Yaşam Büfesinde “Kuantum Atılımı”

“… Kuantum atılımı, bir parçacığın bir yerden diğer bir yere hareket ederken geçirdiği şiddetli sıçramadır. Figüratif anlamda kuantum atılımı yapmak risk alıp işaretsiz bir bölgeye rehbersiz girmektir…”

Merhaba

Uzunca bir süre yazamadım. Bağışlana. Kriz ve kerizden vazgeçtim. Yazdım ve aklımı kurtardım. İznik bağlarından kitaplarıma döndüm. Bugün Çeşme’de deniz hâlâ çok güzeldi. Kumsalda J.J.Mapes ‘in cep kitabından rastgele sayfalar çevirdim. Yakın yarınlar için aklımı kurcalayan konularla “Kuantum Düşünce Yöntemi (KDY)” arasında bağıntı kuran kalbimin sesine kulak verdim. İki hafta sonra üstleneceğim moderatör rolümü en iyi şekilde yapabilmek için görsellerimi şekillendirdim. Mesajlarımı netleştirdim. İlk algıları test ettim. Beş kısa filmimi oluşturdum. Sevgili Ercan’la birlikte sahne etkinliğimizin sınırlarını belirlemeye çalıştık. Bu yıl farklı olmalıydı. Olacak da. Ortak akılla şekillenen gündem güzel. Katılımcılar ve kendilerine verilen roller güzel. Serbest kürsüden beklentiler güzel. Biz teşvik edici olmalıyız; olacağız. Dört günün ardından Yaşam Büfesinde self servis olan başarılara ulaşmak için sıraya girme hevesinde olan seçilmişlerle SSTC İlk adım öğrenme yolculuğunun ikincisini gerçekleştireceğim. İnşallah. Beklentim en fazla onaltı kişiydi. Baktım ki bölüm müdürlerinin istekleri güçlü ve sayımız iki düzineyi buldu. Daha bir fazla sevindim. Yakın yarın için şöyle biraz geriye baktım ve şunları gördüm. Ancak bağıntı kurabilmek için izninizle Bay Mapes hangi aşamalardan geçip de “Kuantum Düşünce Yöntemi”ne ulaştığına değineyim.

Bay Mapes diyor ki “Kitabımı okurken söylediklerim doğruymuş gibi davranın. Söylediğim herşeye inanmanızı önermiyorum; sadece şimdilik doğru olabileceğini kabul etmiş gibi davranın”. Tıpkı 2001 yılı başlarında İstanbul’da yaptığımız toplantıda onaltı kişilik grubuma “… En azından birbirimizi (satış vs pazarlama) kabul edinceye kadar “mış gibi” yapın…” sözlerimin bir işe yaramadığını anımsıyorum. Ne yazık ki bunu bile yapamayan grubumun baş aktörleri ancak altı ay dayanabildiler. Hem kendileri gitti hem de grup altı kişiye düştü. Mapes devam ediyor; “… İnancınızı askıya alın. Olasılıkların orada olduğuna güvenin. Kaybedecek hiçbir şeyiniz yok ama kazanacak çok şeyiniz var. Shakespeare’in Hamlet’teki “Dünyada ve cennette insanların hayal edebileceğinden çok daha fazla güzel şeyler vardır.” sözlerini anımsayın…” Mapes haklı; Covey de haklı. Bunun adı “bolluk düşüncesi” ve tıpkı daha önce anlattığım Çinliler der ki “1+1=4” kısa öyküsünde verilen mesajda olduğu gibi. Geçen ay Isparta elma bahçelerini gezerken Serpil’deki elmacı Mustafa’nın kamerama yansıyan sözlerindeki saf niyetin berrak ifadesi olan “not tutma alışkanlıkları yok” serzenişi bilinçaltından çıkıverince Bay Mapes’in “Okumaya devam ederken bir günlük tutun. Buna anlayış ve duygularınızı kaydedin. İnanç sisteminizle çatıştığınızda çok fazla soru ve dirençle karşılaşacaksınız. Tüm bunları günlüğünüze kaydetmelisiniz. Belki de bu kitabı okumak yaşamınızdaki büyük atılımları başlatacak olaylardan biri olabilir…”  sözlerindeki not tutmak vurgusu benim temel alışkanlığım ve bu öneriye hemen uyuyorum. Notlarıma dönüyorum ve

