Yaşam Büfesinde “Kayıp ve Keyif”

“… Bir gece kadının biri bekliyordu havaalanında. Daha epeyce zaman vardı uçağın kalkmasına. Havaalanındaki dükkandan bir kitap ve bir paket kurabiye alıp buldu kendisine oturacak bir yer. Kendisini kitabına kaptırmıştı ama yine de yanında oturan adamın olabildiğince cüretkâr bir şekilde aralarında duran paketten birer birer kurabiye aldığını gördü, ne kadar görmezden gelse de… Silgi kullanmadan resim çizme sanatına yaşam deniyor. Öylesine güçlü olun ki, hiçbir şey huzurunuzu bozmasın. Sağlık, mutluluk ve zenginlikler hakkında konuşun…”

Merhaba

Yeni yılın ilk gününden selam ve sevgilerimle tüm gayretlerinizin aydınlık yollarda esenlikler getirmesini diliyorum. Yaşam büfesinde self servis olan başarılara erişmek için önce sıraya girme, sonra sırada kalma ve daha sonra da sırada öne geçme çalışmalarımın geçen yılın son günlerinde yine ağırlık kazandığını görüp keyfim artıyor. Yazımın girişine iki ayrı öyküden birer pasaj aldım ve yazımın sonlarında öyküleri ve mesajlarını tamamlayacağım.

Nasıl bir yıl geçti ?

Bu soruyu önce ailemin odağında ülkeme bakarak kendimce kendim için yanıt bulmaya çalışacağım. İnişleri ve çıkışları vardı 2011 in. Bu nedenle yazımın başlığını “Kayıp ve Keyif” olarak koydum. Yaşamın doğal yasasıyla sevinç ve hüzünde “sıfır denge noktası” için kayıplar ve kazanımların olması doğaldı. Kayıplar sürpriz miydi ? Kesinlikle hayır. Kimileri uzunca süredir sinyalleriyle gündemde yerini almıştı. Gözlerimi kapasam bile gündüzü gece yapmayı engelleyecek kadar ışık vardı gözlerimi kamaştıran. Şöyle bir geriye baktığımda ilk aklıma gelen “aç kal, budala kal” video filmindeki ilk mesajı olan “geleceğe uzanan noktaları geçmişe bakmadan birleştiremezsiniz” sözleri beynime kazınan Bay Jobs oldu kayıplarım hanesinde. Kanserdi. Acı çekiyordu. Yine de dik duruyordu. Dünyanın en değerli şirketini yaratmıştı. Yenilikçiliğin adamıydı. Büyük olasılıkla zor bir adamdı. Anlatırlar ki iş yaşamında griler yokmuş; ya siyahmış ya da beyaz çevresindekiler için tanımları.  Fenomen olduğu su götürmezdi. Adım adım ölüme gitti ve yılın ikinci yarısında mesajlar bırakarak aramızdan ayrıldı. Kayıp:1. Toprağı bol olsun.

Yılın ilk yarısı tamamlanmak üzereydi. Yıllık toplantımıza özel bir konuşmacı arıyordum. “Abicim” sözcüğünü içselleştirmeyi ondan öğrendim, Milano yollarında “Tazesi Makbuldür” kitabını zevkle okudum, “Mor İneği Akıllandırma Teknikleri“ni sevdim, “müşteri ilişkileri yönetimi (CRM)” kavramını “adamına göre muamele (AGM)” ile gerçek anlamda Türkçeleştiren sevgili hocamın söyleşisini Bayan Arman’ın kaleminden okuduğum bir pazar gününün ertesinde ölüm haberini görmekle yıkılmıştım: Prof.Arman Kırım da kansere yenik düşmüştü. Yıkılmadan, dimdik ayakta durarak ölüme meydan okumuş, hasta yatağında “bulut düştü Söke’ye sür eşeğini köşeye” kitabını yazmayı da ihmal etmemiş ve papyon kravatlı en şık görüntüsüyle bizlere veda etmişti. Kayıp 2. Allah gani gani rahmet eylesin.

Uzaklara gitmeye gerek kalmadı. Kayıp 3 ta yanımdan geldi. Eylülün gece ile gündüzü eşit kıldığı günün sabahında acı acı çalan Çeşme telefonu sonrası İzmir’e doğru gelirken ablam çoktan ruhunu teslim etmişti. Ölümü de yaşamı gibi sessiz sedasız oluverdi. Birkaç gün önceydi Eray’la Sami efendiye uyarı-nasihat benzeri sözler söylerken ablamın yaşam feri kaybolmuştu; ruh gibiydi. Sanki orada değildi. Yinelenen hastane giriş çıkışları, Hafize ile yaşamı kolaylaştırma gayretleri hep Nezuş’un eseriydi. Onun bunca çabası olmasaydı bugün ablamın ölümü öncesi için pekçok “keşke”lerim olurdu. Şimdi yok. Allah’tan rahmet dilerken ablamın kaybının bize verdiği “hoşgörü” mesajıyla bugün onun sevdiği kişiye olan hoşgörümüz ve yardım edebilme gayretlerimiz de yine ve sadece Nezuş’un önderliğinde sürüyor. Mutlaka bugün ve yarınların kayıplarına katacağı keyifleri olacaktır; vardır bunca standart dışı olumlu yaklaşımların.

