Yaşam Büfesinde “Erotik Bilgi”

“…İnsanlar bilgiye erişmek için sevişmeye duydukları isteğe benzer, yoğun bir istek duysalardı, eğitim almayı bekleyenler okulların kapısına yığılırdı. Okullar talebi karşılayamaz duruma gelirdi. Bilgiye erişimi belirli sayıda insanla sınırlamak isterseniz bilgiyi ürkütücü bir şekle sokarsınız. İnsanları da bilgi edinmeye ancak ödüller koyarak, ayrıcalıklar sunarak motive edersiniz. Bilgi sayesinde rakiplerinin önüne geçmek ya da yüksek maaşlar almak gibi…”

HAGEMli Başarı Formülümün bileşenleri ve SSTCPlus

Merhaba

Çok defa söyledim. İnanarak söyledim. “Güç sizde…” derken de ifade ettim. Hiç kimseye yardım edemezsiniz; hiç kimseyi değiştiremezsiniz, hiç kimseye hiçbir şey öğretemezsiniz. Ta ki…

Misyonumda açıkça dediğim gibi “Ben, özümün, ailemin, sevdiklerimin ve iş arkadaşlarımın daha sağlıklı, daha başarılı ve daha mutlu olmaları için kendilerine yardım etmelerine yardımcı olacağım”. Ne demek istediğim net değil mi ? Anahtar sözcük ortada değil mi ?

Kişi önce kendine yardım etmeye çalışacak, buna istekli olduğunu gösterecek ve bilgisi, becerisi bu konuda yeterli olmayacak ve ben ancak onun kendine yardım etmesine yardımcı olabileceğim. Bu nedenle kişi bir şeyler öğrenmesi için istekle, hevesle ve heyecanla yola çıkmış olmalı ki ben ona bu yolda yardımcı olabileyim. Bunu yeri gelir “telling/showing” dediğimiz “konumsal liderliğin” ilk adımında doğrudan “talimat verici yol göstermelerle” yaparım; yeri gelir “koçluk” adımlarında içindeki potansiyeli açığa çıkarmasına yol açan “akıllı sorularla” yapmaya çalışırım. Ya da aynı yolun yolcusu olduğumu yansıtan “partnership” yandaşlıkla işin ucundan ben de tutar ve beraberliğimi sürdürerek eylemle yaparım. An gelir, ya da yeri gelir, ustalık yolculuğu belirli bir olgunluğa erişir ve artık “daha iyi, daha sağlıklı, daha başarılı, daha mutlu olma” yolunda kişi artan farkındalığı ile, yükselen özgüveni ile ve bulduğu kişisel motivasyon nedeniyle otomatiğe bağlı olarak yoluna devam eder. İsteğe bağlı olarak başlayan “kendine yardım etmeye çalışan kişiye yardımcı olma gayreti” yeni bir başlangıç için yön değiştirir. Bundan önce birazcık geriye bakıp, bu yardıma yardımcı olma yolculuğunda “Neyi iyi yaptım; neyi yaparken zorlandım ve neyi farklı yapabilirdim ?” sorularıyla usta (!) kendi kazanımlarının muhasebesiyle baş başa kalır. Bu sürecin dört aşamasında “Bilgiyi erotize etme” sözleri çınlıyor kulağımda ve Ümit’in bu hafta için hediye ettiği yeni kitabı bırakıp geçen haftanın kitabına dönüp “İktidar ve Eğitim” sarmalına dönüyorum.