  • Risk alıp rehbersiz girdiğim 2000 Gaziantep toplantısında, bir garip pazar geliştirme müdürüyken üç kez sahneye çıkıp üç filmle doksan dakikalık sunumlarımda “devşirme güçler” mesajımı; Fırat’ın kenarında akan gözyaşlarıyla harcanan Bay “Fırat“ı anımsadım. Sınır tanımayan eylemlerimle işaretsiz bir bölgede ilerlemeye başlıyorum.
  • İkinci birleşmenin ilk günlerinde veriler felaketi gösteriyordu. Ülkesel 2001 krizinin etkilerinden kendimizi sıyıramadık. Motivasyon toplantısındaki mesajım “DOD” idi. Görünen köye kılavuz gerekmiyordu. Boğazın serin sularına bakarak Malabadi Köprüsü’nden geçilmiyordu. Yedi yıl önce baş Kerimce yapılmış olan “Güvertede kristal kadehlerle şampanya içmekten vazgeçin ha” uyarısını yinelemek bile kâr etmiyordu. Eve dönüş için valizlerini toplamış olanları yeniden toplantıya çağırmak aldığım risklerin en büyüğü idi. Bana ne oluyordu ki ? Ben bir garip ürün grup müdürüydüm. Yarım saattde bir algı testi yapmıştım ve sonuç: Körümserlerin oranı daha yüksek çıkmıştı. Sürpriz değildi. Sunumumda Dağı delen karınca ve Cama konan kırlangıç fıkralarımın ardından “Spartaküs Sendromu” nu orijinal sözcükleriyle anlatmam cesur olmanın bir adım ötesiydi. Belki de kimileri için küstahlıktı; kimileri içinse “ayıp”. İnatçıydım. İşe yaradı mı ? O gün için onlara Heyhat; benim hesabıma ise puan.
  • Aynı yılın yaz sıcaklarında Giresun fındıklarında kırmızı tulumluydum. Yandaşlarım Malatya ve Bursa’dan inançla bana katılıyorlardı ve Fırtına Deresi çevresinde fırtına estiriyorduk. İkisi de geçen yıl bugünlerde Prof.Dr.A.Baltaş’ın da tanık olduğu yıllık toplantıda “Fırtınacı” idiler. Birlikte işaretsiz bölgeye rehbersiz giriyorduk. Hepimiz hak ettiğimiz ödülleri aldık; alıyoruz.
  • Yeni baş Kerim’i çok iyi tanıyorduk. Genç ve hırslı. Enerji dolu. Sınır tanımaz. Ekmeklerin fırından çıkmasını bekleme sabrında değil. Aç karnına da olsa saldırıda. Tam bana göre. Giresun dönüşü İzmir’de buluştuk. Benim “SET126″ diye bir kavramım vardı. Günde 12 saat ve haftada 6 gün çalışırsak ve Subayları azaltıp erleri çoğaltırsak… Kısa süre sonra Uludağ’da toplandık. Sunumumda mesajım “MO” idi. “Gönüllü Mecburiyet” in özet ifadesi “Erkeklik Sizde Kalsın” ki iki hafta sonra bunu “MAS” olarak ifade edeceğim. Bu kez 1/41/64 ün vurgusunu üç kavramı aralara sıkıştırdığım bir soruyla yoğunlaştıracağım. Diyeceğim ki

“Şu GAT dünyada, MAS laşmak için RAW mısınız ?”

  • Bu soruya verilecek içten ve dürüst yanıtlar belirleyecektir yaşam büfesinde sıraya geçmedeki “niyet ve zihniyet“inizi. Yanıtlar sizin risk alarak işaretsiz bölgeye rehbersiz girme çabanızdaki “hazırlığınızı, yetkinliğinizi ve asıl önemlisi isteğinizi” yansıtacaktır. Bursalı Terzi Sadık örneği beden diliniz söylecektir yüreğinizden geçenleri.
  • Uludağ’dan sonraki durağımız ertesi yıl Çeşme idi. O yılı “doğum günü” mesajıyla vurguluyorduk. Atina’dan dönmüştük. Avrupa ülkeler grubunda genç bir Kerimle bizim Kerimin tandansı aynıydı. Uyum mükemmeldi. Yöne bakmam gerekmiyordu. Benim alacağım risk öncelikle hızdı ve simgem de saatti. Bunun için “NON” dedim; yani “Ya şimdi ya da asla” ve tüm FST lerden aldığım kesitlerle bir film daha oluşturmuştum. Baş Kerimin de göründüğü bir sahnede parmağını ileri doğru uzatıp “bunları birlikte başardık” mesajını veriyordu. İşaretsiz bölgede artırdığım hızla pazarlamadan satışa doğru mesajımla sınırları aşıyor ve mutsuzluk yaratıyordum. Amacım öncelikle ayakta kalmak ve hayatta kalmak adına satışın koyduğu belirli sınır değerlerini aşabilmekti. Aştık da.

