“… Bir zamanlar bir halı tüccarı varmış. Birgün en güzel halısının ortasında bir kabarıklık olduğunu görmüş. Orayı düzlemek için kabarıklığın üstüne basmış ve başarmış. Ancak kabarıklık çok uzak olmayan bir başka noktada yeniden ortaya çıkmış. Tüccar tekrar kabarıklığın üstüne basmış ve kabarıklık ortadan kaybolmuş; ama sadece bir an için. Sonra bir başka yerde yeniden ortaya çıkmış. Tüccar tekrar tekrar sıçrayıp durmuş. Öfkeyle ayağını sürüyüp halıyı durmadan çiğnemiş. Ta ki nihayet halının bir ucunu kaldırıp da …”
Merhaba
Yukarıdaki Sufi masalını ve benzerlerini Idrise Shal (Tales of Dervishes, 1970) kitabında bulabilirsiniz. Geçen hafta Edirne yollarında gördüğüm ABGluların hızlı gelişmelerinden esinlenerek bugün “yüksek performanslı ekipler” ve Bay Covey’in öğretileriyle 1998 de Nevşehir’de dört günlük SSTC öğrenme yolculuğumuzu o gün için kapatırken odağımda yer alan “karşılıklı bağımlılık” kavramlarına bir giriş yapmak istiyorum.
Bunun için defterimdeki notlarıma bakıyorum ve yandaki görselde yer alan “not tutma“nın değerine “bir bilen” ya da “baba” örneğinden sergilerken SSTC öğrenme yolculukları sonundaki değerlendirmeme ait iki örneği de aktarıyorum.
- Birincisi, “yazmak“. Yazıyor musunuz ? Yazmanın önemine inanıyor musunuz ? Dağarcığınızdakilere erişebiliyor musunuz; değerini biliyor musunuz ?
- İkincisi “sorular”. Soruların gücünü biliyor musunuz ? Soru sorma becerilerinizi geliştiriyor musunuz ? Soru sormada ustalığınızın düzeyini ve sürekli öğrenmeyi ölçülebilir kılıyor musunuz ?
Önce yukarıdaki masalı bugün iş ortamımızdaki benzer durumlar için parçalara ayırmak ve sorular sormak istiyorum.
- Sizin de yukarıdaki tüccar gibi değerli bir halınız var mı ? >> Bu beni “yetkinlik geliştirme müdürlüğü” görevimin yan ürünü olarak “kurumun sesini dinleme” seansları sonundaki çabalarımızda “çalışan” ve “değer yaratan” ekiplere götürüyor.Ya sizi bir yerlere götürüyor mu ?
- Siz de değerli halınızda bir kabarıklık gördüğünüzde hemen üstüne mi basarsınız yoksa hemen sorunla yüzleşmeyi mi seçersiniz ? >> Bu beni “Tosun Aşk Hikayesi” örneğimizdeki görmezden gelme sürecinde “bu da geçer abicim” düzeyinde yitirdiğimiz üç seneye götürüyor. Siz de halının üzerine durmadan basmakla heba ettiğiniz yılları anımsıyor musunuz ?
- Halının üzerine bastığında bir başka yerde çıkan kabarıklık sizi ilki kadar üzdü mü ? Yoksa “abicim o da onun sorunu” deyip “öğrenen ekip” olma yolculuğunda “öteki” ni yalnız bırakmayı yeğlediniz mi ? >> Bu da beni MXL çalıştayında yaşanan sıkıntı sonrası “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” örneği sessizliği yeğleyenleri anımsatıyor. Sizin anılarınızda da böyle yılanlı olgular, öyküler var mı ?
- Durmadan sıçrayan bir tüccarın karşıdan görünüşünü hayal ediyorum da bana çok komik geliyor. “Kör şişman adamın duvara toslaması” benzetmesi yapan Bay Bono’dan bugün “Güçlü Nasıl Düşer ?” kitabıyla yeniden gündeme oturan Jim Amcanın dikkat çektiği beş düzeyden hangisinde sıçramakta olduklarını düşünüyorum. Siz bu ay hâlâ Capital Dergisi almadınız mı ?
Bakın Collins Bey son kitabında çöküşün beş aşamasını nasıl tanımlamış ?
