“…Kişinin kalkanı kendi saflığıdır; hayata ve ustasına olan sevgisidir…”Yalnız” kelimesi iki ayrı anlama gelir. Yalnız kalmaktan doğan acıları anlatan bir yanı da vardır. Ama buna karşılık yalnız olmanın mutluluğunu anlatan tarafı da vardır…Yeryüzü bize bir şarkı ve bir bilmece sunuyor; gökyüzüne doğru bir şarkı, yeryüzüne doğru bir bilmece; ve yeryüzüyle gökyüzü arasında sadece tutkularımız var bu şarkıyı taşıyacak ve bu bilmeceyi çözecek… İnsanın en büyük yanılgısı dış koşulları değiştirebileceğine ve dünyayı düzeltebileceğine inanmaktır. Halbuki ancak kendimizi değiştirebilir, tutumlarımızı farkılılaştırabilir, tepkilerimizi düzeltebilir ve hissettiğimiz olumsuz duyguları ifade etmemeye çalışabiliriz. Evren olduğu haliyle mükemmeldir. Değişmesi gereken sadece benim…Cennetin kapısı dile getirdiklerinle değil, yüreğinde hissettiklerinle açılır…“
Merhaba
Seçim arefesinde; Yazıcıoğlu ve arkadaşlarının helikopter kazasında ölümlerinden bir gün sonra Çeşme çatıdan yazıyorum bu yazımı. O kazada helikopter pilotunun dizi film için söylediği sözler ve rahmetli Yazıcıoğlu’nun son toplantısında annesinin de bulunduğu mitingte helallik istemesi birkaç adım sonraki bilinmezlere yüreğin hazır oluşunun ifadesi midir acep ? diye aklım takılıyor. Çeşme çatı benim sığınağım. Şimdi ABG lu “Ziraatçı ve SSTC Uzmanı Mustafa” olunca yazılarım aksamaya başladı. Çünkü “faydanın maksimizisyonu” ya da “EOS” düşüncesiyle “mükemmellik yolculuğunu basitleştirerek seçenekleri optimize etmek” odağında daha fazla eylemli olmayı yeğliyorum.
Yukarıdaki girişteki sözleri bugün sığınağımdaki dört kitaptan aldım. “Neden böyle bir seçim ?” yaptığımın yanıtı sanırım yine yukarıdaki kazanın etkilerinde gizli (ya da açık seçik). Bu dört kitabım şunlar:
- “Kişinin kalkanı kendi saflığıdır…” Leo Buscaglia‘ nın “9 numaralı otobüsle cennete yolculuk: Bir sevgi yolculuğu” : Prof.Buscaglia’nın bu ve diğer kitaplarındaki (Kişilik; Sevgi için doğmak; Birbirimizi sevebilmek…) mesajlarını 1994 krizinde satışın bölge müdürüyken yazdığım duvar yazılarında çok kullanırdım. Bay Leo’yu hep Amerikan üniversitelerinde sevgi dersleri verirken gözümde canlandırıyorum. Çok çocuklu bir İtalyan ailesinin Amerikaya göç eden sıska bir genciyken daha sonra tipik şişman bir Amerikalı olarak düşlüyorum onu. Bu kitabında Grimm Kardeşlerin bir masalını anlatır. Buraya almak istiyorum:
- “… Yaşlı bir adam oğlu ve geliniyle birlikte oturmaktadır. Hemen hemen sağır ve kördür. yemeği dökmeden yemekte zorluk çekmektedir. Yemek kabını sık sık düşürüp kırar. Oğluyla gelini bu durumdan etkilenirler ve ve ona yemeklerini ocağın arkasında bir yerde yemesini söylerler.; eline de kırılmayacak tahta bir çanak verirler. Günlerden bir gün küçük torun tahta parçalarından bir şey yapmaya çalışırken babası ona ne yaptığını sorar, çocuk da “Ben büyüdüğüm zaman sana ve anneme vermek için tahta çanak yapıyorum” der. O andan sonra büyükbaba da aileden biri olarak sofraya oturtulur, hiçkimse o konuda tek bir söz söylemez..” Binlerce şükür ki “Copculaşmak” dediğimiz ve filmini yaptığım kavram içinde biz benzer durumların zerresini bile yaşamadık. Rahmetli babam yarı felçli gibiyken annem bir gecede ölüverdi (1984). Babam dört sene daha bizimle yaşadı. Bizim evde bir Nezuş ve beş erkek vardı. Kovalı sobaların kömürünü üç kat alttaki bodrumdan doldururduk. Zor günlerdi. Babam kendi koşullarının aynen sürmesini isterdi. Benim özel sektörde kendimi kanıtlama adına en yorgun günlerimdi. Babam, Nezuş’un da çocuğu olmuştu. Akşamları sonda takarken büyük çocuklarımın ikisi kollarından tutar, dört yaşındaki Kerem ise sondayı getirir ve bizi izlerdi. Ve aradan yıllar geçti. Binlerce şükür ki beraberliğimiz bu zorlukların orta yerinde gelişen mutluluklarımızla bezendi. Şimdi öylesine güzelliklere sahibiz ki Allah’a binlerce şükür. Allah herkese nasip etsin.