İşte bunlar benim “sıçrama”larım. DOD ve NON’larla pazarlama müdürü olmuştum. Kerimlerle aynı safta büyük resmi görecek şekilde komitede yer almıştım. Sıra, “yapmak”tan bir adım ötedeki “olma” aşamasına gelmişti.

  • Altı yıl önce grubumun genç dinamik Tosunlarındaki gelişmeleri Kerimlere tanıtabilmek için Antalya’daki yıllık toplantıda bu kez mesajım “BUS” idi ve Otobüscü Koçun inanarak yaptığı “buyrun otobüse” çağrısına benzeyen bu kısaltmadan amacım “İşler Artık Bildiğiniz Gibi Değil” mesajıyla “Yönü Belirlemek” çabasına somut katkılar sağlamaktı. Bunun için kürsüde iki Tosunuma kırmızı tulum giydirme işi tıpkı akademik ilerleyişteki cübbe giymek gibiydi benim için. Belki bazıları için soytarılık olarak algılandı ki onlar da bir süre sonra ayrılmak zorunda kaldılar.
  • Aradan bir yıl geçmişti ki başarılar sınır değerlerini aşmıştı. İlk sırada yer alan ilaç üç önemli tehditle yirmi tondan on tonun altına düşünce takke düştü kel göründü. Ortadaki Kerimler umutsuzdu. Onlara göre aktif yaşam sürecini dolduran ilaç için yapılacak şey yoktu. Hollanda’da bir toplantıya katıldım. Poster şovdan “sahra gücü etkinliği“ni öğrendim. Grup çalışmalarından “problem çözmede syndicate grup çalışması“nın önemini öğrendim. Hollanda’da aldım; Adana’da verdim. İlerlemiş cesur Tosunlarla korkuyu yönetmeyi birlikte öğrendik. Bir Nisan şakasıyla algıların önemini test ettik. Çıkmayan candaki umutları yaşadık. Devşirme güçlerle niyet gücünü kullandık. Hedefi üçe katladık. Bu başarı öyküsünü iki hafta sonra moderatörlük rolümle açılışta anlatacağım. Beş yıl önceki yıllık toplantıyı Mısır’da yaptık ve sunumumda “cesur adamlar” mesajı ve “beE” kısaltmasıyla şekillendirdiğim filmimle  pazarlama müdürlüğünü devrettim. Yeni bir alana rehbersiz girme hevesindeydim.
  • Avrupa grubunun baş kerimi Brezilya‘dan gelmişti. Biz de hedefi katlamış ve daha fazlası için de umut veriyorduk. Akıl almaz bir şekilde yıllık toplantımızı Rio’da yaptık. İnovasyon becerileri başlığımla sahneye çıktığımda başarı öykümü “strateji tuvali” ile güçlendirmeye çalışıyordum. Yine aynı mesajın bir başka ifade biçimi ve Chan Amcanın “Mavi Okyanus Stratejisi” kitabından esinlenerek yaşam büfesinde sıraya girmek için SSTC öğrenme yolculuğunu tamamlamış olanların kendilerine dönmelerine ve gönüllü olarak birşeyleri yapmamalarını, birşeyleri azaltmalarını, bir başka şeyleri de artırmalarını ve farklı bir biçimde yapmalarının yollarını bulmalarını istiyordum. Öykümü bir de “yirmi yaşında tatlı-sert genç” ifadesiyle satış değerlerini zirveye ulaştıran bir ilacla kuvvetlendiriyordum. Toplantıdan biray önce Manisa bağlarında çektiğim video kayıtlarıyla müşteri algılarını sergiliyordum. Baş Kerim yaklaşımımı destekledi. Sorumu yineledi. Başarının dinamiklerini bulma ve diğerlerine de uygulayabilme konusunda bir adımlık olsun heves gelişmedi. Şimdi Bay Mapes’in sözleriyle düşünüyorum da o zaman da hata yapmışım. İşaretsiz bölgeye rehbersiz girmişim. Sorumluluk alanım ve ve bana biçilen rolüm o değildi ki. Satış ya da Pazarlamaya müdahale riski taşıyan bu hırçın yaklaşımıma Kuantum Atılımı demek şimdi kolay. Belki de asıl sorumluların bu ilgisizliği nedeniyle tatlı-sert ilacım liderlik tahtından indi. Bunu da geçen hafta İznik bağlarında yaptığım çekimlerin ikinci bir ürünü olarak iki hafta sonra öykülendirerek “SMART“ik satış çağrısı için sunacağım.
  • Değişimler hız kesmeden sürüyordu. Üç yıl önce baş kerimimiz Avrupa Ülkeler Topluluğu”nun başına geçti. Biz de “gelişmekte olan ülkeler” içine girip yatırım yapmaya değer bulunduk. Ağrı’yı bırakıp Everest’e tırmanmak için yarım milyon dolar harcadık. Müşterileri giydirdik. Dağlara taşlara totem diktik. Hepsi mükemmel görsellerdi. Baş kerim yanlış yerde oturuyordu. Aslında pazarlama müdürlüğü fonksiyonunu sahiplenmişti. Öyleki fotoğrafların ışık-gölge güzellikleri bile ondan soruluyordu. Ne var ki artık otobüscü koç çağrı yapmıyordu. Otobüs garaja çekilmişti. Eylemlerin arkası dolmuyordu. Yazık oldu Süleyman efendiye; o nasırından çektiği kadar hiçbir şeyden çekmemişti. O yılın öncesinde Prag’da “Gur bajo…” dedim ve 2007 de St.Petersburg’ta “pruva neta” sözlerimle yıllık toplantıların yurt dışında yapılması şimdilik son buldu. Gemici deyimi olan Pruva neta ile “Yolumuz Açık” mesajı kimlere gitti bilinmez ancak; birileri bilinen yolculuğua çıkarken ben Malatya’dan Bursa yoluyla Isparta’ya uzanan çekimlerimle de bir başka umudumu iki hafta sonra dile getireceğim