Selin Feldman ( 1973 yılında İstanbul’da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji bölümünü bitirdi. Gazeteciliğe Doğan Dergi Grubu’nda başladı. İstanbul Life, Nstyle, National Geographic Kids gibi çeşitli dergilerde muhabirlik ve editörlük yaptı. Kurucularından olduğu Süper Penguen Dergisi’nin yazı işleri müdürü olarak görev yaptı)Bilgi, derin bir şekilde zevkle ilintilidir” der Michel Foucault’u tanıttığı kitabında ve “Bilgiyi erotize etmenin, onu çekici kılmanın yöntemleri” olduğunu söyler. Bu ifade şekli bana 1987 den beri aklımdan çıkmayan, rutinimden seçilmiş beraberliklere kadar hemen eylemime yansıyan “SSTC Ustalık Yolculuğunun” finalinde verdiğimiz el kartının arkasındaki cümleyi anımsatır: “Satışı eğlence yap”. Ya da aynı zamanda Bodrum’daki “SynFlo Projesi”nde pazarlama toplantısına moderatörlük yaptığım yılda kullandığım “pazarlamadan esintiler” görselini anımsatır. Matematik problemlerine kattığı erotizm ile dersi nasıl eğlenceli kıldığını, sevdirdiğini anımsadım İstanbul Üniversitesindeki profesörün. “Bunu yapmayan, özellikle yapmayan, sevimsiz, gri ve erotizmden uzak kılmaya çalışan otorite bunu özellikle güç gösterisi olarak kullanmaktadır. Bu sevimsizliğin temelinde bilgiye erişen kişiyi sınırlı tutmak amaçlanır” ki böylece Selin hanımın sözcükleriyle Michel beye atfedilen ifadeler aynen şöyledir:

“…İnsanlar bilgiye erişmek için sevişmeye duydukları isteğe benzer, yoğun bir istek duysalardı, eğitim almayı bekleyenler okulların kapısına yığılırdı. Okullar talebi karşılayamaz duruma gelirdi. Bilgiye erişimi belirli sayıda insanlar sınırlamak isterseniz bilgiyi ürkütücü bir şekle sokarsınız. İnsanları da bilgi edinmeye ancak ödüller koyarak, ayrıcalıklar sunarak motive edersiniz. Bilgi sayesinde rakiplerinin önüne geçmek ya da yüksek maaşlar almak gibi…”

Peki ben ne yapmaya çalışıyorum ? MAS’laştıktan sonra biraz daha açıklamayla, “Mustafa Artık Serbest” dediğim 2009 yılından bu yana “Bilginin zekatını vermek” diye tanımladığım eylemler içinde “L4” gereksinmemi karşılamaya çalışıyorum. Madem ki hayat kısa, öyleyse… diyerek ve “yaşıyorsam bitmemiştir” diye düşünüp “L1:Live/Yaşamak” ın bedelini ödemek için , severek, gönülden (L2:Love/Sevmek), öğrenmeyi bir ihtiyaç olarak (L3:Learn/Öğrenmek) görenlere, bu yönde istek, heves ve heyecanlarını gösterenlere, bir iz bırakmak, bir miras bırakmak (L4:Legacy/Miras) için elimi uzatıyorum. Bazen yanıtlar HAGEM gibi gençlerden eğlenceyle geliyor; bazen “Toplum Liderleri Geliyor” diyen bir çağrının içinde yer buluyor ve çoklukla da Netgillerin gençlerinde hayat buluyor; etkin oluyor ve beni mutlu ediyor. Her zaman dediğim gibi “daha ne ister insan (şu bel fıtığı mıdır ya da her ne menem şeyse bitsin artık demek de dahil)”…

Yazımın sonuna Bay Foucault’ın kitapçığının (daha doğrusu Selin hanımın yapılandırdığı kitapçığın) son sayfasındaki “iktidar”la ilgili kısmı aynen alacağım. Bundan önce bir başka yoldan ya da yönden bir bakışımın izlerini paylaşayım ki bunu yapmamın nedeni soğuk bir kış günü Nevşehir’de birlikte olduğum patates tohumcularının öncülerinden Nejmi’nin samimiyetimize güvenerek söylediği bir serzeniştir. Daldan dala atlayan uzun bir cümle oldu. Biraz aralasam iyi olacak.

“Soğuk bir kış günüydü. Tilki de açtı; ayı da. Ceplerinde beş kuruş paraları yoktu; evlerinde bir lokma ekmeği. Bugün yine açız evlatlarım diyordu peder…” Devreler karıştı. Amacım burada torunlarıma anlattığım Bulgar klasiği masalların girişini yazmak değildi. Hele hele bu girişin peşine takılan Tevfik Fikret’in “balıkçılar” şiirinin burada yeri hiç yoktu. Affola. Bütün bunlara “soğuk bir kış günüydü” sözcüklerinin bir araya gelişi neden oldu.