Keyiflerimiz neler oldu ?

Geçen sene bugünlerde Roma’da girdik yeni yıla heyecanlarla ve gözümüz arkada kalmadan. İş açısından öğretici bir yıl oldu. Üç yıl önce bugünlerde ilk MAS (Mustafa Artık Serbest) aşamasından sonra başlayıveren ABG süreci 28 ay sürdü. Çok şey öğretti. Geçen yıl Adana’ya odaklanan “çukurdan çıkma hareketlerini uygulamalı öğretme” gayretlerim pek fazla rağbet görmedi. Özellikle yılın ortalarına doğru çıktığım yolculuklarda ardıma baktığımda beni izleyen pek fazla kişi göremedim. Anladım ki onlar adına çukura kendim girip kendim çıkmaya çalışıyorum. Yanıbaşımda Bekir & Hüseyin ikilisinden başka kimse yoktu. Ne Kırıkhan pamuklarındaki umutların ne de Arsuz turunçgillerindeki demo benzeri yatırımların sonunu getirecek kimse kalmamıştı. Böylece Temmuz sonunda tamamlanan süreç özellikle bana çok uluslu bir İsviçre kültüründen sonra “Yerli Patron Yönetimi“nin inceliklerini öğretti. İnşallah onlara da bu sürecin katkıları olmuştur. Böylece Ağustosa geldiğimde ikinci MASlaşma sürecine girdim. Gerçekten rahattım. Otoyolda hızlanan Fellini ile daha İzmir’den Çeşme’ye gelmeden Karaburun yol ayrımından önce iki ayrı araçla yetişiverdi sevgili Eray ve Kerem oğullarım MASın duyarlılıklarını rahat aşmam için. Bursa’dan gelen katmerli desteklere bakınca Çeşme’nin mükemmel Eylülünün keyfini çıkarmaya hazırlanıyorken bir de baktım ÖY/BT ikilisiyle yıllar öncesinin çerçevesi içinde buluştuk Basmane’deki bir otelin toplantı salonunda. Tam bana göreydi kritik kararların arifesinde yılı değerlendirme toplantısı hazırlıklarındaki moderatörlük görevi. Daha sonra gelişti, güzelleşti ve Antalya’daki en güzel otellerden birinde Nezuş’un da katıldığı sekiz günle 2012 ve 2020 nin SMARTik hedefleri paylaşılıverdi. Toplantı öncesi Adem’le “Pentagon Plus” filmi de ortak bakışlarla umutları artırdı. Daha ne ister insan !

Bunlar bana yeterdi 2012 de aklımı ve eylemlerimi zenginleştirmeye ve keyif almaya. Bir de üstüne kadim dostlarımdan ÜG nun teklifiyle ASlaşıveren “Musto Dede” nin MASlığı kalmamıştı. Bu ikiliyle birden bire yoğunluk kazanan iş yaşamım 2008 sonlarındaki Syngilleri ve sonraki 28 aydaki ABGlileri aratmayacak düzeyde çok yönlü olarak doyumlu ve keyifli oluvermişti. Binlerce şükür ve teşekkür.

Aileme gelince… Ocak ayında Bursa’da (Barış’ın doğum günü) başlayan şenlikli “Copculaşma Stili” yaşam, Mayıs’ta Güzelbahçe’de (Aslıhan ve Eren’in doğum günü), Haziran’da Urla’da (Kerem’in doğum günü), Temmuz’da ise Çeşme’de (Ümit’in doğum günü ve Amerika’dan yeni dönen Eray’ın profesörlüğü) kutlamalarıyla birden bire jet hızıyla artmaya başladı. Nazardan korkar olduk. Bir de üstüne Çeşme’de tekne sefalı Eren’in sünnet eğlencesi eklenince kaymaklı ekmek kadayıfı oldu keyfimiz. Bu aralarda Aydın’dan İzmir’e gelip Medikal’leşen genç profesörümüzün beklentileri, hızla büyüyen Netdirekt’in uykusuz gecelerine eklenen stres, Bursa’da daha iyisi için zorlanan sınırlar bizim sabah yürüyüşlerimizde kırmızılı nitrogliserin fısfıslarını kimi zaman artırsa da duaların gücüyle şimdilik yine keyif almayı sürdürüyoruz.

