Yaşam Büfesinde “Umutları Beslemek”

“…Hoca eşeğini kaybetmiştir. Köyünde sesini yükselterek : “Üç güne kadar eşeğimiz bulmazsanız; ben yapacağımı bilirim” diye bağırmaktadır. Herkes eşeği aramaya başlar. İkinci gün sonunda hocanın eşeği bulunur. Köylüler sorarlar “Hocam, eşeği bulamasaydık ne yapacaktın ?. Hoca sakin cevap verir: “Yenisini alacaktım”…Hocanın karısı ölür. Hoca ağlar. Bir süre sonra Hocanın eşeği ölür. Hoca daha çok ağlar. Köylüler merak edip sorarlar: “Hocam karın öldüğünde bu kadar ağlamadın. Neden eşeğin ölünce daha çok ağlıyorsun ?”. Hocanın yanıtı nettir: “Karım öldüğünde hocam üzülme yenisini alırız dediniz ama eşeğim ölünce demiyorsunuz…”Hoca haklı…Hamamdan çıkarken Timur, Hocaya sorar “Hoca bak bakalım bana ve söyle bakalım benim değerim ne, ederim ne ?” Hoca bakar ve hemen yanıtlar “2 akçe”. Timur kızgınlıkla şaşkınlık arasında “Hoca sadece üzerimdeki peştemal 2 akçe eder” deyince hoca sakince “Ben de ona değer biçmiştim”der…”

Bayramın son günü Çeşme’de oturduk ve Yunt Dağında dönen kanatlarımızı düşündük

Merhaba

Birkaç gün önce Joe vardı yazımın girşindeki “AIDA” nın ilk “A” sı için (Attention: Dikkat). Joe’yu Temel’e çevirmek de kolaydı fıkrayı yerelleştirmek için. Neden birkaç gün önce gaipten gelen sesle çıkarları duble yapmanın yolunu öğrenme öyküsü varken bugün Hocalı anlatımlar ? Bayrama eklenen tatilin son günü olduğu için mi ? Bana yetmişinden sonra Çeşme’nin güzelliklerinde hergün tatil olduğuna göre gerekçe bu olamaz. Arife günü sigaranın ciddi hasarlarıyla hastaneye yatıp da bayramı hasta yatağında geçiren ve buna rağmen sigara içme keyfinden (tutku, müptela, iptila, bağımlılık, egositlik ne derseniz deyin) hastane odasında kavga çıkarmayı bile göze alan uçlara, çıkıntılara bakınca mı hocaya sığınmak gereği hissetti ruhum daha fazla isyan etmesin diye ? Olabilirse de bence akla gelen bir açılım ve laf ola beri gele; laf olsun torba dolsundan öteye gitmez tüm bu bahaneler de…O halde…

Copcuların Z kuşağının en küçük kızları bizde konuktu ve Nezuş’un onlara verilmiş bir Çeşme-Marina-BK sözü vardı. Özlemişler. Mükemmeldiler. BK den sonra Marina turunda elinde sürpriz yumurta ve sıcaktan erişmiş. “Atalım bunu” dediysem de atmadı ve de sarılı olduğu renkli alüminyum kağıdını da açınca eli çukulata ile bulaştı; kirlendi. Hemen yanımdan fırladı. En yakındaki lüks restoranın masasına gidip bir peçete çekip çıkarttı kutusundan. Kimseye sormadı. İzin istemedi. Usturuplu yaptı. İşini gördü ve kullanılmış peçeteyi atmak için çöp kovası aradı. Göremedi. Elime tutuşturdu. Bunu yapan en küçüğümüz ve o gün MIND Dörtlüsünün (ya da görüntülere yansıyan DIN Üçlüsünün) en aktif bireyi Duru’ydu. Böylesi enerji, böylesi özgüven ve hedefe ulaşmak için böylesi inat gücü nereden geliyor acaba ? Abilerine sormalı onun mamaannesine çocukken ne derlermiş ? Helal olsun. Bizde konuk kaldılar. Çeşme sahilde biz çay içerken denizdeki balonlara tüfek tuttular. Her ne kadar yapmayın, etmeyin, çevre kirliliği vs dediysem de yemediler; etkili olamadım. İstediklerini yaptılar. Elindeki kirli peçete için çöp kovası arayan akıl denizdeki balon parçaçığının yarattığı kirliliğine inanmadı. İnandıramadım. Boş inatla engellemenin de ne kalıcı öğretici etkisi olacaktı ne de daha sonraki daha gerçekçi örneklerde dinleme becerisi geliştirecektir. Neden gerçekçi değildi bu çevre kirliliği anlatımı ?

