Yaşam Büfesinde “Elinizi Görelim”

“… Beni gerçekten harekete geçiren bir değer varsa, o da ayrım yapmadır. Bazı insanlar bu fikre tutkundur, üzerine yemin ederler, şirketlerini o temelde yürütürler ve başarılarının en temel nedeninin bu olduğunu söylerler. Bazıları da ondan nefret eder. Ayrım yapmayı ahlaksız, acımasız, kullanışsız, motivasyon kırıcı, politik ve insafsız bulurlar. Benim büyük bir ayrım yapma yandaşı olduğum kesin. Bunun şirketleri sıradanlıktan kurtarıp seçkinleştirdiğini gördüm. Şirketler, eğer yöneticileri performansı yüksek ve düşük işler ve insanlar arasında net ve anlamlı bir ayrım yapabiliyorlarsa, güçlüleri yeşertip zayıfları tırpanlıyorlarsa, ancak o zaman kazançlı olurlar. Eğer bütün işler ve kişiler eşit muamele görüyorsa ve yatırılan paralar yağmur ve deniz suyu gibi dört bir yana saçılıyorsa, şirketler zarar eder…”

Merhaba

Bay Jack’in yukarıdaki sözlerini açıksözlülükle savunmak yürek ister. Yazımın başlığı olan “eli görebilmek” de resti kabul etmeyi gerektirir. Hem resti görmeyeceksin hem de merakını gidermek için “DöPer” de suitleri de görmek için yanıp tutuşacaksın. Yok öyle yağma ! Her işin bedeli var. Bir kere masaya oturmuşssun; oyuna dahil olmuşsun; rekabetin zorunlu koşullarında yaşamak için ve hatta büyümek ve gelişmek için yola çıkmışssın. Masada kimileri oyundan kopmuş ve sadece önlerinde erimekte olan olanaklarına bakarak saatin dolmasını bekliyorlar. Gong ne zaman çalacak diye akılları kulaklarında, onların “DöPer”in suitlerini düşünecek zamanları yok. Kimileri de Jack amca gibiler ve açıkcası neye, ne zaman “Evet; kabul” ya da “rölans” demesini çok iyi biliyorlar.

Özel sektördeki deneyimlerime bakıyorum da ne zaman sera sebzeciliğine doğru girişimlerde bulunsak oyuna hemen bir isim buluyorduk: “Gamble Crop /Kumar Ürünü”. İlk bakışta doğru. Çözümlerin dışarıdan gelmesini beklersen hazıra konmak istersen sadece sera sebzeleri mi tarımın tüm kolları “kumar” değil mi ? Dolu için sigorta yaptırmak da yaptırmamak da kumar. Ayı ile Tilki masalında olduğu gibi toprağın altında ve üstündekileri paylaşıp buğday ya da soğan ekmeye peşinen razı olmak da kumar. Halbuki seher yıldızının hep söylediği gibi beceri, “bilinmeyenleri riske çevirip riski yönetebilmek” ki bu yaklaşım beni pokerdeki yukarıdaki enstantaneye götürüyor. İşte bu düşünceler bugün ben yine Jack amcanın bakış açısından dört yıl önce Çeşme-Çatıda görsele çevirdiğim yandaki slayt sayfalarına gittim.

İki kelimeden etkilenmişim: Algı ve İkna. Algıları yönetebilmek ve ikna edebilmek. Kuşkusuz her zaman “adil süreç” aklımdan çıkmıyor.

Bakın, beş sene önce babalar gününde çocuklarımın hediyesi olan Ord.Prof.Dr.Reha Oğuz Türktanİkna ve Uzlaşma Sanatı” isimli kitabının giriş kısmına neler yazmış:

“… İkna, Arapça bir sözcük, İngilizcesi “persuation”. Türkçe tam karşılığını bulamadım. “İnandırma” kelimesini kullananlar var. Bu sözcüğü denediğim olduysa da beni tatmin etmedi. İkna /persuation ile inandırma/to convince arasında esastan bir fark var. İnandırmada karşı taraf size veya söylediğinize inanmıştır. İkna ise her zaman inanmayı gerektirmez. İkna’da karşı taraf tam inanmasa da, şu veya bu sebepten, dediğinizi kabul eder, istediğinizi yapmaya razı olur…” ve bir de “Baba” filminden örnek verir Reha hoca;

“… Mafya üyesi haydut, bir adımın sırtına tabancayı dayar, alaycı bir sesle “reddedemeyeceğin bir teklif yapacağım” der, zavallı da haraç “teklifini” kabul eder. İşte, size inanmayı içermeyen bir kabul. haydut, teklifi reddetmemeyi adama kabul ettirmiştir. Hayatta böyle durumlar çoktur.Çaresiz kaldığınız için, zorlandığınız veya o an için işinize geldiğinden neleri kabul etmezsiniz ki ! Doğru bir şey olduğuna inanmasanız bile…”

