Yaşam Büfesinde “Güneşe Bakmak”

“… Böyle bir kişiye bir soru sorulduğunda yanıt için kendi içine bakmaktansa yanıtı dışarıda arar; hangi yanıtı istediklerini ya da beklediklerini görmek için diğerlerinin yüzünü tarar…”

Merhaba

“Yanıtlar değerlidir; kuşkusuz doğru sorular sorulduğunda” derim SSTC öğrenme yolculuklarında. Önceki yazımda HBR daki “yaratıcılığı öldürmek” konulu yazı özetinden mesajlar aktarmaya çalışmış ve devam edeceğimi belirtmiştim. İnşallah önümüzdeki hafta çıkacağım yurt dışı yolculuğum yazılarımın zamanlamasını engellemez. Bu hafta güzeldi; pekçok öğrenme öyküsü doluydu. İsviçre-Aydın-İstanbul üçlemesinde pekçok öykü vardı. İstanbul’da Nil’gillerden Duygun’gillere uzanan konukluğumda mutlu bir adımın tanığı olmak güzeldi. Sevgiyle hazırlanan sunumlar ancak bu denli mükemmel olabilirdi.

Bu yazımı üçgün önce hazırladım ve o gün gündemime sevgili Eray’ın bir paylaşımı damgasını vurmuştu. Tıpkı S.Jobs‘un Stanford Üniversitesi’ndeki yılsonu konuşmasında olduğu gibi mükemmel bir ders vardı ölümün kıyısından paylaşım öyküsünde. Ailecek yazışmalarımızda sevgiyi özümseyerek vurgunun ağırlığı yeralıyordu. Paylaşıyorum:

Eray Copcu wrote:

Sevgili Ailem,

Hepinize günaydın. Bilirsiniz ki size çok mail atmam, hele bana gelen e-mailleri forward etmem; ancak bugün bir mail aldım ve etkilendim. Lütfen bana bugün 10 dk nızı verir misiniz? Bir video linki var aşağıda lütfen sakin, size ait bir zaman diliminde ama bugün seyreder misiniz?

Hepinizi seviyor, sevgiyle öpüyorum

Eray

http://www.dailymotion.com/video/x974xc_son-ders_news

Yakın geçmişte kaç kereler on dakika istedik yola çıkma hazırlıklarımda; bıktırıncaya kadar… ve heyhat, sessizliği yeğlediler  !

Bu kez hemen bu linke girdim ve gerçekten de “Aman Allahım !” dedim. Birkaç kez izledim. Aklıma (ve ruhuma) kazımaya çalıştım. İlk algılarımla neler gördüm; neler anladım ?

  • Dersin adın “Son Ders” ve paylaşmak için, iletmek için dağarcığınızda bulunanlar; ruhunuza işlemiş olanlar…
  • Dürüst olmak” tan söz ediyor Randy (İki yıl önce road show’a çıkmıştım. İlk toplantı sonrasında aldıkları geribeslemeyle olsa gerek beni yanlış anlamalara karşı ısrarla uyardılar ve uyarıları kabul edip sonrakilerde verilen söz için defalarca vurguladım “Bu bir maaş artışı değildir; bu bir özel bonustur. Hedeflere ulaşıldığında verilebilmesi için merkezi ikna çalışmaları yapılacaktır ve oranı %3 dür”. Grubun en akıllısı, her zamanki esprileriyle sevgili GT di. Sağ elinin tüm parmaklarını açarak yüzüne koymuş ve muzipçe gözlerime baktı uzun uzun sessizce. İlk anda anlamadım. Sonra jeton düştü: Yüzde 3 değildi istediği ve bu kez de oranın pazarlığı vardı; demek istediği “Yüzde beş” isterim. Güzel bir anıydı. Ne var ki hep olageldiği gibi bu kez de frenk otorite verdiği sözü tutamadı. Çalışanlar için sürpriz olmadı; çünkü vazcaymalara alışmışlardı. Yıl boyu kulağım hep koridordaydı. Hep merkezi ikna için telefonda duyacağım ısrarlı talepleri, yükselen sesleri bekledim. Sanırım ben sağır olmuştum. Ertesi yıl bir özür yazısı yetti. Ne kadar “dürüst” olduğumuzu kendimize sormamız gerekir).
  • Genç, yakışıklı, başarılı ve benden on kez daha fiziksel güce sahip olan Randy Pausch aynen şöyle diyordu konuşmasında “Filmin sonunu biliyorum; senaryoyu değiştiremem ama keyif alabilirim. Bugün, yarın ve hergün mutlu olmayı seçiyorum“. Ne kadar güzel bir seçim.
  • Ve devam ediyordu “Hayallerim, çocukluk hayallerim ve hep gülen yüzüm: Easy time to dream, anything is possible…Ulaşamazsan da bu yolda çok şey öğrenirsin. Tiger mı Igor mu ? …” Benim de bir hayalim var : BHM ve hâlâ umutluyum. Beni umursayanlar var. Yanlış yaptığımda düzeltmem için, düzelmem için beni uyaranlar var. Ben de sevimli ret mektuplarının kolleksiyonunu yapıyorum. İşte bir anı:

“… Seksenli yılların sonları. Teknik danışmanım (VÇ gibi CK gibi). Geliştirme ve ruhsatlandırma denemeleri yapıyorum. Grubuma, ait olduğum bölge ekibime bakıyorum ve onların satışı geliştirmek için ihtiyaçlarını, destek arayışlarını görüyorum. Otorite “yapma; senin işin değil; onlar yapacaklar” dese de satış destek çalışmalarına önem veriyorum ve tüm uyarılara karşı çıkıp her fırsatta yapıyorum. İnanarak ve keyif alarak. İşte aynı süreçteki üç örneğim: Ortaca (Muğla) sebze seralarında denemelerim var ve onbeş günde bir perşembe günleri gidiyorum. İki gün kalıyorum. İlaçlama yapıyorum; sayım yapıyorum ve üzerimde hep kırmızı tulum ortalıkta dolaşıyorum. Cuma günü ara verip tulumla camiye gidiyorum (Ekşiliyurt Camii !). Herkes köye maymun gelmiş gibi bakıyor. Dikkat ve ilgi dorukta. Namazdan sonra herkesi kahveye davet edip ilaçlarımızı çözüm kılabilmek için slayt makinasındaki el yapımı görsellerimle satış destek çalışması (pull) yapıyorum. İzmir’e geldiğimde görüyorum ki yoğun bir döneme girilmiş. Kurumsal müşteri siparişleri artmış. Zamanında göndermek şart. Siparişlerin gecikmeden gönderilmesi için konu sorumlusu Hüseyin’in çabaları yetmiyor. Tohum’dan kamyonet alıp ambarlara ilaç taşıyorum. Bu arada fabrika sahasında hızlı araç kullandığım için sevgili Tevfik’ten dolaylı bir fırça da yiyorum. Bu da yetmiyor. Satışçı sevgili İbrahim’in desteğe ihtiyacı olduğunu görüp Gölmarmara’ (Manisa) da kavuncularla gece toplantısı düzenleyip gecenin 02.00 de evlere sarhoş taşımaya yardım ediyorum. Bunların hiçbirisi benim görevim değil; tanımlanmış sorumluluk alanlarımda bu işler yok. Severek yapıyorum ve ardından ilk amirime, otorite baş yardımcısına ve baş otoriteye mektup yazıyorum. Diyorum ki “Bakın şu şu işleri yaptım. Satışa destek oldum. Satış da arttı. Duydum ki satışa prim verecekmişsiniz. Ben de isterim…” Hepsi duymazdan gelmeyi yeğliyorlar. Birkaç gün sonra Bursa’da MSMP (Marketing Strategy Midterm Planning) toplantısında baş otoriteye gidiyorum ve diyorum ki “size bi mektup yazdım. Okudunuz mu ?”. Otorite açık sözlü “Evet okudum ama senin muhatabın ben değilim.” Gülüyorum ve “Olsun. Mesaj yerine ulaşmış ya !” deyip red edilişi kabulleniyor ve ikinci adıma hazırlanıyorum. Sonraki mektubumda sözcüklerin arasında şu çarpıcı ifadeler var : “CG bir gün ateşin yaktığını, taşın sert olduğunu anlayacak…” Kısa bir süre sonra global birleşmeler oluyor ve prim gibi paylaşımlarda adalet duygusu geliştiriliyor. İşte GAT dediğim bu; önce vermek ve almak için ısrarla, sabırla, tutkuyla ve sınırları zorlayarak istemek, istemek, istemek…”