Bu yazım belli bir amaçla önceki yazılarımdan alınan pasajların bir derlemesi oldu. Sadece özüme döndüğümde bilerek ya da bilmeyerek yaptığım sıçramalarımı düşündüm ve Bay Mapes’in sıçramalarının özetiyle yazımı bu günlük kapatayım:

“… Benim altı tane oldu” diyor Bay Mapes ve devam ediyor “…Sihir bana büyüleme arzusu aşıladı. Tiyatro yaratıcılık sürecini anlamamı sağladı. Hipnoz sonsuz olasılıkların kapısını açtı. İlk kendini geliştirme kitabım beni öğrenmeye bağımlı kıldı. Hipnoz uzmanı ve seminer lideri olarak sürdürdüğüm görevim, değişim dinamiklerini, inanç sistemini ve hayal gücünü netleştirdi. Ancak yaşamımda büyük bir atılım yaratan altıncı şey altıncı olaydı. Bindokuzyüz seksenbir yılı baharında kariyerimle ilgili bir kriz yaşadım. Geçen sekiz yıl boyunca çok seyahat etmiş, üniversitelerde konferanslar vermiş, kişisel gelişim ve canlandırma üzerine bir dizi seminere katılmıştım. Çok yorgun düşmüştüm. Çok sık hastalanıyor ve kendimi sürekli yorgun hissediyordum. Ve sonra birgün bir otelin lobisindeki dökme camdan yapılmış camın içinden geçtim…”

İlginç… By-pass oluvermiştim dokuz sene önce ve bu yıl Konak’taki otobüs durağında pleksicamlardan geçmeye çalışırken gözlüğümün şakuli kaçmıştı. Bereket organik camlar yüzümü yaralanmaktan korudu. Kimi zaman kendimizi kapıp koyuverdiğimiz meşgalelerden sıyrılmak için çalan uyarı borularını duyabilmek gerek. Tıpkı Harran’lı Hacı İsa Yıldırım’ın ikiyıl önce bana, kırmızı tulumuma bakıp da “gur bajo, hur bajo...” deyişi gibi.

Yaşam büfesinde self servis olan başarılara ulaşmada SSTC Öğrenme Yolculuğunun gönüllü yolcularının işaretsiz bölgelere rehbersiz girişlerinde şanslarının (*) bol olması ve yollarının hep aydınlık olması dileklerimle.

Öykücü

(*): Şans hazırlıklı beyinden yanadır.