“…1980 yılında New York kenti belediye başkanı Ed Koch, kentin finans krizinin ertesinde “Pazar Haberleri” isimli bir televizyon programına çıkmıştı. Koch, Manhattan’da bisiklet yolları inşa etmek için üçyüzbin dolar harcamıştı. Yollar yapıldığında, arabalar bisiklet yollarından, bisikletlileri tehlikeye sokarak gidiyorlardı. Bu sırada bazı bisikletliler de yayalara çarpıyorlardı. Çünkü yayalar bisiklet yollarından ve o yolların nasıl işlediğinden habersizdiler. Bir kargaşa hüküm sürüyordu. Belediye başkanı yeniden seçilmek niyetindeydi ve şimdi dört beş gazeteci, bu sohbet programında Koch’un etrafını çevirmişlerdi. Amaç, kent neredeyse tamamen parasızken eldeki parayı bisiklet yolları için aptalca harcadığı için belediye başkanının derisini yüzmekti. Tuzak kuruldu. Bir gazeteci “Belediye başkanı Koch, New York kentinin finansal güçlükleri ortadayken, bisiklet yollarına üçyüzbin dolar nasıl haracayabildiniz ?” diyerek başı çekti…”
Merhaba
Böyle bir giriş bugüne, nereden aklıma düştü ?
Belki Çeşme’de, Germiyanyalısı sahilinde, yarımada çevresinde her sabah yaklaşık yedi kilometre yürürken bizden başka pek kimsenin geçmediği, çevresi yabani otlarla kaplı doğal yaşamın korunduğu yola döşenmiş olan parke taşlarından; belki aynı parke taşlarıyla masraf/yarar oranı tartışmalı; kaynak kullanımında önem ve önceliği şaibeli taş döşeme işinin hemen heryerde görülüyor olması belki de dün kargodan erken çıkan “Babalar Günü” hediyemin ekindeki kitapta “başarısız olmak için on emir” başlığı altındakilerle ruhumda bir bütünleşme hissettiğim için böyle bir yazı ellerime dolandı. Belki de bu yöne gidişim biraz daha geriye doğru uzanıyor ve geçen hafta bugünde yaptığım sunumun içine “S=Y+1” formülünü “sunum becerileri” kapsamında görselleştirmiş olmamın da etkisi var bu düşüncelerimi yazıya dökmede. Asıl önemlisi belki de SSTC nin temel kurallarından biri olan “müşteri responslarının ele alınması“ndaki söylemlerimi şekillendiren bir fırsat olarak da gördüm bu yönelişimi.
Halbuki yazımın ekindeki görsellerle ilişkilendirip iki hafta önceki Karaevli (Tekirdağ) anılarımdan “Kara Kuğu” kavramındaki temel mesajları anımsatacak bir yazı yazmayı düşünüyordum. Tüm çadırların beyaz sentetiklerden oluştuğu geniş alanda kara, kıldan dokunmuş, Türkmen obasının verdiği mesajlarla “Kara Kuğu” benzeri bir etkiden söz edecektim. Bir başka bahara inşallah.
Yazımın girişindeki gerçek öyküyü televizyon program yapımcısı Roger Ailes‘in “You are the Message/Mesaj Sizsiniz” isimli kitabından aldım. O kitabı on yıl önce ikinci birleşmenin hemen ertesindeki kritik günlerde, becerilerine hayran olduğum genç meslektaşımın zorunlu olarak çekip gittiği süreçte, yüzelli yıllık kurumun yönetim eksiklikleri yaşadığı, belirsizliklerin arttığı ve boşluktan yararlanıp aklımdakileri hemen heryerde (Fethiye’den Mersin’e; Nevşehir’den Trabzon’a) uygulama fırsatları yaratıp kullandığım süreçte okuyordum.
Şimdi “S=Y+1” formülünü açıklayayım. Size bir soru sorulduğunda (S) , kısa ve doğrudan bir yanıt (Y) verin. Sonra, eğer yardımı olacaksa, tercihen kendi gündeminizden bir ya da birkaç nokta ekleyin (+1). Örneğin bir gazetecinin bir milletvekiline sorduğu şu soruya ve yanıta bakalım: “O yasayı önermeniz için büyük kimya şirketleri tarafından size baskı yapıldı. Öyle değil mi ?” sorusuna ilk yanıt “Konuya ilgi duyan herkesle, çevreciler, tüketici grupları ve şirketler dahil olmak üzere herkesle karşılaştım” ve sonra şu eklemede (+1) bulundu “O tartışmalara dayanarak, kongrenin bir yasa çıkarması yerine, endüstrinin yeni standartlar belirlemesi konusunda herkes görüş birliğine vardı“. Bu yaklaşım ve açılımla ne yapılmak istendiğini SSTC de güncel, gerçek ve sektörel örneklerle açıklıyoruz.