Randy’in sözlerine devam etmek istiyorum:

  • Yukarıdaki öykümü destekleyen sözleri aynen şöyle “Engeller ne kadar devam etme isteğinizi görmeniz içindir”. Sızlanma, şikayet etme ve
  1. Doğruyu söyle
  2. Özür dile (ancak üçüncü aşamasıyla gerçekten samimiyetini göster, hissettir).
  3. Hiç kimse tam olarak şeytan değil. İyi yanlarını da görmeye çalış. İnsanları hızlandıramazsın ama sabredebilirsin. Sabret.
  4. Minnet duy
  5. Doğru şekilde yaşa ki hayallerin seni bulsun.

Randy’nin, ölümün kıyısından söylediklerinin bitiş noktasında konuşmanın gerekçesi var ki bu da beni S.Covey‘in “Etkili İnsanların Sekizinci Alışkanlığı” isimli kitabına ve kitabın ekindeki 10 filmlik CD deki mesajlara götürüyor. Böylesine kapsamlı (438 sayfa) kitap ve ekindeki cd sadece 10 liraydı ve ben on tane almıştım. Yedisini dağıttım. Şimdi kütüphanemde üç tane var ve isteyene ikisini vermeye hazırım. Kitabın ekindeki CD e ben 100 lira verirdim. Her filmi tam birer öğrenme öyküsü. CD nin ilk filmi üç dakikalık “hayat kısa, öyleyse” isimli mükemmel bir görsel. Hani yıllardır sözünü ettiğimiz A.Maslow’un ihtiyaçları hiyerarşisi gibiydi. Daha bir damıtılmışı. Tıpkı yeşilkurdun hayat çemberindeki dönemler gibi anlatım: L1 den L4 e uzanan anlatımda yaptığımız her işin, her hevesin, her çabanın amacında L1 (Live/Yaşamak); L2 (Love/Sevmek); L3(Learn/Öğrenmek) ve L4 (Legacy / Bir Miras Bırakmak) den biri vardı mutlaka. Tıpkı SSTC öğrenme yolculuklarımızdaki 6  satın alma dürtüsü gibi. Randy de burada üç çocuğu için L4 ü yapıyordu. Helal olsun. Bana, bize ölümün kıyısından yaşam için gönderdiği mesajlardan Allah razı olsun (onun hristiyan olması benim Allah’tan bu dileğime engel değil). Acil şifalar diliyorum (Bir hafta beklemek istedim; ancak sabredemedim ve şimdi, bugün (17.06.09) gerekli düzeltmeyi yapıyorum: değerli profesörümüz Randy bey bu konuşmasından üç ay sonra, 25 Temmuz 2008 tarihinde 48 yaşında yaşama veda etmiş. Toprağı bol olsun).

ve hemen Eray’a döndüm:

2009/6/9 Mustafa COPCU <mustafa@copcu.com>

Aman Allahım !