Çünkü etki ile tepki arasında zaman ve mekan farkı vardı. Tıpkı “Kelebek Etkisi”nin anlatımında, anlaşılmasında olduğu gibi. Hep örnek olarak veririm ve de çok hoşuma gider. Bu örneği 2005 yılında MAS (Mükemmeli Arayış Sempozyumu) nda duymuştum ve o yıl sempozyumun ana mesajı “Küçük adımlarla büyük işler başarmak: Kelebek Etkisi” idi. Üç günlük, dolu dolu geçen ve kimi zaman gözlerimi yaşartan 11 yıl öncesine ait anılar ve etkileri hâla capcanlıdır belleğimde. Bunlardan birisi Prof.M.Yunus ve Mikro Kredi olgusudur. Daha sonra Bay Yunus’a Nobel Ödülü kazandıran bu “Yoksul Bank” örneği nasıl olup da kefilsiz, senetsiz, 4 milyar dolar kredi verme varlığına erişmiştir ve nasıl olmuştur da yoksulun yoksuluna verilen bu krediler %99.9 oranında geri dönmüştür. Nasıl olmuştur da hiç kimse Yoksul Bank’ın ya da yaratıcısı Bay Yunus’un veya motor üstünde köyleri dolaşan çalışanlarının orasına burasına bir şeyler koymayı düşünmemiştir ? Nasıl olmuştur da Bay Yunus’un ayakkabı kutusu yoktur ya da kasaları bulunmamaktadır ? Nasıl olmuştur da sevgili Diğdem’in “Karamuk” olarak tanımladığı Bay Yunus’un Aisec programında gönülleri fetheden etkisi süregelmiştir ? Bay Yunus ülkesinde tefecilikle fukaranın fukarasını haraca kesen acımasızlığı muhtarlara şikayet etmiş midir ? Nasıl olmuştur da benzerini İsrafı Önleme Vakfı aracılığıyla iktidarın bir ferdi olarak Diyarbakır’da başarıyla uygulayan Prof.Aziz Akgül sonraki seçimde dışlanmıştır ? Sorular, sorular, sorular ve fare bile doğuramayan dağın öfkeli, kızgın, sevgiden yoksun, yakıcı bakışlarıyla eriyip giden umutları nasıl beslemeli ki…?

Anlatımım hedefe doğru giderken Miltonun Beygiri gibi yoldan saptı ve Bay Yunus’a olan hayranlığımla su başında dalga geçmeye ya da yeşil otlarda eğlenmeye başladı. Halbuki 2005 de MAS da etki ile tepki arasındaki zaman ve mekan farkının nasıl öğrenmemizi engellediğine ait örneği dillendirecektim. Şimdi yapayım bari…Elimizi kızgın sobaya değdirdiğimizde elimiz, canımız yanıyor ve bir daha aynı hatayı yapmıyoruz. Çünkü etki ile tepki arasına zaman ve mekan farkı yok. Sebebi ve sonucu net anlıyoruz; ders alıyoruz. Öğreniyoruz. Halbuki elimizi kızgın sobaya değdirdiğimizde elimiz yanmasaydı; canımız yanmasaydı, bunun yerine altı ay sonra kulaklarımız düşseydi ne olurdu ? Bugün hepimiz kulaksız olurduk. Ne var ki bazen (ve bugünlerde ülkemde etki ile tepki arasında zaman ve mekan uzaklığı olmamasına rağmen akıllardaki uyuşukluk (mu), üzerimizdeki ölü toprağı (mı) yoksa “adam sen de (mi)..” veya “bana dokunmayan yılan (mı)”, hatta “sahip olunan çıkarları korumak (mı)” ne denirse densin bir tepkisizlik yerleşti üstümüze. Sonuç doğudaki savaş, şehitler, etraftaki düşmanlar, içimizdeki hainler, kimse geçmese de günlük kırkbin araçlık garantiler, üretkenlikten uzak el … ile gerdeğe girmeler, darboğazlar, arsızlar ve yüreğimizi karartan bunca şey…

…ve bunlara ek dört yıldır kahreden bekleyişle Yunt Dağında dönen kanatlara ait kısa bir görüntünün üst yazısı “we feel good” ile yazıma eklediğim umutları besleme gayretlerimizin yeniden canlanması. İnşallah bu kez…

Elimde yeni bir kitap. Oğlum Ümit kendine almış ve okuyunca bana da bir tane daha alıvermiş: “Hayvanlardan Tanrılara Sapiens”

KİTAP ÖZETİ VE İNCELEMESİ: SAPIENS / YUVAL NOAH HARARİ

“…kitapları yazarlarının aidiyetlerine göre okunacak/okunmayacak olarak ayırmak ilkel bir yaklaşım olacağından yine de Sapiens’i okumanızı öneriyorum. Çünkü Jared Diamond’un kitabının “For Dummies” sürümü gibi olmuş ve özellikle İngilizce baskısında etkili cümleler var, “It takes a tribe to raise a human”* gibi. (* Bir insan yetiştirmek için bir kabile gerekir)…” 

Bu kitaptan izlenimlerimi, algılarımı ve seçmelerimi daha sonra paylaşmak üzere bayram sonrasında da günlerinizin sağlık ve esenlikle, açık ve aydınlık yollarda öğrenmelerle dolu olmasını diliyorum.

Öykücü