“…Gün gelir alır başımı giderim… Neden ben gideyim ki ? O gitsin; nasıl geldiyse öyle gitsin. Yorgun ÅŸoför dinlensin…Gün gelir piyonlar ÅŸah olur; çok güvenme ÅŸahlığına gün gelir ÅŸahlar mat olur…Gürültü nasıl kaygıyla dinleniyorsa öyle dinledim sessizliÄŸi…Tek yapmam gereken canavarın dikkatini çekmemek için ÅŸeytanlar, felaketler ve deccal ile savaÅŸmaktı (deccal yalan söyler mi ? ). Yeni bir ÅŸeye inandım: İnanmamanın mümkün olduÄŸuna. Aldığım cevapların yanlış olduÄŸuna inanmamak mümkündü, soruların yanlış olduÄŸuna inanmak da. Ve ÅŸimdi koca bir kesinlik dağının olduÄŸu yerde, kaynağına doÄŸru giden bir şüphe akıntısı vardı, nehirleri vaat eden bir akıntı…Ama meclis durma noktasına gelirken ve ülke dikiÅŸlerinden patlarken ve umut ve deÄŸiÅŸim acımasız bir ÅŸaka gibi gelirken ikinci bir siyasi dirilmenin bile beni kurtaramayacağını anladım…“
“ABİDE” mizin Duru’su da öğrenme yolculuÄŸunun ilk adımını baÅŸarıyla, keyifle tamamladı ve gururlandık
Merhaba
Ramazanın etkisi olsa gerek; ya da bahar yorgunluÄŸu denen ÅŸey… Elim ayağı kırık; ruhum yorgun. Alçının üstüne ince sıvanın nasıl da güzel durduÄŸunu görmek bile neÅŸemi geri getirmeye yetmiyor. Mollanın karası, Åženerin akı, yemenimin yaresi, taşın demirden oluÅŸu, ateÅŸin yaktığı hemen hepsi bahçeli saraylının karşısında umutlarımı artırsa da hâlâ korku daÄŸları bekliyor. Şüphenin gerçeklik etkisinin altındayım. Bu düşüncelerle seçim yapınca aklım TED konuÅŸmalarından ikisinin çekim alanına giriyorum. Çok beÄŸendiÄŸim TED konuÅŸmalarını izlerken elimde kalem kağıt sözleri aynen yazıyorum (fotoÄŸraf).
Bir yanda Netin’le pazartesi günü yapacağım aylık toplantının ana mesajını düşünen zihnim, diÄŸer yanda Utku’nun yönetim becerilerini geliÅŸtirme ve geribildirim verme konusunda çıkacağı, çıkaracağı öğrenme yolculuÄŸuna bir çerçeve verme isteÄŸim elimdeki kitaptan beni koparıyor zaman zaman. “Saklı SeçilmiÅŸ”lerin sonuna yaklaşırken seksenli yılların ortalarında Alev’in tanıştırdığı Bay Rifat’ın sözlerine dayalı ve adeta copy/paste yapılı Bay Soner’in anlatımı, Saklı SeçilmiÅŸler’e olan inancımı sarsıyor. Zamanın ve evrilen bilginin getirdiÄŸi geliÅŸmeleri yadsıyan ve bugünün bilgileri ve eriÅŸilmiÅŸ ve geliÅŸmiÅŸ çözümlerin ışığında geçmiÅŸteki çözümlerin sakıncalarını iÅŸleyen anlatım yazarın amacına olan şüphelerimi, kuÅŸkularımı artıyor. Kitabın sayfalarında konu Köy Enstitülerine gelince tekrar bir empati geliÅŸiyor. Ardından “Neden Türkiye’de tarım ilacı fabrikası kurulmadı, kurulmuyor ?” sorusu eleÅŸtiri olarak öne çıkınca bu kez de “Yerli otomobil yapmayı zorlayan otoriteye” de