Çeşme-Çatı’da ek ses düzeneğiyle hemen izledim.
Bu kadar mı güzel olabilir ?
S.Jobs’un anılarımdan silinmeyen “aç kal, budala kal” videosuna benzer ve bir başka ve daha güzel.
Her sözcüğü mesaj dolu ve zorlukların orta yerinde ya da yaşam büfesinde mutlu olmak adına bu kadar mı anlamlı ve yararlı olabilir.
Her satırını ezberlemek ve yaşama aktarmak isterim.
Kerem, lütfen C…….. ile cd e kopyalar mısın ?

Teşekkürler Eray.
İnsan olmanın zaaflarıyla yaşamaktan kaçınamadığımız kimi güncel olayların etkisinde “Dank edip; cuk oturtmak” adına da bu kadar denk gelebilirdi.
Allah razı olsun.

* Yaşam Büfesinde sıraya geçmek için SSTC öğrenme yolculuklarında ve 4 Mayısta Üniversitede yaptığım konuşmada A.Ş.İzgören’in kavramlarıyla güçlendirerek “hayal” konusuna verdiğim önemi şimdi biraz daha genişleteceğim, geliştireceğim.
* Bir özrün üç aşamasını unutmayacağım ve elimden gelenin ötesinde yapmaya çalışacağım.

Nezuş’la da tekrar izleyeceğim.
Sevgilerimle yolun hep aydınlık olsun sevgili Eray.

Musto Dede

NOT: Hafta sonu İstanbul’dayken Nazım dayının okumakta olduğu  Dr.Irvin Yalom‘un “Güneşe Bakmak/Ölümle Yüzleşmek” isimli kitabının sayfalarına hızla göz attım. Kitabın ana teması “güneşe ve ölüme doğrudan bakamazsın; Yorulduğunuzda yıllar önce yendiğiniz eski düşüncelerin hücumuna uğrarsınız…” gibi ve içinde Dr.A.Schopenhauer’in “What a Man Is, What a Man Has; What a Man Represents: Parerga and Paralipomena (Oxford Univ. 1974) isimli üç makalesinden alınmış aşağıdaki kısa bölümü hemen not ettim:

“… Böyle bir kişiye soru sorulduğunda yanıt için kendi içine bakmaktansa yanıtı dışarıda arar; hangi yanıtı istediklerini ya da beklediklerini görmek için diğerlerinin yüzünü tarar. Dr.Schopenhauer 3 makalesinde temel olarak kişinin ne olduğunu vurgular; ne zenginlik ne maddi eşyalar, ne sosyal statü, ne nam mutluluk getirir.

1. Sahip olduklarımız (what a man has)
: … Zenginlik deniz suyu gibidir; içtikçe susuzluğumuz artar (MC: Çok parası olanların çok paraya ihtiyacı oluyor; çok param yok ve çok paraya da ihtiyacım yok. Allah Copcular olarak sahip olduğumuz sevgileri korusun. Dün yorgun İstanbul dönüşünde ve Nezuş’un ablama hizmetinin anındaki bedeli olarak (bu dünya GAT Dünyası) İrem’li Zeynepgillerle Altınköy’de mükemmel bir akşam geçirerek Çeşme’ye geldik).
2. Başkalarının gözünde temsil ettiklerimiz (what a man represents):
… İyi bir izlenim yaratma isteği o kadar güçlüdür ki, pekçok mahkum idam giysilerini ve son hareketlerini düşünerek gitmiştir. Başkalarının fikirleri her an değişebilen bir hayaldir (MC: Burada sözü edilen hayal yukarıdaki değil). Fikirler pamuk ipliğine bağlıdır ve insanı başkalarının ne düşünüyormuş gibi göründüklerine köle eder (MC: Gerçekte ne düşündüklerini asla bilemeyiz).
3. Ne olduğumuz (what a man is):… iyi bir vicdan iyi bir sohbetten daha fazla şey ifade eder. İçsel dengemiz, bizi rahatsız eden şeyler değil, onları nasıl yorumladığımız olduğunu bilmekten kaynaklanır (MC: Olduğumuz kişi olabilmek).