Gerçekten de soğuk bir kış günüydü (2002 yılı Şubat ayı olsa gerek). Öyle ki Dedeman Otelindeki bilimsel / filimsel / promosyonel beraberliğin gala yemeğinden sonra Tohumcu Nejmi’nin arabasıyla güzel bir mekana kahve içmeye giderken buz tutmuş Uçhisar’ın yokuşundan aşağı inerken korkmadım desem yalan olur. Ben ürün grup müdürüydüm ve aynı zamanda toplantı moderatörüydüm. Biz ekip halinde paylaşılmış sunum ve sorumluluklarla teknikten satışa yöneticisi ve sahradaki uzmanıyla sahnedeydik. Ara verdiğimizde samimiyetimizden (özellikle Beşikçioğlu ve Gömeç’ten bu yana patates sevdalısı olan AK’le olan arkadaşlığından) dolayı Nejmi bize dönüp dedi ki “sizin elemanlarınız kendi şirketlerinin web sayfalarını okumuyorlar”. Doğru söylemişti. Okumuyorlardı; çünkü oradaki bilginin erotizmi yoktu. Çalışan ne okumaktan keyif alıyordu; ne de kendini mecbur hissediyordu. Halbuki ayıp ediyordu. Böyle yapınca ağaya “ısıtıysen iyi ediysen ama xxx sen ayıp ediysen” demeye dilleri de varmıyordu. Verecek yanıtları yoktu. Bu düşüncelerle olur da Eylül ayı başında (benim bel/ayak ağrım geçerse) syngillerle birlikte olursam diye düşünüp bilginin eğlenceli ve gösel kılındığını umduğum sosyal medyalarına baktım. Beynimin bir aradığı vardı. Aradığını beş kısa videoda buldu; sevindi. Demek ki 2005 yılında verilen emeklerin kalıcı izleri on beş yıl sonra da sürüyormuş. Pek ala pek güzel. Peki ya kadrolarındaki yaklaşık elli bin kişiden kaçı bunları izlemiş ve asıl önemlisi de her biri şirketinin ambassadoru (temsilci) olarak beraberinde en az on kişiyi izlettirecek olsa yaklaşık beş yüz bin kişi izlemiş mi ? diye baktığımda tek sözcük çıktı dudaklarımdan: Heyhat ! ve İşte veriler:

“…100 ülke / 49.000 çalışan ve Youtube videolarını izleyen sayısı (164/6 ay6.500/ 2yıl kişi)

Arayan bulur (2005 yılında Girit Adasında “amacımız ne ?” sorusuna iç sesiyle yanıt aramak için “Sezgi Yürüyüşü” ne çıkan ve güneş yanığı geçirip keçilerden kaçan CEO’dan bugün EF’a kadar ortak olarak gelen ana mesajı arayan zihnim olarak sosyal medyada neler buldu ?)

Bu durumda Eylül başında buluşursak eğer, ilk sohbet, önceki yazımın ekindeki görsellerin çerçevesinde ve sadece

*Konuşma halkası

*Kendini tanıtmak

*Sahip olduğu değerlerin farkına varmak ve

*Nerede çalışıyorsun ? Şirketinin amacı ne ? Ne iş yapıyorsunuz ? sorularının ortak paydasını bulmak olmalı

*Check in ve check out örneklemesi ile heves olursa bir sonraki buluşmanın beklentileri şekillenmeli.

