Yaşam Büfesinde “Pankreas”

“…Biz cerrahlar ameliyat sırasında pankreasın yanından bile geçmeye korkarız (Seksenlik hekim Dr.SG elli yıllık dost arkadaş )…; Tansiyonun yükselmesinde tuz ve kilo kadar stres de çok önemli; seni çok stresli gördüm, neden ? Cılız bir ses yanıtladı: “Yeğenim rahatsız” ve hekim sordu “Nesi var ?“. Titrek sesle gelen yanıt “Pankreas…“; devamını beklemedi hekim ve derin bir sessizlik…(Prof.Dr.AS oğlumuz gibi bir hekim, 2000 yılındaki kalp operasyonumdan beri kardiyologumuz)…”

Nezuş’un Melekleri (yeğenleri); Çeşme buluşmalarındaki keyifli günler (2014 ve 2019); sevgili AEB’a özlemle rahmet diliyoruz.

Merhaba

İki yakın dost hekimle kısa sohbetimizdeki iki görüşmedeki birer cümle ile başladı yazım ve hafta başında Antalya yollarındaydık. Bir gün önce sözde “Babalar Günü” kutlayacaktık. Copcular olarak “EKÜ Trio(1)” aynı saatte buluşmada zorlandık. Kimi, sabah erken “Çay-Simit” dedi; kimi akşam üzeri “Rakılı” olsun istedi. Biz (MN2) hepsine razıydık. Yeter ki gönüller bir olsun; yeter ki C13Plus(3) buluşması gerçekleşsin. Dilimde birkaç şarkı “Ömrün şu biten neşvesi tam olsun erenler…” den, “baka kalırım giden geminin ardından…” sözlerine uzanan mırıldanmalar. Yaklaşık üç aydır keyfimiz pek yok. Her sabah “Yeşil Şifa(4)” hazırlarken smooth’inin sesini bastıran ses yok artık dudaklarımda. Halbuki “A Fadimem hadi senlen kaçalım, Beyce pazarına dükkan açalım…” derken çocukluğumu ve rahmetli annemle Beyce Köyü’ne gidişimi anımsar ve ekstra bir keyif alırdım. Ardından “Beyce nere, İstanbul nere ?” diye nasıl olur da bu türkü “İstanbul Türküsü” olura takılan aklımı yorardım. Bilmece gibi sorardım: “Söyleyin bakalım zeytin yaprağın yeşil, aman bir yar elinden, altında kahve pişir… türküsü hangi yöreye aittir ?”. Ben bile şaşırırdım bu türkünün Kilisli oluşuna. Ya da “Yüksek yüksek tepelere ev yapmasınlar…” türküsüne geldiğinde rutinimdeki sıra C12İC(5) bizimle geçen çocukluğunun her anına olan özlemle yüzümdeki gülümseme belki artardı belki de azalırdı. Aynaya baksam “yüzümü görürdüm”; bereket ki dostlarım var ve “özümü görüyorum”. Bir diğer türküde de rahmetli dostum Erzurum askerlik arkadaşım, eski Gültepe Belediye Başkanı Aydın Erten’in içimi aydınlatan yüzü gelirdi yadıma ve “Sevda yüklü kervanlar senin kapından geçer…” sözcüklerini rahmetli Demirel’in yeğeni “Yahya’nın Suntaları“nın tetiklediği yolsuzluklara (s)övgü (!) olarak değiştirilmiş olan “Altın yüklü kervanlar senin kapından geçer…” e dönerdi dilimde. Sunta yolsuzluğuna bile tepkili olan ülkemin aydın insanları bugün ülke elden giderken bile sus pus… Bunların hepsi ve daha fazlası kahvaltı hazırlığında ruhumun güne, günün sürprizlerine uyumlu geçişine yarardı. Fazla uzadı bu bir anlık sabah kahvaltı hazırlığı sırasındaki yaptıklarımla hissettiklerim arasındaki sanal öykü. Şimdi yazımın konusuna döneyim.