- Sorgulamayı bırakmak ilk sinyal: “Ne yaptığınızdan çok, yaptığınızı neden yaptığınıza odaklanırsanır kazanırsanız ” sözlerinin devamında “Kibir rakibin işine yarar” sözleriyle de Bay Bono’nun “kendinden hoşnutluk” kavramına adeta dikkat çekiyordu. Tıpkı Neil Beyin 27.11.2002 deki on emrinin ilki gibi; o da Noordwijk’te Piet’le yemek pişirdiğimiz gecenin gündüzünde “How to sell is more important what to sell” sözleriyle güne başlamıştı. Keşke (ki bu sözü hiç sevmem; çünkü beni sorunun bir parçası yapıyor) bizimkiler de MXLWS sonrası küsmek yerine her yıl kuyruğuna birşey eklemek uğruna sorgulama çabalarıma yakın olsalardı. Tarihin tezgahı onlar için de çalışıyor kaderlerini kendi desenleriyle dokumaları için.
- Fazlasını istemenin sınırı yok: sözleriyle “disiplinsiz inovasyon” a dikkat çekiyor Jim Amca. Bu da beni lise yıllarıma götürdü ve rahmetli hocam Zeki Baran’ın “nice turfanda müneccim gökte yıldız ararken önündeki çukuru” görmezmiş ünlü deyişini benim için kullandığı körlük günlerimi anımsattı. Bizimkilere Ağrı küçük geldi ve uzaklara uzanıp Keşmir’e yöneldiler. Ben de iki yıl önce motivasyonu korumak uğruna sürüye uyup (!) “pruva neta” diye bağırtmıştım grupları ayrı ayrı. İnşallah hâlâ yolları açıktır.
- Risk artık kapıda: Doğru zamanda “sıçrama” yapmayı işliyor ki o meşhur halk ozanı (adını anımsıyamadım) “kapıyı çalan kimdir; bak bakim gelen kimdir; … belki gelen hekimdir” türküsüne götürüyor. Hekimi uzaklarda aramamak gerek; sürekli gelişerek büyüme için rahatlık zonundan gönüllü çıkmaya hazır olup da tıpkı “sen uzaklarda değil, damarımda kanımsın..” sözlerini yüksek sesle mırıldanabilerek kendine dönmek gerek. Yoksa kantinde başarıyı kutlarken “batsın bu dünya” şarkısını bizlere neden hep beraber söyletmek için önderlik ettiklerini de hâlâ anlayabilmiş değilim. Anlayan beri gelsin (ve yüreği elveriyorsa dile gelsin).
- Kurtulmak mümkün mü ?: Şirket artık düşüşe geçtiğinin net olarak farkındadır. Radikal ve hızlı çözüm bulma sevdası ağır basmaya başlar. Üstelik bir de kurtarıcı olarak bir “karizmatik lider” arayışına geçer. Belki biz o aşamaya gelmiştik de şerbetçi ya da tütüncü veya çimentocu peşine düşmüştük. İnşallah işe yararlar da onca yılların emeği heba olmaz.
- Yok olmak ya da ayağa kalkmak: Bu aşamade en tehlikeli durum paranın bitmesidir. Para biterse herşey biter. Bay Jobs’u anımsıyorum ve bence “umut hiç tükenmez; tükenmemeli“. Kaldı ki öylesine ana firma desteğine sahipseniz ülkesel olarak size karada ölüm yoktur. Bu nedenle oyuna devam. Oyun kurallarına göre oynanmalıdır. Kurallar net olarak yazılmıştır. Katkınız sınırları aşmalıdır. Oranlar tutmalıdır. Tüm gören gözlere rağmen, İsa’nın kutsal kalabilmesi için Meryem yine bakireliğe mahkum olacaktır. Çünkü oyunun kuralları böyle yazılmıştır. Zor olacaktır. Ancak kurum ve çözümlerin marka gücüyle bir süre daha idare edersiniz. Ne zaman ki gerçekten MASlaşarak katkılarınızı sürekli kılarsanız işte o zaman, Jim Beyin ilk adımındaki “sorgulamanın gücüne SSTC Öğrenme Yolculuğu Prensipleri“yle dönersiniz ve hayat Platon beyin dediği gibi tekrar “oyun gibi yaşanabilir“.