- “Yeryüzü bize bir şarkı ve bir bilmece sunuyor…” Halil Cibran’ın “Ermişin Bahçesi”: Bu kitabı da seksenli yılların sonlarında oğlum sevgili Eray hediye etmişti. Belli bir bakış açısıyla okumazsam anlamakta zorlandığım bir kitap olmuştur Ermişin Bahçesi. Bugün bu dört kitabın etkileşimiyle okuyunca “şarkı ve bilmece” ve tutkularımız beni etkiledi. Tutku sözcüğünü “başarı formülüm” deki “2P” nin ortak bileşkesi olarak işlerim. Bu konuda kısa bir dvd kaydım var Polen Tohumculuk‘la Ocak ayında yaptığım SSTC öğrenme yolculuğunun kapanışında. Halil Cibran’ı hep bir ölüm ilanındaki şiirinden anımsarım. İsviçre fahri başkonsolosumuzun genç oğlu Antalya’ya giderken geçirdiği trafik kazasında vefat etmişti. Ailenin gazeteye verdiği ilanı hâlâ saklarım. Bulduğumda tam şekliyle bir başka yazıma ekleyeceğim. Anımsadığım şudur: Yay ve ok vardır oğul ve ebeveynleri temsil eden o şiirde. Ok yani oğul yaydan çıktıktan sonra ileriye gidecektir ve artık yaya ait olmayacaktır. Asıl dikkat çekilen kısım ise okçudur. Okçu kimdir bilir misiniz ? Sormuyorsunuz ki abicim söyleyeyim. O ilan yukarıdaki kaza ve bugün dört kitabım beni hep bir noktaya getiriyor. Bay Cibran demiş ki “özgür olmak istiyorsan sise dönmeye ihtiyaç duyacaksın. Şekilsizlik daima bir şekil arayışıdır.” Çeşme çatı gibi kendinize kutal bir yer bulabilirseniz; R.Sharma‘nın dediği gibi her sabah bir saat erken kalkıp kendiniz için bir yarım saat kutsal zaman ayırırsanız daha nice güzelliklerin içinizden doğarak ruhunuzu zenginleştireceğini göreceksiniz. Yaşam büfesinde self servis olan başarılar için kendinizden uzağa gitmenize gerek yok. Bir kez daha sorayım “sizce mükemmellik nasıl oluşur ?“.