Keyifler Kırık: Zalim Pankreas

Çok uzun olmayan bir yolculuk yapsam geriye doğru 13 Mart 2023 günü tanık olduğum bir telefon konuşması çınlar kulaklarımda. Her gün öğleden önce düzenli olarak “Teyze-Yeğen” görüşmesi olur Çeşme/Antalya hattında. Yeğen teyzesini, teyzesinin sağlığını merak eder ve ara sıra da diğer yeğene (kendi kuzenine) talimat verir: “Git teyzeme yardım et; bir tek o kaldı bize annelerimizden yadigâr...” der. İşte o gün telefonda teyze yeğenine sordu: “Nasılsın ?“. Yanıt o kadar güçlü ve o kadar içtendi ki “Eşek gibiyim” dedi. Gün geceye kavuştu ve ertesi gün oldu. Rutinleşen saatte gelmedi telefon ve akşam üzerine doğru teyze yeğenini aradı. Telefona cılız bir sesle eşi çıktı ve “Hastanedeyiz” dedi. Kuzen Kanada’dan geldi. Son günlerinde hizmet etme şansını yakaladı ve her gün artan ve konuştukça yürek yakan telefon görüşmeleri 18 Haziran 2023 pazar günü acı haberi verdi. Yeğenimiz vefat etti. Dağ gibi, sapasağlam kadını üç ay içinde hızla eritip bitirdi zalim pankreas ve pazartesi günü onu toprağa verdik. Mekanı cennet olsun. Allah rahmet eylesin. Allah geride kalan biz sevdiklerine, başta her gün “seni çok seviyorum” diyen eşine; özellikle oğlu ve kızıyla eşlerine ve torunlarına sabır ve dayanma gücü versin. Ne menem şeymiş şu pankreas. Tam bu noktada pankreasla ilgili üç örneği düşünmeye başladım.

Steve Jobs (1955-2011; Huysuz İhtiyar Delikanlı) https://tr.wikipedia.org/wiki/Steve_Jobs

Sahip olduğu şirketler ve iş yaşamında öğrencilikten başlayan gelgitlerle, dibe vurup zirveye çıkışlarla, eksantrik biri oluşuyla tanıdım ben onu. Ne zaman ki; Stanfortd Üniversitesi öğrencilerine yaptığı mezuniyet konuşmasını izledim, bir başka anlam taşıdı benim öğrenme ve ustalık yolculuklarımda (2007; steve jobs aç kal budala kal youtube). On dört dakikalık bu konuşmadan hiç aklımdan çıkmayan cümlesi “geleceğe uzanan noktaları geçmişe bakmadan birleştiremezsiniz” oldu. Bana uydu. Çünkü “Yaşam Gölünün” karşı kıyısı görünürken “bugünden yarına uzanan” yargılarımda ağırlıklı olarak geçmişin deneyimleri ve bilgi, beceri birikimlerine odaklanırken kendime dayanak arıyordum. Ve rahmetli (!) huysuz ihtiyar delikanlı (!) Jobs o konuşmadan sonraki dört yıl içinde pankreas kanserine yenildi, pes etti (Bilgisayar endüstrisinin önderlerinden olarak kabul edilir. Next Computer ve Pixar Animasyon Stüdyoları’nı da kurmuş ve yönetim kurulu başkanlığını yapmıştır. 2004 yılında pankreas kanserine yakalanmış, 7 yıl içinde 56 yaşında ölmüştür).

Prof.Randy Pausch ve Son Ders (1960-2008; https://tr.wikipedia.org/wiki/Randy_Pausch)

Ben onu “Son Ders” videosuyla tanıdım. Sahnede şınav çekişiyle yaptığı “bakın ben ne kadar sağlıklıyım; ancak altı ay sonra öleceğim” sözleri ve ölüme karşı dik duruşuyla aklımda kaldı. Konuşmasından belleğime aktardığım ise bir hata yapıldıktan sonra “Gerçek Özrün 3 Aşaması” oldu. Bunlar;

1.Bu benim hatam,

2.Özür diliyorum;

3.Düzeltmek için ne yapabilirim ?

Ve Prof.Pausch linkini verdiğim sahne şovundan kısa bir süre sonra vefat etti. “Zalim Pankreas” onu genç yaşında yaşamdan kopardı. Toprağı bol olsun; rahmetle anıyorum (randy pausch son ders youtube).