Ve Selin hanımın sözcükleriyle Foucault’a göre “iktidar” bakalım nerelerdeymiş; neler yapıyormuş da biz farkına varmadan sistemin içinde ufalanıp gidiyormuşuz:

“…İktidar her yerdedir. Hapishanede, tımarhanede, hastanede, okulda, bilgide, bilimde ve iş yerindedir iktidar. İktidar; kodlamada, kapatılmada, yasaklamada, baskıda,, gözetlemede, denetlemede ve yönetmededir. Okulda okuduğumuz kitapta, evde karşılaştığımız baskıda, gönderildiğimiz odamızda, kilitlendiğimiz tuvalette, sokakta gördüğümüz şiddette, yediğimiz tokatta, tekmede, coptadır. Hastanede yediğimiz sakinleştirici iğnededir, klinikte bilinç altımıza ulaşmaya çalışılan sözcüklerdedir iktidar. Politikacıların nutukları, anne ve babanın tavsiyeleri, öğretmenin cetveli ve komutanın sana verdiği tüfektedir iktidar. Bir örnek giydiğimiz önlükte, üniformada, takım elbisede, tulumdadır. İş yerinde kadın yöneticinin yere vuran uzun topuğunda, askerde rütbelinin botlarının parlaklığındadır. İktidar yönetmekte ve yönetilmektedir. İktidar yalnızca baskı uygulamaktan, bastırmaktan, engel çıkarmaktan ibaret olmadığını; arzuyu yaratarak, zevki kışkırtarak, bilgiyi üreterek bundan daha derine nüfuz ettiğini de göstermektedir. İktidar bedeni çalıştırır, davranışa nüfuz eder, arzu ve zevkle iç içe girer…”

Tüm bunları yapan iktidar, nasıl oluyor da öğrenme isteğini, dört temel ihtiyaçtan biri olarak kişilerin aklına, yüreğine ve ruhuna yerleştiremiyor. Sanki ortada bir paradoks var gibi. Hani anlaşılması en kolay paradoks örneğinde olduğu gibi:

Tanrı’nın her şeye gücü yeter. Yeter mi ? Yeter. Peki, Tanrı kendi kaldıramayacağı kadar ağır bir kaya yaratabilir mi ? Her şeye gücü yettiğine göre, yaratabilir. Peki, Tanrı bu kayayı kaldırabilir mi ? Her şeye gücü yettiğine göre kaldırabilir. Eee ne oldu şimdi ? Gel de çık bu kısır döngünün içinden. Her şey net ve basit ama yanıt belli değil. İşte bunun gibi elli bin çalışanın var; herbirinin etki alanında en az on müşterin var. O halde neden izleyici sayın yarım milyon değil de en fazla altı bin civarında. Eksiklik nerde ? İlgi neden düşük ? AIDA’nın hangi adımında tökezliyorsun ? Kerem ne diyor “İstek yoksa, heyecan yoksa hiçbir şey yaratmak mümkün değil…” Ne yapmalı ? Nasıl yapmalı ? ve asıl soru “Neden yapmalı ?”. Hangi motivasyon (dürtü) kimleri, nasıl eyleme geçirir; geçirmeli ? Bir şey kazanmaları mı; sahip oldukları bir şeyi kaybetmemeleri mi ? Zevk mi ? Korku mu ? Sıkıntı çekmek/çekmemek mi ? Gurur mu ? Beğeni kazanmak, takdir edilmek mi ? Kim bilecek ? Bilirse ne olacak ?

Sözün özü; iktidar her yerde ve her söylemle eylemin içinde; iktidar aslında bilinçli, bilinçsiz kabul edişlerimiz ya da karşı çıkışlarımızla bizim içimizde ve iktidar olan biziz. Bu durumda akıl, beden, yürek ve ruh sağlığımızı koruyabilmek için, “daha başarılı, daha sağlıklı ve daha mutlu olma gayretinde kendimize yetebilmek” için Seneca’nın sözünü ettiği dört temel erdeme sahip olmayı amaç edinmeliyiz:

1.Ölçülülük (ki özellikle GAT Dünyasında

2.Cesaret (ki olgunluk için saygı ile dengelemek çok önemli)

3.Basiret (ki bir tüccar gibi yaptıklarının ve yapmadıklarının sorumluluğu ile öngörü çok önemli) ve

4.Adalet (ki özellikle yöneticiler için çok “hakkaniyet” sözcüğü ile çok önemli)

Ve rahmetli Barış Manço’nun sözleriyle “işte hendek, işte deve ya atlarsın ya düşersin / baktın olmaz vaz geçersin...” Yolunuz açık ve aydınlık olsun.

Öykücü