Mustafa COPCU » Blog Archive » YaÅŸam Büfesinde “Hava ve Arpa”

YaÅŸam Büfesinde “Hava ve Arpa”

“…David sol kolunu bir trafik kazasında kaybetmiÅŸti (Onlar iki kolunu da kaybettiler ve hâla direniyorlar). Bu engeline raÄŸmen Japon bir usta ile judo çalışmaya baÅŸladı (Onlarla çalışacak usta kalmadığını hâla idrak edemiyorlar). David judo tekniklerinde hızla ilerliyordu (Onlar kıçın kıçın geriliyorlar; tıpkı sandukalı ricatları gibi). Üç ay sonra ustası onu hâla aynı hareket üzerinde çalıştırıyordu ve David bunun nedenini anlamıyordu. Ustası “Bu benim sana öğreteceÄŸim tek hareket David. Bilmen gereken tek hareket bu (Onlara da aynı yaÄŸmurda ıslandıkları eski ustaları çamurda debelenmeyi öğretmiÅŸti) “. Birkaç ay sonra David ilk turnuvasına katıldı ve üst üste üç maçı öğrendiÄŸi bu tek hareketle kolayca kazandı (Onlar da çamur ustası olarak birçok maçı kazandılar; kazandıklarını gösterip inandırdılar). BaÅŸarısından başı dönmüş halde, David kendini finalde buldu ve… (Van minüt pilis)…”

NETgillerle ilk öğrenme yolculuÄŸu 19.12.2012: SSTC Final / KonuÅŸma Halkasında “Check-out”

Merhaba

Dün umutluydum. Havaya baktım ve “yarın açar, güneÅŸ çıkar” dedim. Hava beni yanılttı. Bugün saat ona kadar ben beklerken o da bekledi ve baktı ki “Ä°HA/UFO” lardan ses, seda yok, öyle bir gürledi ki… Çocukken dediÄŸimiz gibi “Ödüm b*kuma karıştı“. Kıştan beter oldu. Yağış, ÅŸimÅŸek ve gök gürültüsü ortalığı kapladı. GüneÅŸ ÇeÅŸme’yi terketti. Daha önce de yazdım, bizim burası, ÇeÅŸme-Kermenyalısı bir boÄŸazdır. Havası Ä°stanbul’u aynen yansıtır. Yaz günü Ä°stanbul gibi serin olur. Ä°stanbul’un havasını yaÅŸatmanın keyfini yaratır. Demek ki bugün Ä°stanbul’dan umut yok. Ä°stanbul’un arpaları daha çok iç sızlatacak. Yazıma “UFO/ Tanımlanamayan Finansal Objeler (=Arpalıklar)” diye baÅŸlık atmak istedim. Bunun için çatıya çıktım. Kitaplığımdan “Sapiens“i aradım. Bulamadım. Bulsaydım ilk para biriminin “Arpa” oluÅŸuna daha destekli yaklaÅŸacaktım. David’e gelirsem…

David’in hikayesini yıllar önce CINOS‘un üçüncü evresinde duymuÅŸtum. Bu öykünün ana fikri olan “Tek el” kavramını portföyümüzde önemli bir yeri olan bir ilacımızın anlamında gördüm. Yeni bir yapı ile teknik olarak farklılaÅŸtırılan ilacımız KRT nin yapısındaki “Sentetik Piretroid” aslında miadını doldurmaktaydı. Patent süresi dolmuÅŸtu. ZeonlaÅŸtırılarak yeniden can suyu verildi. Ä°ÅŸte David’in öyküsünün sonundaki baÅŸarıyı saÄŸlayan “sahip olmadığı organ“ı yaratmayı amaçlıyorduk. Bugün Ä°stanbul’da ve Ankara’da “Ummadıkları taÅŸ baÅŸ yarınca” anlamış olmalılardı “taşın sert olduÄŸunu, ateÅŸin yaktığını”. Bunun yerine hâla “Ali Cengiz Oyunları” ile maçı uzatmanın ötesinde “Arpa” için “Arpalıkları” için çırpınıyorlar. Farkında deÄŸiller ki “Arpa Fazla GeldiÄŸi” için, yoldan saptıkları, kantarın topuzunu kaçırdıkları, zıvanadan çıkarttıkları, illallah dedirtdikleri için bu çıkmaz sokakta sıkıştılar. EÄŸer bugün Ä°stanbul’u hal etmiÅŸ olan kiÅŸi kaybederse bilmeliler ki beÅŸ yıl sonra ülke yönetimin yitireceklerdir yarattıkları “Halk Kahramanı” ile. Çünkü bu “Sevimli Yüz” ve “Tatlı Dil” karşısında, acı soÄŸanın on lirayı aşıp da yaktığı “Gözlerdeki Umut Işığı“nın aydınlığındaki tercihlerin sonucunda kendi sözleriyle “Kaçacak Delikleri” kalmayacaktır. “Kara Delik” de çok uzaklarda. Yine David’e gelemedim. Ha gayret !