Ve iki ithal bir yerli pankreas kurbanı…

Prof.Dr.Arman Kırım (1954-2011; https://tr.wikipedia.org/wiki/Arman_K%C4%B1r%C4%B1m) ve Mor İneğin Akıllısı ile Tazesi Makbuldür

Benden dokuz yaş küçük olsa da ben onu sağlığında pek çok açıdan çok sevdim. Kimi küçük olgular zihnimin kıvrımlarında doğal ve kendiliğinden oluşan abartılarla yer aldı. Örneğin bir pazar günü Ayşe Arman, rahmetli Arman hoca ile yaptığı röportajı Hürriyet’te tam sayfa yayımladı ve ertesi gün Arman hoca vefat etti gibi. Böyle algılamadaki temel etken bence “pankreas kanseri öyle zalimdir ki bugün cap canlı yaşarken yarın rahmetli oluverirsin” düşüncem. Böyle olmasa bile böyle kabul ediyor benim ön mü arka mı yoksa sürüngen kısmı mı beynimin bir yerleri; bilmiyorum.

Özellikle 2003 yılında CINOS(6)un üçüncü evresinin DOD1(7) sürecinde Seth Godin(8)den Arman hoca tarafından ülkeme uyarlanmış olan “Mor İnek Serisinin” yerli versiyonlarıyla haşır neşir oldum. Ben de kullandım DOD1 ve DOD2(9) adımlarını.

Rahmetli Arman hoca, Sökeli, Egeli olmanın doğal yansıması olarak otları esas alıp mutfak becerilerini de bir kitapta toplamıştı ve “Tazesi makbuldür” isimli o kitap Fransa-Hollanda turunda elimdeydi. Yine Arman Kırım her hafta günü Hürriyet’in pazar ekinde “Simit ve Havyar” başlıklı gurme yazılarıyla ilgi alanımda ayrıca yer aldı.

Ve “yolun sonu“; biz dönelim günümüze. Uzaklarda avare dolaşmanın anlamı yok. Dört gün önce “Babalar Günü“ydü ve EKÜ‘nün “Büyük Abisinin” sabahın erken saatinde bize gelişine şaşırmıştık. Kahvaltımıza devam ettik. Çok geçmedi; ortanca EKÜ‘lü hekim Eray da çıkagelince “Nezuş siz de bir şey var” dedi. Haklı çıktı. Yeğenimiz “hain pankreas“ın kurbanı olarak üç ay içinde elimizden eriyip gitmişti. Yazıma “Nezuş’un Melekleri” adı altında arşivimdeki Çeşme beraberliklerinden karelerle bir video ekleyip özlemlerimizi kalıcı kılmaya çalışacağım.

Allah hiç kimseye evlat acısı göstermesin..

Yetmişli ve seksenli yıllarda (BZMAE10) ebeveynlerimizin yaşadıkları acıları düşündüm. Devlet memuruyum. Arabam yok. Sevgili Erol’un (EZM68EY) İngiltere’den dönerken getirdiği VW ile Ayvalık’tan Dağhan’ın (EZM68DO) kardeşinin nişanından dönüyorduk ki; bir haber geldi: “HDE trafik kazasında vefat etmiş”. Panik içindeydik. Bu hafta yitirdiğimiz yeğenimiz o gün vefat eden HDE’in kızıydı. Şimdi biraz açıklama gerek.

Onlar, “X Kuşağı”nda, dört kız ve üç erkek kardeştiler. Bugün her iki seriden birer kişi kaldı: NaD ve NDC. Kızlardan HDA, HDE ve İDD vefat ettiler. İkisi kanserden biri trafik kazasında. Erkeklerden KD ve NeD, sırasıyla kaza ve “4K(11)” dan vefat ettiler . Anneleri (TD) üç evlat acısı gördü; nasıl dayandı ?

O yıllarda erkeklerin ortancası Almanya’da çalışıyordu. Trafik kazasında ortanca abla vefat edince apar topar Almanya’dan geldi. Aradan çok geçmedi; büyük abi bir başka kazada vefat edince ortanca abi yine Almanya’dan geldi. Yetmedi küçük abla 12 Eylül’ün tetiklediği acıların hızlandırdığı kansere yenik düşünce ortanca abi yine aynı yolları aşıp geldi. Ne kadar çok acı ve gel git vardı o yıllarda. Benim anam, babam da aynı yıllarda vefat etti. Büyük ablanın (HDA) kanserden vefatı ileri yaşta olmuş ise de özellikle hastanedeki son günleri açısından “Manukyan’ın Bağışı” ile kaderi kederle ilişkilendiren zihnim apayrı öyküler yazar belleğimde. Şimdi bizim nesil ebeveyn olarak aynı kaderi, kedere çevirmeden yaşam gölünün karşı kıyısına hayırlısıyla ulaşmayı beklerken bu yeğen vefatı pek erken geldi ailemize. Tekrar rahmet diliyorum.