Sevdiğim bir söz var. Sahibini bilmediğim sözleri Konfiçyüs’e atfediyorum. Bu da öyle olsun. Demiş ki “Çok laf yalansız; çok mal haramsız olmaz“. Bu nedenle olabildiğince az konuşmak gerekiyor. Özellikle de sorulara yanıt verirken. Ayrıca becerebilirsen, dağarcığın zenginse, hazırlıklıysan yanıtlarına açılmak istediğin limana doğru bir kapı açacak eklemede bulun diyor Bay Ailes yukarıdaki örneğinde. Hele bir de sorular zorlaşıyorsa yanıtlarınız daha da kısa olsun. Varsayımlardan sakının ve üzerinize vazife olmayan şeyleri meşrulaştırmak gibi bir gayretkeşliğe de hiç düşmeyin. Şimdi yazımın girişindeki öyküye devam edelim:
“… Kamera Koch’a yöneldi. Görüntü iyice yaklaştı. Herkes yarım saatlik bir felaket bekliyordu. Koch gülümsedi ve “Haklısın kötü bir düşünceydi” dedi ve devam etti “İşe yarayacağını düşündüm. Ama olmadı. Şimdiye kadar yaptığım en kötü yanlışlardan biriydi” dedi ve durdu. Şimdi ne yapacağını kimse bilmiyordu. Programın devamında yirmialtı dakikaları daha vardı. Hepsi bisiklet yollarıyla ilgili sorular hazırlamıştı ve sonraki kişi biraz sıkılarak sordu “Ama belediye başkanı Koch, bunu nasıl yapabildiniz ?“. Belediye başkanı “Size söylediğim gibi aptalcaydı. Aptalca birşey yaptım. İşe yaramadı” dedi ve gene sustu. Şimdi yirmibeş dakika kalmıştı ve ona sorulacak hiçbir soru yoktu. Çok akıllacaydı…”
Şimdi bu öykü beni dün oğlumdan hediye olarak aldığım kitabın çerçevesine götürdü. Coca-Cola’nın efsanevi CEO su Donald R.Keough’un bu yıl başında kaleme aldığı “The Ten Commandments for Business Failure” isimli kitaptaki temel yaklaşım başarısızlıkları kabullenmek üzerine. Böylece daha iyi öğrenmek için akılda kalıcı, iz bırakıcı, diğerlerine aktarılabilen öğrenme yolculuklarına çıkabilme cesaretine sahip olabilmek odağında kaleme alınmış. Hoş o kurumda her CEO birer efsane. İçimizden biri olan sayın Muhtar Kent‘in önsöz yazdığı, Bill Gates ve Jack Welch‘in görüş bildirdikleri kitabın içinde nice örnekler var ki aynen yaparsanız mutlaka “başarılı bir başarısız” olabilirsiniz.
Don Beyin kitabını bu biçimde şekillendirmiş olması beni yirmiyıl önceki Prof.Kendrick‘in “IPM” i tanımlamasına götürdü. Kırk yıl önce kamu kesimi tarımda IPM kavramını “Integrated Pest Management/Bütünleştirilmiş Zararlı Yönetimi” ele aldığında doğadaki ekosisteme bir bütün olarak bakmayı ve en zararsız yöntemleri yaygınlaştırmayı amaçlamıştı. Önceleri ayakları yere basmayan önerilerle biryerlere varılamadı. Daha sonra özel sektör de bu alana girdi ve işte tam o yıllarda Prof.Kendrick, ilk önce IPM in ne olmadığını anlatmaya çabaladı. Ben de 1993 de İspanya’nın Alicante’sinde ülkemdeki IPM i firmam adına anlatırken ve en son görselimde “pilicin arkasından koşan horoz” görüntüsü ekinde “yeni işlerin peşinden koşarken eski müşterilerimizi her zaman tatmin ederiz” mesajını veriyordum. Finalde önce tam bir sessizlik olmuştu. Yirmi ülkeydik. Üst düzey yöneticiler vardı. Buz gibi bir hava estiğini zannederken salondan bir alkış koptu. Alkışlanan tek ülke Türkiye olmuştu ve sunucusu da bendim. Gelelim Prof.Kendrick’e; o makalesinde IPM in hazır bir reçete olmadığını vurguladı. Onun ilaçsız savaşım olmadığına işaret etti. Onun biyolojik mücadele ile eş anlamlı olmadığına dikkat çekti. Onun salt zararlı yönetimiyle sınırlı olmadığını gösterdi. Sözün özü önce nelerin olmadığını anlattı. İşte Don bey de aynen öyle yapıyor. Önce başarısızlık kurallarını anlatıyor ki akıllı adam böyle yapmaz; yapmasın diyor. Kim Amcanın “Mavi Okyanus Stratejisi“nden özetleyip SSTC İlk Adım Öğrenme Yolculuğu sonuna katılımcıları taahhüteri olarak yazmalarını istediğim “VIP-ERIC/ Value Innovation Programs-Eliminate/ Reduce / Increase / Create” yani Türkçe’siyle “Değer Yaratan Programlar-Yoket/Azalt/Artır/Yarat” başlıkları altında “Şu GAT dünyada MASlaşmak için RAW mısınız ?” sorumun yanıtı olarak içe bakmayı, kendinin farkına varıp özdeğerlendirmeyi ve hazırlık, yetkinlik ve isteklilik adına kendini sorgulamayı amaçlayan yaklaşımlar da hep aynı şey için.
Bunun için de öncelikle iyi bir dinleyici olmak şart. Söylenmeyenleri duyabilmek şart. Sessizliğin dayanılmaz baskısına dayanabilmek şart. Gülümsemek şart. Öngörü şart. İlham şart. Müşterinin gözlerinin içine bakmak şart. Kendinden emin olmak ve coşkulu olmak şart.
Herşey sizin ellerinizde.
Siz yeter ki isteyin. Acar Hocam bana katılmasa da herşeyden önce “istemek şart”.
Nice zor sorulara kısa yanıtlar verebilmeyi öğrenme yolculuklarınızın hep aydınlık geçmesi dileklerimle.
Öykücü