Böylesine mükemmel giderken 2011, yılın son haftası bir de üstüne Fiesta’yla Fellini’yi ver, sana exclusive’inden C4 vereyim teklifi iki günde kesinleşiverince, Kavuklar-Kerem-Kader üçlüsüyle 55 için Manisa-İzmir trafiğinde Timur-Levent ikilisinde beklenti üstü 38 le desteklenince keyifimize değmeyin gitsin. Tam “wooow 1” luk bir durum. Allah nazardan korusun.

Hepiniz için benzer güzellikleri diliyorum. Olmaması için de hiçbir sebep yok. Yeter ki siz isteyin ve isteğinize kavuşmak için de kendinize şu ünlü sorularımı sorun:

1.Hazır mısınız ?

2.Yetkin misiniz ?

3.İstekli misiniz ? (aslında bir adım daha ilerisini sorun: Bu isteğinize kavuşmak için inancınız tam mı ?)

Şimdi yazımın başındaki öykülerin devamı ile seslenişimi bitireyim:

“… Bir gece kadının biri bekliyordu havaalanında. Daha epeyce zaman vardı uçağın kalkmasına. Havaalanındaki dükkandan bir kitap ve bir paket kurabiye alıp buldu kendisine oturacak bir yer. Kendisini kitabına kaptırmış ama yine de yanında oturan adamın olabildiğince cüretkâr bir şekilde aralarında duran paketten birer birer kurabiye aldığını gördü, ne kadar görmezden gelse de. Bir taraftan kitabını okuyup bir taraftan kurabiyesini yerken, gözü de saatteydi, “kurabiye hırsızı” yavaş yavaş tüketirken kurabiyelerini düşünyordu kendi kendine, “kibar bir insan olmasaydım, morartırdım şu adamın gözlerini !!”

Her kurabiyeye uzandığında, adam da uzatıyordu elini. Sonunda pakette tek bir kurabiye kalınca “Bakalım şimdi ne yapacak ?” dedi kendi kendine. Adam yüzünde asabi bir gülümsemeyle uzandı son kurabiyeye ve böldü kurabiyeyi ikiye. Yarısını kurabiyenin atarken ağzına verdi diğer yarıyı kadına. Uçağın kalkacağı anons edilince bir iç çekti rahatlamayla, topladı eşyalarını ve yürüdü çıkış kapısına. Dönüp bakmadı bile “kurabiye hırsızı”na.

Uçağa bindi ve oturdu rahat koltuğuna, sonra uzandı bitmek üzere olan kitabına. Çantasına elini uzatınca, gözleri açıldı şaşkınlıkla. Duruyordu gözlerinin önünde bir paket kurabiye. Çaresizlik içinde inledi: “Bunlar benim kurabiyelerimse eğer, ötekiler de onundu ve paylaştı benimle herbir kurabiyesini”. Özür dilemek için çok geç kaldığını anladı üzüntüyle. Kaba ve cüretkâr olan “kurabiye hırsızı” kendisiydi işte !

Son kurabiyesini ikiye bölüp yarısını kurabiye hırsızına verecek kadar geniş “sermayenin sabır sınırı (3S)” olan kaç kişimiz vardır acep ? Şimdi gelelim başlığın kırmızılı olan ikinic küçük öyküsünün devamına.

…Silgi kullanmadan resim çizme sanatına yaşam deniyor. Öylesine güçlü olun ki, hiçbir şey huzurunuzu bozmasın. Sağlık, mutluluk ve zenginlikler hakkında konuşun. Dostlarınıza değerli olduklarını hissettirin. Herşeyin iyi yanını görmeye çalışın. Başkalarının başarılarına kendi başarılarınız kadar sevinin. Geçmişin hatalarını unutun ve onlardan yararlanın. Neşeli davranın ve herkese gülümseyin. Kuşkular karşısında çok düzenli, öfke karşısında çok olgun, korkular karşısında çok güçlü ve sorunlar karşısında çok mutlu olun ki silgiye gereksinimiz kalmasın. Ve unutmayın ki yaşam, duygularımızı bastırmamıza izin vermeyecek denli kısadır…”

İşte tam bu noktada bugün bir gazete ekinde yer alan Sevgili Mümin Sekman’ın öğretilerine kulak verin. Herşeyin sizin elinizde olduğunu asla unutmayın. Ve yine unutmayın ki seçimlerinizle ya tozu dumana katacaksınız ya da tozu dumanı yutacaksınız.

Silgisiz resim çizme sanatında ustalaştıran yaşam büfesi önünde sıraya geçme yolculuklarınızın SSTC öğretileriyle hep aydınlık yollarda geçmesini diliyorum.

Öykücü