Sözün özü; insanlar iki şeye mecburdur. Biri ölmeye mecburdurlar; diğeri ölünceye kadar yaşamaya. Annem öldüğünde (1984) rahmetli hocam Prof.Dr.Ergun Bozkurt, baş sağlığı dilekleri için enstitüdeki odama geldi ve bana küçük bir fıkra anlattı. Özetle şöyleydi: “Küçük çocuğun doğum günüymüş. Pasta gelmiş. Çocuk kesmiş. Dağıtmış, yemiş ve bir süre sonra ağlamaya başlamış. Neden ağladığını soranlara “Pasta yemedim” demiş. Yediğini söylediklerinde “yediğimi hissetmedim ki !” demiş“. Kıssadan hisse şu; az yaşadın, çok yaşadın; önemli olan yaşadığını hissettin mi ?

Yazıma ekli videoda göreceğiniz gibi “Beşi Bir Yerde” veya “Nezuş’un MeleklerininÇeşme’de teyzeleriyle birlikteyken yaşadıklarını daha içten hissettiklerini, anı yaşayıp güncelin rutinlerinden keyif aldıklarını göreceksiniz. Ülkemin ve ülkemin insanlarının zor günler geçirdikleri, geleceğin korkularıyla yaşadıklarını hissedemediklerini düşündüğüm şu “kaos eşiği” günlerimizde şükür ve şükranla, çocuklarımızın, torunlarımızın yollarının açık ve aydınlık olmasını diliyorum.

Öykücü


1.EKÜTrio> Biz toplam 13 Copcu’nun “Z Kuşağı” erkekleri (Eray69/Kerem81/Ümit66)

2.MN > Biz, Copcu’ların “X Kuşağı” Mustafa ve Nezahat ki kısaca “Musto Dede ve Nezuş Babaanne

3.C13Plus > Copcular (13) ve Copculaştırırken kan bağı kurduklarımız “Yeni, Demir ve Varol Aileleri

4.Yeşil Şifa > https://www.copcu.com/2020/03/15/yasam-bufesinde-israf-ve-disiplin/ Pandemi döneminden bir yazım ve kısa bir alıntı: “…Bu yazıma ekleyeceğim görsel için biraz güncel ve virüsle ilgili (ilgisiz) materyal derlemeye çalıştım. Bunu düşününce, bir yıldır düzenli olarak sürdürmekte olduğumuz “kahvaltı yeşili” ana ve öğretici görselim olsun istedim. Bir güzelin (torunum İrem) bahçemden topladığı nane, limon ile Adadan topladığı kekik görsellerine; yine bahçemden maydanoz, ıspanaktan; pazardan aldığım dereotu, havuç, yeşil elma, zencefil ile her sabah yaptığım “yeşil şifa” nın “su (NC)” ve “ezme (MC)” formlarını bir kolajda göstermek istedim. Bununla başlarsa sabah keyfi (ki eskiden önce yürüyüş, sonra kahvaltı idi. Şimdilerde yürüyüş öğleden sonraya kalıyor) gün boyu elleri sabunla birkaç kez, yeri geldiğinde iyice yıkadıktan sonra virüsten ekstra korkuyla “kaygı” yaratmak pek gerekli değil bence. Hele hele ekstra hazır destek materyali ve kaygının artan şekliyle kaş yapayım derken çıkarılan gözle kör olmanın alemi yok.…”

5.C12IC > Torunum İrem, şimdi 17 yaşında ve artık fotoğraflarını paylaşmamı istemiyor. Şimdilik linki verdiğim yazımın ekindeki görselde onu Şifa Şifa materyali toplarken çektiğim karelerde görebilirsiniz. Bir gün izin verirse onun güncel güzelliğini de paylaşırım.