hak vermek gerekir düşüncesi güç kazanıyor ki her ikisini da ekonomik kurallar, koÅŸullar açısından saçma/anlamsız bulan aklım bu kez Bay Rifat’ın sözleriyle bildiklerini okuyan Bay Soner’e karşı şüphemi besliyor ve ruhuma da yansıyan şüphe daha bir kat artıyor. Bu şüphe filizlenmeye baÅŸlayınca bu kez de 2016 yılındaki süt fiyatları için verdiÄŸi rakamların tutarsızlığı etkisinden sıyrılamıyorum. İki sene önce çiÄŸ sütün litre fiyatı olarak 1 TL; pastörize süt için 3 TL demesi doÄŸru da, karşı olduÄŸu UHT süt için 8 lira 6 kuruÅŸ gibi bir bir rakamı, kuruÅŸuna kadar kesin bir rakamı vermesine aklım takılıyor. BildiÄŸim ve her gün alışveriÅŸte yaÅŸadığım gerçek fiyatlardan şüphe duydum. Dün bu amaçla marketleri dolaÅŸtım, UHT süt fiyatlarına baktım. Fiyatların markalara göre 2,5-3,5 TL arasında deÄŸiÅŸtiÄŸini gördüm. Hem iki sene önce ve hem de 8 lira 6 kuruÅŸ gibi bir uçuk rakamı Soner bey nereden bulmuÅŸ ? Kim onu böyle yanıltmış ? Böylesi bir konuda böylesi uçuk bir rakamı görünce diyorum ki Soner beyin dünyadan haberi yok; kapitalizm karşıtı düşünceleriyle çarşıyı pazarı dolaylı olarak biliyor (aslında bilmiyor) algım güçleniyor. Bu durum beni Enstitü arkadaÅŸaım, meslektaşım sevgili Orhan’ı anımsatıyor. Enstitüde takılırdık kendisine ekmeÄŸin fiyatını bilmiyor diye. Ya da Bay Soner’in onca, yığınla rakam verdiÄŸi kitabını yazarken “cross-check” dediÄŸim ÅŸeyden yoksun mu ? sorusuna yanıt veremiyorum. Çok mu önemli ?
Şüphenin, kuÅŸkunun güç kazandığı akıl örüntüsünde kitabı okurken “acaba” larla yoruluyorum. Cıvalı ilaçla ilaçlanmış tohumların gerçeÄŸini bildiÄŸim için, neden tarım ilacı fabrikası (gerçek anlamda aktif maddeyi keÅŸfedecek, bulacak, üretecek kadar) kuramayız sorununun yanıtını (20 yıl; 100.000 aktif; 200m$ ve kime satacaksın ki…) bildiÄŸim için, marketteki süt fiyatını bildiÄŸim için bu üç konuda gerçek dışı anlatımlar kitabın diÄŸer verilerine, bilgilerine şüphe duyma isyanımı destekliyor. Bu da beni yoruyor. Bu durumda kitabın gazete haberlerini aÅŸmayan yapısı hevesle okuma iÅŸtahımı kapatıyor. Yine de sonuna kadar okuyacağım. Tüm bunlar beni şüphenin gerçekliÄŸinde yine de yolda tutuyor. Bay Soner’in sosyal adaletsizlikten yoksun oluÅŸum ve yaÅŸanmışlıkları anlatışıyla, “Su Terazisi” kitabında gelir uçurumlarıyla sosyal durum, suçluluk oranları gibi parametrelerdeki deÄŸiÅŸimlerin iliÅŸkileri, günümüz Türkiye’sinde seçim öncesi meydanlarda yükselen sesler ve sessiz feryatlar arasında “gün olur alır başını gidersin; gidebilirsen” sözleri kulaklarımda çınlıyor (https://www.youtube.com/watch?v=mvUvygWKCZ4). Nereye ?
