Yaşam Büfesinde “Zarf ve Mazruf”

“…Masalarımıza hergün binlerce belge yağıyor. Enformasyon denizinde boğulurken kendi mesajımızı aktarmakta da başarısız oluyoruz. En sınırlı kaynağın fikir veya beceri değil, artık dikkatin kendisi olduğu dikkat ekonomisindeyiz …Herkes genel amaca ilişkin kendi payına düşen sorumluluğu üstlenmelidir. Granitten bloklar kesen iki taş ustasının öyküsünü herkes bilir. Taşocağına gelen bir ziyaretçi onlara ne yaptıklarını sorar. İlki, hırçın bir tavırla homurdanır: “Bu lanet olası taşı şekle sokmak için kesiyorum…” İşinden honut görünen ikincisi ise gururla cevap verir: “Ben katedral inşa eden ekibin bir parçasıyım“… Ya kendimizi buna uydurmalı ya da demode olmayı, daha kötüsü yok olmayı göze almalıyız. Yöneticilerin genellikle zorlandıkları alanlardan biri de insan yönetimi… Akıcı ve seçkin; ama aynı zamanda da kurallara bağlı ve sert bir oyun olan satranç; insanı baştan çıkartan, şaşırtan ve büyüleyen bir fenomendir. Satranç ustası olan Pandolfini, okurlara satranç prensiplerinin gerek iş dünyasında gerekse hayatın diğer alanlarında nasıl basit ve mantıklı bir şekilde uygulanabileceğini göstermektedir…”

Merhaba

Doksan iki yıl geçmiş aradan ve her yıl daha da sönükleşen bir sevinçle kutluyoruz Cumhuriyet Bayramımızı. Bir yanda kan ve gözyaşı, diğer yanda palasında palasını bileyen tokatçı tekmelettin efendinin sulu gazlı zorbalarının yarattığı yürek sıkışıklığı ve üç gün sonra seçim. Bir lider (!) “çıldırmış olmalı” diyor ve görebildiğim “gemi azıya almış bir at Üsküdar’ı geçmiş uçuruma doğru gidiyor”. Allah encamımızı hayreylesin.

Yazımı Mavişehir’den yazıyorum. Buradaki kitaplığımda aklımın günceline göre Çeşme-Çatıdan getirilmiş birkaç kitap var. Sabah yürüyüşünde birşeyler aklımda şekillenince elimi uzattım ve rastgele (!) dört kitap seçtim raftan. Bildiğim kitaplar. Arka kapağın dış sayfasına baktım. Gördüklerimi yazımın girişine renkli olarak aldım.

Kitapları genellikle nasıl satın alıyorum ?

Genellikle ruh halim etkili oluyor. Ayrıca gündemim netse amaca göre de seçim yapıyorum; özellikle ismen alıyorum. Kitap alırken bazen bir defada, hemen ilk taradığımda alıyorum; bazen de birkaç kez gidip, birkaç kez tarayarak alıyorum. Burada “taramak” dediğim özellikle D&R da ayakta seçmeli ya da rastgele, parça parça okumak demek. Zamanım esnekse, ayaklarım ağrıyıncaya kadar (bazen bir saati aşıyor aynı yerde, rafın önünde hareketsiz dikilip durmak) okumayı sürdürüyorum. Bazen herhangi bir sayfada gözüme takılıveren bir kavram, bir öykü, bir söyleşi, bir özdeyiş hemen o kitabı satın almama yettiyor.

Eğer o gün Nezuş diğer mağazaları gezecek ve vitrinleri inceleyecekse satın alma öncesi kitap okumaya çok zamanım oluyor.  Önce kitabın adına ve yazarına bakıyorum. Sonra orijinal adıyla ne zaman yazıldığına ve Türkçeye ne zaman kazandırıldığına dikkat ediyorum. Örneğin on sene önce (2005) bir yayınevinin (sanırım Goa idi) seri halinde desteklemesiyle ülkemde güncel hale getirilen R.Sharma’nın kitapları neredeyde on yılı aşkın zaman önce (1995) yazılmıştı. Ülkemin o günkü trendleri ve yayınevinin promosyonları (yazarını getirip konferans verdirmek gibi ki İstanbul’da Borusan’da yaklaşık 500 kişinin katıldığı “awaeking yourself” çerçeveli söyleşisine katılmıştım. Mükemmeldi) bir seri eski kitabı tazeymiş gibi pazarlamaya yetmişti. Her neyse !

