Yaşam Büfesinde “Aydınlanmış Sazanlar (PEC)”

“…Alex Bavelas adında bir profesör sık sık diğer profesör arkadaşlarıyla golf oynamaya gidiyordu. Birgün golf sahasına dört kişilik bir grup halinde gelmişlerdi. Oyuna katılan oyuncular eş belirlemek için kura çekeceklerdi. Alex şöyle dedi: “Bunu oyundan sonra yapalım”

 Merhaba

Bu yazımı havaların ilk kez ısınmaya yüz tuttuğu Mart ayının ilk Çarşamba’sında Balçova Termal tesislerinde Nezuş’u beklerken yazıyorum. Bu sabah yürüyüşü sırasında Bostanlı sahillerinde yazıma çerçeve çizmeye çalışırken Şubat ayında Marmara’da yaşadığım ilişkilerden öğrendiklerimi şekillendirmeye çalışma çabası içindeydim. Yola çıkarken sevgili ÜG dan üç ay önce duyduğum ve pek çok kez kullandığım “Sermayenin Sabır Sınırı”nın tetiklediği ilk “3S1″ kavramına tutsak olmuştum. Sevmiştim bu özlü sözü ve hatta Alaşehir’de en seçkin müşteriye yapılan özel tanıtım sunumunda üç proje liderinin isimlerinin baş harfleriyle de ikinci “3S” i oluşturuvermiş ve sunumda ilk AHA (Attention / Humor / Action : Dikkat/Mizah/Eylem) etkisi için yararlanmıştım (Süleyman / Serkan / Süreyya).

Daha sonra aklım daha gerilere gitti ve arşivimi tararken rahmetli hocam Prof.A.Kırım‘ı da hüzünle düşünüp “Söke/Soma/Sarıgöl” üçlemesini gördüm. Dört yıl kadar önceydi rahmetli hocamın en son öğretilerinden pasajları da belleğime katmaya çalışırken Milano kırsalında okuduğum “Tazesi Makbuldür” isimli kitabı; son iki kurumda benzer portföyü daha etkili kılabilmek için Sarıgöl odaklı üzüm projesini ve bu parçaları da Soma’dan yola çıkan öykücüyü öykücü yapan SSTC kurallarıyla pratik kılmanın yollarını göstermeye çalışıyordum.

Bu arada Marmara’da değerli GP ın “S… travması” diye isimlendirdiği ve patronun boyun borcu ya da inisiyatifi olarak öğrenme yolculuğu kayıtlarında yerini alan oluşumun hemen yanıbaşında Sevgili MŞ ın B2B (Business to Business / Kurumsal Satışlar) ya da KAM (Key Account Management/Büyük Müşteri Yönetimi) düşüncesiyle destek arayışıyla kıvrandığı segmentte “Sözleşmeli Silaj Sistemi“nin hızla gelişiyor olması haberini duyunca bu kez yeni bir “3S” kavramı içinde buldum kendimi… Beyin ne ararsa onu buluyor.

Tüm bunlar beni son SSTC öğrenme yolculuklarının hepsinde kapanışta yere oturarak ve elimi yere vura vura ses çıkararak yaptığım “Başarımın Formülü” gösterisindeki eşitliğin sağ tarafındaki “10S” e götürdü ve bir “S” i kendime saklayıp geri kalan “9S” le üç tane “3S” kavramı yaptım ve yandaki slaytlarda görselleştirdim.

Yazımın girişindeki kısa öyküyü “Yunusların Stratejisi” isimli kitaptan ödünç aldım. Bu kitaptan daha önce bahsetmiştim. İş dünyasındaki kişileri esas olarak Sazanlar ve Köpek balıkları diye ikiye ayıran yazarlar bir yerde “Aydınlanmış Sazanlar (PEC: Pseudo-Enlighted Carp)” kavramını kullanıyorlar. İşte bu bakışı anımsatsın diye blogumdaki yazılarıma dördüncü profesör öyküsü eklemiş oldum. Diğer üçünde balondaki profesör (söylenenlerin doğru olması ama işe yaramaması), kayıktaki profesör (İngilizce bilip de yüzme bilmeyince ölüme mahkum olmak ya da 80/20 Pareto Yasasından bihaber olmak) ve köy kahvesindeki üç profesör (yerden yükseğe kurulmuş olan sobanın esbab-ı mucibesi ya da Ockham Usturasına göre gerçeğin basit bir açıklaması olduğunun farkında olmayan aydınlanmış sazan) öykülerimi anımsayacaksınız.

Şimdi de bu sazan-köpekbalığı muhabbetinden aşağıdaki diğer kısa öyküye geçelim ve “problemin içine dalmak” mesajıyla yazımı tamamlamış olayım.

Japonlar taze balığı hep sevmişler. Fakat Japonya sahillerinde bol balık bulmak mümkün olmadığı için balıkçılar daha büyük tekneler yaptırıp daha uzaklara açılmışlar. Balık için uzaklara gidildikçe, geri dönmesi de çok vakit alır olmuş  ve dönüş bir-iki günden fazla olursa tutulan balıkların tazeliği kaybolmuş.

Japonlar tazeliği kaybolmuş balığın lezzetini sevmedikleri için balıkçı teknelerine soğuk hava depoları kurdurmuşlar. Böylece istedikleri kadar uzağa gidip, tuttuklarını da soğuk hava deposunda dondurulmuş olarak saklayabilme olanağına kavuşmuşlar.

Ancak Japon halkı taze balık ile donmuş balığın lezzet farkını hissedebiliyor ve donmuş balığa fazla para ödemek istemiyorlarmış. Balıkçılar bu defa teknelerine balık akvaryumları yaptırmışlar. Balıklar içeride biraz fazla sıkışacaklardı, hatta birbirlerine çarpa çarpa biraz da aptallaşacaklardı, ama yine de canlı kalabileceklerdi. Japon halkı canlı olmasına rağmen bu balıkların da lezzet farkını anlayabiliyorlarmış. Hareketsiz uyumuş vaziyette günlerce yol gelen balığın canlı, diri, hareketli taze  balığa göre lezzeti yine de etkilenmişti.

Bunun üzerine Japonlar balıkları yine teknelerindeki akvaryumlarda tuttular, ancak içine bir de küçük köpekbalığı attılar. Bir miktar balık köpekbalığı tarafından yutulmuştu, ama geride kalanlar son derece hareketli ve taze kalabilmişti.

Adım adım, sürekli öğrenmeyle, adına Kaizen dediğimiz “iyiyse daha iyi olabilir” yaklaşımıyla etkili eylemler sergilediğimiz yaşam büfesi önünde sıraya geçme gayretlerinizin hep aydınlık yollarda sürmesi dileklerimle.

Öykücü