Neyse şimdi yine kumar masasındaki restleşme anına dönelim ki “DöPer Yönetimi” yaklaşımı bir anlam kazansın. Karşı taraf restinizi görmemiştir. Aklı ömür boyu sizin elinizde gerçekte ne olduğuna takılacaktır. Onu daha da kahretmek için “As Döper” dersiniz ve iki asınızı gösterirsiniz. Adam kahrolmuştur. Elindeki ful ruva ile nasıl oyundan kaçtığına döğünür. Ya göremediği diğer iki kapalı kart ! Şimdi de şöyle düşünelim: Karşı taraf resti görmüştür. Dolayısıyla elinizi görme hakkı vardır. Elinizi yavaş yavaş açarsınız. Önce iki asınız görülür ve hafif bir gülümsemeyle “as döper” dersiniz. Adam sevinçlidir. Elini açar ve “ful ruva” der. Ortadaki fişlere uzanır açık elleri. Tıpkı kimi rekabet çekişmelerindeki son söz söylenmeden önceki ilk tekliflerin yarattığı kazan/kaybet olgusu gibi. “Biraz bekle” dersiniz ve diğer iki kağıdı da açarsınız ve eklersiniz “Evet as döper ama perleri de as“. Ortaya dört as çıkar ve ilk anda gözler kulaklara uymaz. Dudaklar “kare as” yerine “as döper ama perleri de as” demekle kaybın yıkıcılığını bir kat daha artırır.

Şimdi ne alaka ? der dediğinizi duyar gibiyim. Aynı yukarıdaki anlatım gibi amacım Jack amcanın “etkili performans yönetimi“ne bakışını iki İngilizce kelimenin anlam ve etkileriyle irdelemek istedim. Bu sözcükler: Algı ve İkna ki İngilizceleri Perception ve Persuation. İşte ortada iki “Per” var ve bence ikisi de as değerinde. Sözün özü önceki yazımdaki Bay Grant gibi zor zenaatı yürütürken algıları yönetip iknayı sağlayacaksınız. Üstelik tüm bireysel açmazlarınızdan sıyrılıp bunu adil süreç içinde sabırla, inatla, inançla ve tutkuyla yapacaksınız. Bu zor zenaatın bedeli var. Bedel ödemeye razısanız bu yola çıkacaksınız. Yoksa yirmi yıl sonra bile en deneyimli otobüscünün bile kuşkularını gideremezsiniz. Bunun için işinizin en iyisi olmalısınız. En iyi olmak ! Nasıl olacak ?

Şimdi de izninizle yine yandaki slayt sayfasında göreceğiniz kitaptan bir şiir alıntısıyla bu en iyi olmayı akılda kalıcı kılmaya çalışayım. Flokser Grup’ta Grup İnsan Kaynakları Yönetmeni olan Mehmet Öner eşi Serpil Öner’le birlikte kaleme aldığı ve oğluma hediye edilmiş olmasına rağmen sahiplendiğim “Bir Kahve İçiminde İş Dünyası ve Hayatın İçinden Hikayeler” isimli kitaptaki şiir aynen şöyle:

… En iyisi

Bir dağ tepesinde çam olamazsan,

Vadide bir çalı ol.

Fakat oradaki en iyi küçük çalı sen olmalısın.

Çalı olamazsan bir ot parçası ol,

Bir yola neşe ver.

Bir misk çiçeği olamazsan bir saz ol..

Fakat, gölün içindeki en canlı saz sen olmalısın.

Hepimiz kaptan olamayız, tayfa olmaya mecburuz.

Dünyada hepimiz için birer şey var.

Yapacağınız iş, size en yakın olan iştir.

Cadde olamazsan patika ol.

Güneş olamazsan yıldız ol.

Kazanmak ya da kaybetmek ölçü değildir.

Sen her neysen, onun en iyisi olmalısın…”

Eveeeeet !

İşte burada Jack amcanın Darwinci Ayrımcılığında kaybeden %10 luk kısımda yer almamak için doğru görevlere yerleştirilmiş doğru insanlara doğru hedeflere yönelik doğru yolculuklarında doğru kriterlerle kısa ve uzun vadeli beklentilerini karşılamada karşılıklı algılarına dayalı inançlı iknalarla bireysel ve kurumsal kazanımları sağlamaları umudumla her zaman ki dileğimi yineliyorum: Yolunuz hep aydınlık olsun.

Öykücü (mustafa@copcu.com)