Yazarı, yılı ve özellikle orijinal ismine baktıktan sonra kitabın arka sayfasını dikkatle okuyorum. İşte tüm bunlar o kitabın “zarfı”. Diğer bir deyişle ambalajı ki bugün pekçok ürünün ambalajına içinden daha fazla masraf yapılıyor. Zarf, ürünün (ya da “ne”yin)  size “nasıl” sunulduğunu gösteriyor. “Nasıl”ın “Ne” kadar önemli olduğunu kabul ediyorum. Buna “Başarı Formülüm“deki “Style” olarak da düşünebilirsiniz.  Kitap bana gelen bir mektup gibi ve ben bana gelen mektupta açmadan önce zarfı dikkatle inceliyorum. Üstündeki yazı kadar varsa kokusunu almaya çalışıyorum. Kabul ediyorum ki içindeki mektup esas olan; değer taşıyan…

Zarfı dikkatle açmaya çalışıyorum. Kimi zaman sabırsız olsam da (özellikle önce verip sonra geri alan SGK gibi) zarfı yırtarken mektubun zarar görmemesine özen gösteriyorum. İçindeki mektubun diğer adı da “mazruf” diğer bir deyişle zarflanmış olan. Ben mektup yazmayı çok severim. Bir zamanlar destan gibi mektuplar yazardım. Yazacak kimse bulamazsam kendime yazardım. Şimdi de elektronik posta ile yazıyorum. Yazdığımda hem anılarım kalıcı oluyor ve hem de varsa iç kavgalarım sıfırlanıyor. Lütfen dikkat buradaki” sıfırlama” sizin bildiğiniz türde değil. Kimi zaman yazmamın getirdiği ek sıkıntıları da yaşıyorum. Yazmamam gerekenleri kağıda dökerken aklım ve yüreğim çatışsa da çoğu zaman yüreğimin sesine dur diyemiyorum. Siz siz olun (imam ve cemaat meselesi) övgülerinizi yazılı, eleştirilerinizi (ve hatta nasihatlarınızı) sözlü verin. “Keşke”lerden sakının. Hayat kısa ! Öyleyse…

Yazımın girişindeki ilk mavili kısmı bir Harvard İşokulu yayını olan “Dikkat Ekonomisi” nin arka kapağından aldım. Üç yıl önce Ağustos ayının son gününde Çeşme’den almışım. Rafta hepsi üç taneymiş ve üçünü de satın almışım. İkisini çok sevdiğim iki arkadaşıma, iki meslektaşıma, SSTC Ustalık Yolculuklarımda bana yardımcı eğitmen olarak destek vermiş olan iki yandaşıma, bugün kariyer basamaklarını hızla tırmanıp sektörümde iki önemli firmanın en üst otoritesi olmuş olan iki lider yönetici genç dostuma hediye etmiştim. Kitabın 228 nci sayfasında “Kulak Misafiri” dipnotu : “Ağacın boyutu tohumunun büyüklüğüyle her zaman bağlantılı olmayacağı gibi, olayların sonuçları onu yaratan olayların büyüklüğüyle her zaman orantılı değildir” diyor. Ben buna “kelebek etkisi” diyorum. En güncel ve kişisel şekliyle yaşadığım (yaşamakta olduğum) bir örnek vermek istiyorum. Daha düne kadar uzun süredir yaşadığı “kumaş-elbise-terzi” üçlüsünde beklentilerini bulamayan ve umutla arayışa geçen genç ve hırslı otorite birden sessizliğe bürünüp vaz geçiyor (gibi görünüyor). Bilmiyor ki yazımın girişindeki kırmızılı anlatımdaki gibi çalışanların tümü kendilerini büyük resmin (vizyonun) tamamlayıcı bir parçası olarak görmedikçe, hangi ortak hedefe doğru hangi varlık nedeniyle (misyon) gittiklerini bilmedikçe, otoritenin bu stratejiyle o hedefe erişebileceğine güvenmedikçe (lider yönetici olabilmek) liderin takipçileri olmayacaklardır ve sadece ilk taş ustası gibi homurdanarak “4L” den özellikle “L1 / Live / Yaşamak” için işlerini yapacaklardır. Yaptıklarının değerlendirilmesinde “Yapılan / Yapılabilecek olan / Yapılması gereken / Yapılması istenen” düzeylerindek, yerlerini, kapasite ve kapabilite kullanımlarını bilemeden, ölçemeden, geliştiremeden yıllar geçecektir. Her işin bedeli var ! “Bedava peynir sadece fare kapanında bulunur”.