“…BaÅŸarısından başı dönmüş halde, David kendini finalde buldu. Bu kez David’in rakibi ondan daha büyük, daha güçlü, daha deneyimliydi (tıpkı Ä°stanbul ve Ankara’daki 31 Mart rekabetinde olduÄŸu gibi). Fakat rakibi kritik bir hata yaptığında (keÅŸke Ä°stanbul’da da hırsız, düzenbaz vb sözlerle kötülemiÅŸ olsalardı; o zaman fark yüzbini aÅŸardı. Hâla anlayamadılar “kötü sözün sahibine ait olduÄŸunu”, halkın artık görünen köye kılavuz istemediÄŸini, saraylıgillerle yoksunlaÅŸanların arasındaki uçurumun kıyısında “Kaos EÅŸiÄŸi”nde yaÅŸamanın ne demek olduÄŸunu hâla anlayamıyorlar mı ?), David bildiÄŸi tek hareketi uyguladı ve turnuvayı kazandı. Daha sonra David’in ustası durumu açıkladı (onlara da kendi yol göstericileri açıklayınca kağıtları suratına fırlatmak yerine başını elleri arasına alıp da “Ben ne Yaptım ? Neden böyle oldu ? Neyi iyi yaptım (hiç bir ÅŸeyi) ? Neyi yaparken zorlandım ? (bildiÄŸini okuyunca zorlandığını görmedim; onlara her yer cennet, her yol mübah mıydı) ? Neyi farklı yapabilirdim ? diye kendilerini sorgulasaydı): “Kazanmanın iki sebebi var. Ä°lki judodaki en zor fırlatma hareketlerinden birinde neredeyse ustalaÅŸtın (dikkat edin “neredeyse” diyor ve “yaÅŸamda her gün eÄŸitim…” demek istiyor). Ä°kincisi bu hareket karşısında biline tek savunma hareketi, rakibin sol kolunu tutmaktır”. David’in zayıflığı, en büyük gücü haline gelmiÅŸti…”

Åžimdi anladınız mı Ä°stanbul ve Ankara’daki kazanma ya da kaybetmenin iki önemli nedenini ? Siz anladınız da onlar anladı mı ? Yapabilecekleri ne kaldı ? Salon bastılar; olmadı. Ä°mza atmadılar; yetmedi. Saat onu geçti; Ä°HA (Ä°zansız Hukuk Adamları / Dün ak dediklerine bugün kara diyebilenler)’lar ne yaptılar ? Bilmiyorum. Ne hallere kaldık Allah’ım !

Sekiz sene önce 15 Mayıs 2011 de kitaplığıma giren “Bir Amaç İçin YAÅžAMAK” isimli kitabı bu kez her yerini karalayarak yeniden okuyorum. Sekiz sene önce ABD da baÅŸladığım danışmanlık görevimin “Saturasyon” dönemine girmiÅŸtim baharla birlikte. Ta ki Haziran sonlarında Kırıkhan ve çevresinde 47 derece sıcakta kırmızı tulumumla pamuk tarlasının kenarındaki bir aÄŸacın altında soluklanırken kendime sorduÄŸum: “Buralarda ne iÅŸin var ? Hani söz vermiÅŸtin; bu kaçıncı bahar ?” soru serisinden sonra Adana’da Emir Royal’da gecenin ilerleyen saatlerinde bir ileti gönderdim otorite ve yandaÅŸlarına. Böylece hem “Otorite kim ?” sorusuyla, hem de yola gelmeyenler için harcadığım enerjinin içimde yarattığı mutsuzlukla “Gerdim” ve “Kopardım“. Yine de 28 ayın sonunda güzellikle yollarımızı ayırdık. “Bu kadarmış” demek bile güzeldi. Bugün ÇeÅŸme’de hava hâla baharı getirmemeye direnirken, Ä°stanbullular kapalı spor salonlarında hırsızlara karşı nöbet tutarken, uykusuz geceler sürerken “Bu kadarmış” diyemeyenlere ben ne diyeyim ? Allah ıslah etsin. Allah doÄŸru yolu göstersin. Ayıp bir fıkra geldi, dolandı zihnimin kıvrımlarına. Yazıp yazmamak arasında gelgitlerdeyim.