Peter Amca, yazımın girişindeki Sufi masalını “beşinci disiplin” kitabında kullanmış ve buradan “beşinci disiplin yasaları”nı ortaya koymuş.Bunlar başlıklar olarak şöyle;
- Bugünün sorunları dünün “çözüm”lerinden kaynaklanır
- Ne kadar sıkı yüklenirseniz, “sistem” o sıklıkta geriye itecektir.
- Davranış kötü “sonuçlar”dan önce iyi sonuçları doğurur.
- Bir sorundan “kolay çıkış” normal olarak o soruna tekrar geri götürür.
- “Tedavi” hastalıktan kötü olabilir.
- Daha “hız”lı daha yavaştır.
- Neden ve sonuç zaman ve uzamda birbiriyle yakın ilintili değildir (Kelebek Etkisi).
- Küçük değişiklikler büyük sonuçlar üretebilir- ancak en yüksek kaldıraç gücüne sahip olanlar çoğu kez en az göze görünür olanlardır.
- Hem pastanız olur, hem de onu yiyebilirsiniz, ama aynı anda değil.
- Bir fili ikiye bölmekle iki küçük fil elde edilmez.
- Kabahat yükleme diye bir şey yoktur.
İşte yukarıdaki düşüncelerin etkileşimiyle serinin bir slaytını daha yana alıyorum. Ne olduğunu açıklamayacağım. Arif olan anlar. Neden buraya aldığıma gelince, hata bendeymiş. Ben tüccar gibi bastıkça küskünlük arttı. Rahatlık zonlarına tecavüzdü sanki yaptığım. Yetkinlikleri geliştirme adına ben yüklendikçe Peter’ın ikinci yasası gereğince “sistem” içine kapandı; azınlık dayanışması güçlendi; ötekiler de sıkıntının buraya hapsolmasına sessiz kaldılar. Bir süre sonra sistem değişikliğine gidildi. “SEPET” teki rahatlık zonlarını aşma umuduyla Teknik, Pazarlamanın alt bölümü oldu. Bundan cesaret bulan öykücü aynı iletiyi dört yıl sonra bir kez daha gönderdi. Sonuç, yine sessizlik. Rahmetli annem böylesi aldırmazlıklara “Havva Dudu evde yok” derdi. Hani kapıyı çalarsınız ve bilirsiniz ki ev sahibi içerdedir. Fakat ne kapıyı açar ne de bir ses verir. İşte aynen öyle. Kaybeden kim ? Kurum.
Şimdi kurumsallaşma yolculuğuna çıkan ve yeni yapılarını yeni sistemlerle destekleyen ve çalışanlarını MASlaştırmak isteyen ABG da bu örneklerden ders alacaktır. Herkesin aynı hataları yaşayarak ders alması gibi bir lüksü yoktur. Önceki hatalarımız bugün fırsatlarıdır; kuşkusuz “özrün üç aşaması“nı yürekten yaşarak farkındalığı geliştirecektir, uyanacaktır.
Dünyayı yeni bir gözle görmek gerek ki işinize de yeni bakışları getireseniz. Peter Amcadan çok sevdiğim bir bölümle yazımı şidmidlik noktalıyorum:
“… Hepimizde bir yap-boz bulmacasının parçalarını biraraya getirmesini seven, bütünün imgesinin ortaya yavaş yavaş çıkmasını görmesini seven bir yan vardır. Bir kişinin, bir çiçeğin veya bir şiirin güzelliği onun bütünü görmektir. İnglizce’de “bütün” ve “sağlık” sözcüklerinin aynı kökten geldiğini görmek ilginçtir. O zaman günümüzde dünyanın sağlıksızlığının onu bir bütün olarak görme yeteneksizliğimizle doğru orantılı olması şaşırtıcı değildir. Sistem düşüncesi, bir bütünü görme disiplinidir…”
Bütünü görme çabalarında disipline olmuş eylemlerinizin geliştirdiğiniz yetkinliklerle daha verimli olması için yolunuzun hep aydınlık olması dileklerimle.
Öykücü (mustafa@copcu.com)