- “İnsanın en büyük yanılgısı…” Prof.S.E.D’anna’ nın “Tanrılar Okulu”: Bu kitap mükemmel bir yapıt. Sevgili Zeynep’in 2 Mayıs 2008 deki hediyesi. Sevgili Gülşah’la göndermişti ve kısa notunda da aynen şöyle yazmış “Daha konuşacak çok şeyimiz var“. Geçen gün aradım. Sesini duydum. Özlemişim. Bekliyorum. Şimdi daha bir fazla umutluyum. Ekonomi profesörü olan yazar “inanmak için görmeyi beklemeyin. İnanın ki görebilin. Dünyadaki en büyük ekonomik gerçek “mutluluk”tur. Ekonomin tanımı mutluluktan başka bir şey değildir. Herzaman iyi bir ekonomist olun. Düşleyin, düşleyin, düşleyin. Düş var olan en gerçek şeydir.” der. Ben de buna gönülden inanarak birer güne odakladığım SSTC öğrenme yolculuklarının ilk adımını atarken katılımcılardan bir “hayal” lerini paylaşmalarını istiyorum. Sonra da bu hayali hedef haline getirebilmek için sevgili A.Ş.İzgören‘in formülüyle “TOMBUL” laştırmalarını bekliyorum. Bu paylaşımı cearetlendirebilmek için de önce kendi hayalimi onlarla paylaşarak “Johari Penceresi“nde buluşuyorum. Önceki yazılarıma eklediğim “Bitki Hekimleri Sosyal Sorumluluk Proje“mi anlatıyorum. Şimdilik “O” harfinde çektiğim sıkıntıyı dile getiriyorum. İnşallah önümüzdeki günlerde “MEB (Malatya/Eğirdir/Bursa) Üçlemesi“nden sonra ABG tan “Ziraatçı Mustafa” olarak ilk adımı atacağımı umuyorum. Prof.D’anna, kitabının bir yerinde “para yürekten gelir” diyor. Bunun için de eylemli olmada eski paradigmayı değiştiriyor. Eskiden şöyle derdik “Ah abicim şöyle bir olanağım olsa; şunları yapsam; böyle olurdum“. Anlamı sıralamada “Sahip olmak > Yapmak >Olmak” vardı. Prof.D’anna’nı formülünde ise “olmak > yapmak > sahip olmak” var. Benim için yeni değil. Çünkü 2004 yılında Mısır’da yaptığım sunumdaki ana mesajım “beE” idi ve benzer düşünce tarzını ifade ediyordu. O sunumu da on dakikalık bir dvd kaydına çevirdik. Yakut içmeye gelseler de birlikte izlesek.
- “Cennetin kapısı dile getirdiklerinle değil…” Sevgili Burak Özdemir’in “Tanrı’nın Doğum Günü” : Beni derinden etkileyen bir kitap. Okurken kabul kapılarını açabilmek o kadar kolay değil. Baştan sona Tanrı’yla konuşan yazar arasındaki diyalogu anlatıyor. Günün koşullarında Kur’an‘ı anlamada “korku“ kültüründen “sevgi” kültürüne geçişin odağında mesajlar veriyor. Bu kitabı da 10 Şubat 2009 dan sonra edindim. Bu tarih bizim için çok anlamlı. Bir ablamızın doğum günü; bir diğer ablamızın da ölüm günü. Bu yıl ölüm yıldönümü beraberliğinde sevgili Ekmel’in bize kazandırdığı bir kitap. Nezuş’a 14 Şubatta “sevgililer günü” hediyesi olarak aldım. Almadan önce D&R da iki saat okudum. İşte bu kitabın bir yerinde yazdıkları “… Bir şeyin sağlamlığı onun katılığıyla ilgili değildir. Sağlamlık onun esnekliğindedir…Cennetin kapısı dile getirdiklerinle değil, yüreğinde hissettiklerinle açılır… Tanrı senden, kendi cümlelerini duymayı ister ve der ki “Benim sözlerimi bana tekrar etmenin sana da bana da hiçbir katkısı yoktur. Zikir aklını (ve yüreğini) kullanarak türettiğin kendi cümlelerindir… Sizden tek bir ses duymak isteseydim, hepinize farklı bir ses verir miydim ?..”. Tepede hergün farklı bir şekle, hergün farklı bir renge bürünen gökyüzü var. Aşağıdaysa hiç değişmemekle övünen insanlar…”
İşte dostlarım bugün beni hem yarının olasılıklarıyla hem de dünün acılarıyla buluşturduğu dört kitaptaki mesajlar. Gökyüzündeki renk ya da şarkı, yeryüzündeki bilmece ya da değişmeyen insanlar; arasında tutkularımız ve 1933 tarihli H.Cibran‘ın “Ermişin Bahçesi“nden, 2006 daki B.Özdemir‘in “Tanrı’nın Doğum Günü” ne gelişim.
Görelim Mevlam neyler, neylerse güzel eyler.
Yolunuz hep aydınlık olsun.
Öykücü (mustafa@copcu.com)