“…Küçük Ali annesinin elinden tutmuÅŸ yolda yürüyormuÅŸ. Yol kenarında otlamakta olan bir eÅŸeÄŸin ereksiyon halindeki penisini görünce annesine “Anne bu ne ?” diye sormuÅŸ. Annesi ne desin, utanarak “Hiç oÄŸlum hiç” demiÅŸ. Arkalarından gelmekte olan bir adam bu cevabı duyunca dayanamamış ve yüksek sesle “Hanım hanım” demiÅŸ “Allah gözünü doyursun; buna da hiç denir mi ?” demiÅŸ…” Neden yazdım. Ä°stanbulun sonuçlarına direnen ve deÄŸiÅŸtirmek, iptal etmek, yenilemek için her yolu deneyenlerin yitirmek istemedikleri arpaların ve arpalıkların boyuna bakınca bu fıkrayı yazmadan geçemedim. Yetti gari; Allah gözünüzü doyursun.

Yazımı kendimden vaz geçerek ve Millman beyden alıntı yaparak tatlıya bağlayarak tamamlamaya çalışayım:

“…Evren, bizi yargılamak için deÄŸil, bize bir ÅŸeyler öğretmek için yaratılmıştır. Fakat bizler kendimizi ve dünyayı yargılarız. Yargılamakta aceleci davrananlar, ÅŸefkat konusunda yavaÅŸtır. Åžefkat konusunda yavaÅŸ olan insanlar, zarar verici insanların cehenneme gitmediklerini, zaten cehennemde olduklarını unutmuÅŸtur. Bu ÅŸekilde davranmalarının sebebi budur. BaÅŸka insanlara kırılmak, yalnızca onların bizim kafamızın içinde kira vermeden yaÅŸamalarına izin vermemiz anlamına gelir. Ve yargılarımız ne olursa olsun, gerçeklik olmaya devam eder. Yani yargıladığımızda, ÅŸefkatle yargılayalım; ta ki öncelikli iÅŸimizin baÅŸkalarını affetmek deÄŸil, af dilemek olduÄŸunu fark edene kadar…”

“Af dilemek” mi ? Hadi canım sen de… Nerde sen de o yürek arpadan vazgeçecek…SaÄŸlık ve esenlik içinde açık ve aydınlık yollarda buluÅŸmak amacıyla; dedikten sonra Ildırı’ya doÄŸru yola koyuldum. Amacım hem aklımı parazitlerden korumak hem de bir deniz levreÄŸi bulabilmekti. Buldum. Hava daha bir ÅŸiddetlendi. ÇeÅŸme’den benden uzaktaki yerlerinde “Hortum” oluÅŸmuÅŸ haberini aldım. Åžaşırdım. ben ülkemde hortumun sadece kuzey batımızın paylaşılamayan büyük ÅŸehrindeki arpalıklarda olduÄŸunu sanırdım. Demek ki yanılmışım; Ä°stanbul’un havası ÇeÅŸme’nin diÄŸer yörelerine de yansımış uzaklaÅŸtıramadığımız kara bulutlarla. Bir saat sonra güneÅŸ yeniden kendini gösterince umutla televizyonu açtım. Ardışık altı kanalda aynı üçlüyü gördüm. Masal anlatıyorlardı. Ortadaki mutsuzdu. Suratı asıktı. Omuzları çöküktü. SessizliÄŸinde ÅŸu ÅŸarkı çınlıyordu sanki: “Nerden düştüm ben bu aÅŸka, ne verdi ki dertten baÅŸka….“. Sandalyesine eÄŸreti oturmuÅŸtu. Sanki konu mankeniydi. Geçersizleri saydılar; olmadı. Geçerlileri de saydılar; olmadı. Olmadı baÅŸtan saydılar; “aradığımızı bulamadık” demekten çekinmediler. Olmuyor, olmuyor… Åžimdilerde hepsi sayılsın diyorlarsa da bu gidiÅŸle maçı yeniden oynatacaklar. Hakim olan hakemler de ÅŸaÅŸkın. Dün “yürü” dediler ikiden yirmi ikiye çıkardılar. Salonu basanlardan, bastıranlardan mı korktular her nedense bugün yirmi iki ile devam ederler ve en azından Perde 1 Sahne 2 i kapatırlar diye beklerken iki elden iÅŸi bitirmemeyi yeÄŸliyorlar. Neyi bekliyorlarsa !

Anlaşıldı; bu ekipten, bu oyunculardan daha fazla umut çıkmaz. Gel de enseyi karartma ! Ä°ÅŸin en korkulacak yönü ise bunca pervasızlıktan sonrası. Sudan’da kiralanan tarlalara kimler, ne ekecek bundan sonra ? Bir türküyü anımsıyorum: “…Tarlaya ektim soÄŸan; bitmedi yedi doÄŸan. Pek mi ….. oluyor senin anandan doÄŸan…”. Görelim Mevlam neyler, neylerse güzel eyler.

Öykücü