Yazımın girişindeki kırmızılı bölüm çok bilinen bir iş öyküsüdür. Vizyon için ruha işlemiş misyonla ve tutkuyla işini yapan ikinci ustayı örnek alan Jan Carlzton 1990 yılında “Gerçeklik Dakikaları” kitabını yazmıştır. Yirmi yıl önce ülkesel krizin ertesinde CINOS’un ilk evresinde iki yıllık satış bölge müdürüyken şirketin İstanbul’daki merkez kitaplığında bu eseri görmüştüm. Bir ara aşırmayı bile düşünmüştüm. Nasip bu ya 07.04.2015 de Karşıyaka’da sahaf Nadir Kitap’ta buldum ve alıp kitaplığıma koydum. Kitabın 21 nci sayfasında “Dikkat Ekonomisi”ni başarıyla yöneten lider yöneticiyi önsezili bir stratejist; bilgi verici bir öğretmen ve ilham perisi olarak üç temel değerle çerçevelendirmiştir.

Yazımın yeşilini oluşturan kitabı Eylül-2014 de yeni bir ustalık yolculuğuna çıkacağımız olası olunca özellikle seçip almıştım. Orijinal adı  “HBR’s 10 Must Read” olan ve en etkili insan yönetimi fikirlerinden derlenmiş olan kitabın Türkçe ismi “İnsan Yönetimi” dir. Önceki yazımda adından söz ettiğim Marcus beyin makalesinde (kitabın 135nci sayfasından itibaren) “zayıflığın üstesinden gelmek için 4 yaklaşım” dan szö edilir. Bunlar;

1.Uygun eğitimi sunmak: Eğer sorun bilgi ve beceri eksikliğinden kaynaklanıyorsa çözüm kolaydır: Eğitim;

2.Güçlü ortak bulmak: Yeteneklerinin zayıf olduğu alanda  onu destekleyecek bir yandaş bulmasını sağlayın: Partnership.;

3.Teknik geliştirmek: Çalışanın kişisel dünyasını tamamlamasına yardımcı olacak bir teknik geliştirin: Disiplin;

4.Yeniden düzenlemek: Eğitim işe yaramazsa, tamamlayıcı ortak pratik olmazsa, hiçbir disiplin tekniği bulunamazsa çalışanın zayıflığını ilgisiz bir şekle çevririn; yeniden düzenleyin. Nasıl mı olacak ? Kitabın tümünü okuyun.

Unutmayın ki her piyon potansiyle bir vezirdir. Dikkat ekonomisinde çalışanların doğru bilgiye erişmesi ve “Bilgelik Piramidinde” en üst yere ulaşması (data > info > knowledge > wisdom) için, homurdanan taş ustasını kazanmak için,  zayıflığın üstesinden gelmek için, üst sınırı oluşturup potansiyeli açığa çıkarmak için, sonuçlarla yönetmek ve yönü doğru belirlemek için, stratejik üçgendeki üç değişkende de iyileşmek için, “Bu GAT diünyada MASlaşmak için RAW olup olmadığınızı sorgulamak için”  yazımın mor kısmındaki Bruce Pandolfini’nin kitabındaki 15 satranç prensibini işinize uygulayabilirsiniz.

Yeter ki siz isteyin. Her şey sizin ellerinizde. Zaman zaman kurumsal kalkanla kişisel kalkanın uyumuna bakın (tıpkı ekli kısa filmdeki sevgili İA nın 2006 yılındaki Cumartesi Bursa toplantısı olan “EPYbySSFWS:İzleme Çalıştayında söylediği gibi) ; balans ayarı yapın ve “rota tutar” ile gerçek kuzey yıldızından sapmadan sizi siz yapan değerleri (örneğin Netdirekt için “4UPs” gibi) koruyarak aydınlık yollarda ustalıklarınızı artırın; güçlü sesiniz ve adımlarınızla tarzınızı koruyun.  Bu söylediklerimin bir kısmı zarfın güzelliğini oluşturmanız için; bir kısmı da mazrufun mesajlarını özgün tarzınızla içselleştirmeniz için. Nice sağlıklı günlerde esenliklere…

Öykücü