Yukarıdaki kitabı daha sonra yine okuyacağım. Hız ve hevesimi yansıttığım içten yanıtım anında destek mesajını aldı ve bir başka gurur duydum “Copcularım”la. Allah korusun. Binlerce şükür.

Subject: Re: Bugün bana 10 dk verir misiniz? Date:     Tue, 9 Jun 2009 14:03:11 +0300 From:     Eray Copcu <ecopcu@gmail.com>
To:     Mustafa COPCU <mustafa@copcu.com>
CC:     Kerem COPCU <kerem@copcu.com>, kerem@hostcini.com, Umit_Copcu@cci.com.tr, drozgen@gmail.com

Sevgili Ailem,

Hep söylediğim ve sizinle hep paylaştığım Özdemir Asaf’ın dizeleri aklımdan hiç çıkmıyor:

“Üç şey biliyorum,
Dinlemekle,
Dört kılana,
Anlatacağım…”

Sevgili Babamın yanıtı, en az video kadar güzel. Aynı duyguları maili paylaştığım hepimiz hissettik ve babam “dört” kıldı. Diline ve ufkuna sağlık. Ne şanslıyız ki sizler varsınız…

Sevgiyle,

Eray

Daha ne ister insan… Teşekkürler Eray. Dr. Yalom “teşekkürün gücü” nü bakın nasıl açıklıyor:

“… Senin bir parçanı aldım ve kabul ettim. Bu beni değiştirdi ve zenginleştirdi ve aldığım bu şeyi başkalarına da geçireceğim.” Bu inanışla bu yazımı okusunlar için birkaç dostuma (AK/TE/MH) özel iletiyle mesaj göndereceğim. Ben her zaman, gecenin karanlıklarını aydınlatan seher yıldızından umutluyum. Israrımın “spam” gibi değerlendirilmeyeceğine inanıyorum.

Bugün Çeşme’den yeni bir kitap aldım. Adı Sai Baba’dan Mahavakya LİDERLİK. Hindistan’tan ruhani açıdan liderliğe bakış. Kitabın dayanağı otuz yıl kadar öncesinden. Sai Baba üniversite rektörü (!). Ana teması “karakter” ve “olmak“. Kitabın bir yerinde ünlü Amerikalı yazar Ralph Waldo Emerson‘un şu sözlerine yer vermiş kitabın yazarı emekli Korgeneral Dr.M.L.Chibber : “senin ne olduğun kulaklarımı sağır edercesine öylesine bağırıyor ki söylediğini duyamıyorum“. Yıllardır yapageldiğimiz bir karşılaştırma var: Liderlik ve Yöneticilik . Bunları kıyaslamanın “abesle iştigal olduğu”nu açıkça söylüyor ve ekliyor: İnsan, bir lider olmadan da iyi bir yönetici olabilir.fakat iyi bir yönetici olmadan iyi bir lider olunamaz” ve ekliyor:

“… Yöneticilik en alt çizginin odağıdır. Bazı şeyleri en iyi şekilde nasıl gerçekleştirebilirim ? Liderlik ise en üst çizgiyle ilgilenir. Neleri gerçekleştirmek istiyorum ? Hem Peter Drucker hem de Warren Bennis şöyle diyorlar: “Yöneticilik işleri doğru şekilde yapmaktır. Liderlik ise doğru işleri yapmaktır.” Yöneticiliğin verimliliği, başarı merdivenine çıkmakla gerçekleşir, liderlik ise merdivenin doğru duvara dayanıp dayanmadığını belirler…”

Yaşam büfesinde sıraya geçmek, sırada kalmak istek ve heveslerinizle ve asıl önemlisi sırada öne geçme çabalarınızdaki hırslarınızda merdiveninizin doğru duvarlara dayalı olması dileklerimle yolunuz hep aydınlık olsun.

Öykücü (mustafa@copcu.com)