6.CINOS > Ciba>Novartis>Syngenta’da geçen 24 yılım

7.DOD1 > Do Or Die (Yapmazsan ölürsün); oyunu kuralına göre oynamak; rekabet edebilmek; ayakta kalmak, hayatta kalmak ki (bence) şirketlerin ilk beş yıllarında iyi bir ekip oluşturmaları demek (Looking for the best people)

8.Seth Godin (https://tr.wikipedia.org/wiki/Seth_Godin): Pazarlama Ürün Grup Müdürü ve Pazarlama Müdürü olduğum yıllarda (2001-2004) “Farklı olabilmek, fark yaratabilmek, farklılıklara değer vermek vb” düşüncelerle Godin’in yarattığı “Mor İnek” kavramı, Dr.Edward De Bono’nun “Yanlamasına Düşünce Tekniği” ile birlikte öğrenme ve ustalık yolculuklarımda “ilgi alanımda” yer aldı. Daha sonra ilgi alanım rahmetli Prof.A.Kırım’ın yerelleştirip içselleştirdiği “Mor İneğin Akıllısı, Mor İnek nasıl Büyüsün, Türkiye Nasıl Zenginleşir ?” gibi kitaplar ve yaklaşımlarla odağıma yerleşti.

9.DOD2 > Differentiate Or Die (Farklılaşmazsan Ölürsün) ; Rekabet üstü olabilmek (Dr.EDB); kendi kulvarını yaratabilmek; Mavi Okyanuslarda büyümek (Kim Amca); (bence) şirketlerin ikinci beş yıllarında gelişme ve değişmeleri (Looking for the best in the people / En iyilerin içindeki enerjisi açığa çıkarmak; performans yönetimi) https://www.copcu.com/2009/06/08/yasam-bufesinde-basarinin-rotasi/ “…Bu şansı vermeyebilirdi; verdi. Aynı şekilde 1992 sonbaharında Marco Polo’da 15 dakikalık ısrarlı sunum talebime de olumlu yanıt vermeyebilirdi; verdi. Hakkını yememek gerek. Her zaman katma değer yaratma olasılığı olan yaklaşımlara puan vermişti yılların otoritesi. Her neyse işte o özel sunumda soyadımın harfleriyle akılda kalıcı kılmaya çalıştığım mesajlar aktarmıştım. Daha önce de değindiğim gibi ana mesajım “DOD / Do-Differentiate Or Die” idi. “Dağı delmeye çalışan karınca” öyküsüyle Creativity (Yaratıcılık); “Cama konan kırlangıç” la Opportunity (Fırsatçılık) ve gruptan izin alarak tüm orijinal sözcükleriyle Performance/Productivity (Performans/Verimlilik) adına da “Spartaküs Sendromu” ya da “Gölge Etkisi” kavramları için sayın Bıçakçı’nın yine bir başka köşe yazısındaki fıkrayı anlatmıştım. Spartaküs’ü halkın gözünde rezil etmek için verilen ceza, arenada, halkın önünde 100 kadınla sevişmekti. Bunu anlatırken halkın tezahüratını grubun iznini de alarak Bıçakçı’nın yazısındaki orijinal sözcükleriyle ve vurgulayarak anlatmak o kadar kolay değildi…”

10BZMAE > Bornova Zirai Mücadele Araştırma Enstitüsü’ndeki yıllarım (1970-85)

11.4K > (https://www.copcu.com/2016/08/19/yasam-bufesinde-yokluk-yorgunlugu/ ) “…yakında bir yazıma “4K” başlığı koyarak fazla dokundurmadan yeni bir yazımda “Kaderin Karesi”ni ya da “Kötülüklerin Karesi”ni dillendireceğim. Bu dört “K” dan ilk üçü Kalp, Koah ve Kanser gibi içsel etkenler olacaksa da dördüncü “K” yan etkileriyle süreci hızlandırıcı bir dış etken olacak (bunun ne olduğunu eski yazılarımdan birinde “renksizlik” amaçlı tamlamalı olarak değinmiştim). Dün gece yaklaşık yirmi yıldan beri uzak kaldığımız “taşikardi” ile yeniden tanıştık; heyecanlandık. Şurası gerçek ki biz yetmişi aşınca, hepimiz “kırmızı ince çizgi“deyiz. “Evvel giden ahbablara selam” söyledikçe verilen mesajlara daha bir dikkatli bakıp biraz daha akıllanmalıyız (uslanmak daha iyi bir sözcük, çünkü aksi bana hep “yaramazlık”ları anımsatıyor). Yapabilecek miyiz ? Umutvar gibi …” Kalp + Khoa + Kanser + Kayınço (!!!!)