Gün gelir…
Yazımın giriÅŸindeki kırmızılı kısım iki yıl önce TED’te konuÅŸan Casey Gerald‘ın sözlerinden bir alıntı. “Şüphenin Hakikatı” baÅŸlıklı 18 dakikalık konuÅŸmada genç Casey (ÅŸimdilerde 30 yaşında olmalı) çok güzel hikaye anlatıyor. On iki yaşındayken 31.12.1999 gecesinin yarısına birkaç dakika kalan yeni milenyumun ölüm korkusu ve inanmışlıkla Hz.İsa’nın gelip onları kurtaracağı umudu altında kilisede büyük annesinin yanındaki inançlarını anlatarak söze baÅŸlayan Casey daha sonra Yale, Harvard gibi yükselen kariyerine raÄŸmen bir odada baÅŸarılarını kutlayan birkaç yüz zenginin trilyon doların keyfini yaÅŸarken biraz uzakta aç insanların dramlarını görüyor ve şüphenin gerçekliÄŸini sorguluyor (https://www.youtube.com/watch?v=DsrxbqFo41k). İzlemenizi öneririm. Casey’le zihnimin “inanç ve şüphe” kanalı, kapısı açılınca hemen ardından Bayan Lesley’in “İnancın temeli: Şüphe” baÅŸlıklı konuÅŸması aklıma girmeye çalışıyor. Müslümanlık ve Hz.Muhammed konu olunca bu giriÅŸe biraz daha ince elekle filtre takmam gerekiyor. Bu yargım da inancın temeli şüpheden geliyor olsa gerek (https://www.ted.com/talks/lesley_hazleton_the_doubt_essential_to_faith#t-20118). Lesley hanım benin yaşımda; tarih, politika, Orta DoÄŸu ve özellikle Hz.Muhammed ile ilgili birkaç kitabı olan bir yazar. Bu duyarlı konulara anlatırken, yazarken daha baÅŸtan kendisini “agnostik bir musevi” olarak tanımlıyor. Merak edip baktım ve öğrendim agnostik, “Tanrının varlığını veya yokluÄŸunun bilinemeyeciÄŸini, insanın aklının buna yetmeyeceÄŸini savunan kiÅŸiye denirmiÅŸ”. Bu durumda Lesley hanımı TED’den dinlerken aklımın kabul kapılarını nasıl, ne kadar açmalıyım ya da konuÅŸmanın ana mesajı olan “İnancın Temeli; Şüphe” olarak ben de onun yaklaşımlarını şüpheyle mi karşılamalıyım. KuÅŸkusuz öyle yapmalıyım ki okuduÄŸumun bir anlamı, bir katkısı olsun. Haydi bana kolay gelsin.
Tekrar Casey’e dönüp yazımı kısa keseyim.
“…Tekrar tekrar gece yarısı geldi ve ben gözlerimi açtığımda bu tanrıların ölü olduÄŸunu gördüm. O mezarlıktan yola çıkarak bir daha aramaya baÅŸladım, cesur olduÄŸumdan deÄŸil, ölmek ile inanmak arasında bir seçim yapmam arasında bir seçim yapmam gerektiÄŸini bildiÄŸimden ve bir baÅŸka kâbe için hacca çıktım. Bu yolculuk geceye sokulup bir yerlerde kaybolmak deÄŸildi…” Odada ne vardı ?
“…Odada gurur vardı. Mal varlığının yönetim altında olduÄŸu, toplam deÄŸerinin trilyon doları bulan bir azamet vardı…” Saraylarda gururdan ötede kibir var; ar’sızlık var; hır’sızlık var; huy’suzluk varken, uzman olarak ölüm için ödenen üç kuruÅŸluk bedele razı olan, evleri harabe, ebevenyleri gariban (!) yiten oÄŸulların, eÅŸlerin, babaların acıları var. İşin en acı yanı da hem pastam dursun hem karnım doysun diyerek yardan da serden da vazgeçemeyen toplumun seçim sonrası dayatılacak acı reçeteye nasıl katlanacağını bilemediÄŸim şüphemin gerçekliÄŸi var. İster ince olsun ister bahçeli uzun adam reçete deÄŸiÅŸmeyecek. Bu iÅŸe böyle gitmeyecek, gidemez. Karnımız doysun istersek pastadan vaz geçeceÄŸiz; pastamız dursun istersen açlığa razı olacağız. Belki sadece bizi tok gösterecek ruj parası bulunur cebimizde. Ya da gün olur, alır başımızı gideriz. Nereye ?
Ben bunlardan sıyrılıp Eren’in ve Duru’nun mezuniyetlerinden seçilmiÅŸ karelerle avunmaya çalışayım. ÇeÅŸme’ye yeni gelen teknenin heyecanlarından, uykusuz gecelerin kazanmışlıklarından, iftar yemeklerimizin el emeÄŸi güzelliklerinden teselli bulmaya çalışayım hepimizin yollarının açık ve aydınlık olmasını dilerken.
Öykücü