dolar veririm”…”

Nice İsmet ağabeylerle birlikte öne doğru ilerlerken Allah encamımızı hayreylesin. Çünkü bunca havuz problemine bakıp da bir kesim de aynen şöyle deme cüretinde “Çalmasınlar da F16 alıp bizi; biber gazı alıp sizi mi vursunlar...

… ve bunun adı “çözüm ortaklığı“.

Sabrımızın sınandığı şu kurak kış koşullarında, havuzlardaki birikimlerin ayakkabı kutularıyla paylaşıldığı, gözümüzün içine baka baka bizi ebleh yerine koyanlarla mücadelemizin hep aydınlık yollarda sürmesi, Mart sonunda hepimizi aydınlığa çıkarması; İzmir’in irfanına halel gelmemesi dileklerimle.

Öykücü