“…Fakir fakir oluncaya kadar çok sefa sürermiÅŸ; zengin zengin oluncaya kadar çok cefa çekermiÅŸ…Hem ÅŸehir suyu ile balkon yıkıyorlar, hem hortum durmadan akıyor ve ellerinde süpürge de yok bir fırça ile yarım saattir aynı yerde geyik muhabbeti ile vakit öldürüyorlar…Ahmet beyin kapısının önündeki kumda oynayan Duru başını kaldırmadan bana “dedeciÄŸim sen çok güzelsin” deyince ÅŸaşırdım. Nesi güzel ki ! Her sabah aynada kendi yüzümü sevmez oldum. Bir yanda yetmiÅŸi hızla aşıp giden yılların kırışıklıkları, diÄŸer yanda Ocak’tan bu yana 67 den 61 e düşürülen kiloların yarattığı daha kara ve derine batmış gözler, nesi güzel ki ! Belli ki söylemek istediÄŸi baÅŸka ÅŸey. Sordum “Duru sana göre bende güzel olan nei, ÅŸu suratın nesi güzel ki ?“. Duru sadece dört yaşın safiyetindeki torunum deÄŸil, çatıdaki iÅŸ  çerçeveli öğretici oyunlarımzda çoklukla ya benim patronum ya da ben hemÅŸire o doktor yani her zaman benim amirim. Duru başını kaldırmadan, kum oyunundaki temposunu hiç bozmadan “dedeciÄŸim seni çok seviyorum” dedi. Demek ki ilk tümcedeki “güzellik” ifadesi aslında “sevgi“ymiÅŸ. Daha ne ister insan ?…”
Merhaba
Dün sıcak bir gündü ve biz (MNC) ÇeÅŸme’nin güzelliklerini (serin, gölge, çimler ve deniz) bırakıp İzmir’e gittik. Programımız yoÄŸundu. Öncelikli olanlar da sevgili diÅŸ hekimimiz Dr.Mehmet Ünsal’la olan randevum ve Kavuklar’dan gelen çaÄŸrı ile Sevgili Onur ve Ersin beylerle buluÅŸmaktı. NezuÅŸ’un da Aslıhan’ı görmek ve Barış’a kabak böreÄŸini Çığırtma ile birlikte sunup akÅŸam üzeri Ali Beyin önünde buluÅŸmaktı programımız. HerÅŸey planlandığı gibi geliÅŸti; sadece baÅŸlangıçtaki küçük bir aksilikle. Dün neler oldu, neler öğrendim ve yazımın baÅŸlığı neden “sefa ve cefa” ?
İlk mor cümle rahmetli Hanife Abladan bir alıntı ve ne zaman çevremizde “hesap/kitap” yapmayan; “cost/benefit” bilmeyen ya da “Masraf/Yarar Dengesi” gözetmeyen kiÅŸiler görsek hemen yüreÄŸimizden dilimize düşer. Bu sabah da kahvaltı sonrası karşımızdaki eve yeni kiracı olarak taşınan komÅŸularımızın ÅŸehir suyu ile balkon yıkamalarına bakıp NezuÅŸ’la “Biz olsak kova ile suyu taşır ve boÅŸa akıttıkları suyun onda biriyle balkonu yıkardık” demekten kendimizi alamadık. Bizim saklama kabımızdaki son zeytin danesi yenisi soframıza gelmedikçe hep orada kalmıştır. GeçmiÅŸimizde ne devlet memurluÄŸunda (ve hatta öncesinde, MaktaÅŸ bursuyla evlenen üniversite öğrencisi olmak) ve ne de CINOS’un 24 yıllık koÅŸullarında öyle çok beklenti dışı gelirlerimiz olmadı ve binlerce şükür ki hem İzmir’in en güzel yerinde (MaviÅŸehir Albatros) ve hem de ÇeÅŸme’de evlerimiz var ÅŸimdi; hem de sonraki neslimizin olanaklarının bizden birkaç adım ileride olduÄŸunu görmenin gönül huzuru içinde… Hiç bir zaman borçla ilgili (ek fayda saÄŸlayan vadeli alımlar dışında) düşündüğümüz, uykumuzu kaçıran bir durum yaÅŸamadık. Sanırım benzerini çocuklarımıza da aynen yansıttık (iÅŸ dünyasının hızlı açılım ve yatırımların zorunlu kıldığı “belirsizlikleri riske çevirip riski yönetmek” hariç ki bunu yapmasaydık ne Yunt Dağında dönen kanadımız olurdu; ne oniki metrelik bir yatta hakedilmiÅŸ sefamız ve Flamingo ve ÇeÅŸme-Seyir Tepelerinde ve Güzelbahçe’de evlerimiz olurdu). Binlerce şükür. Bugün hepimiz (C13) MaviÅŸehir’de toplandıysak, Alsancak kordonda Mest’leÅŸip, Tacikistan’dan baÅŸarılı ve saÄŸlıklı eriÅŸimler saÄŸlıyorsak; İngiltereye kadar uzanan ço sesli Net’leÅŸiyorsak ve BeÅŸli ABİDE’mizin her birinden sessli ve sessiz “seni çok seviyorum” sözlerini duyabiliyorsak daha ne ister insan ! Binlerce şükür. Düne geri dönersem hangi güzellikleri görürüm ?
“…Arjantinli ünlü golfçu Robert de Vincenzo yine bir turnuvayı kazanmış, ödülünü alıp kameralara poz vermiÅŸ ve kulüp binasına gidip oradan ayrılmak üzere hazırlanmıştı. Bir süre sonra binadan çıkıp otoparktaki arabasına yürürken yanına bir kadın yaklaÅŸtı. Kadın, baÅŸarısını kutladıktan sonra, ona çocuÄŸunun çok hasta ve ölmek üzere olduÄŸunu anlattı. Zavallı kadının hastane masraflarını ödemesi imkansızdı. Kadının anlattığı öykü de Vincenzo’yu çok etkilemiÅŸti. Hemen cebinden bir kalem çıkarttı ve turnuvadan kazandığı paranın bir kısmını yazdı çek defterine. Çeki kadının eline sıkıştırırken de ona “Umarım bebeÄŸinin iyi günleri için harcarsın” dedi.
Ertesi hafta kulüpte öğle yemeÄŸi yerken profesyonel golf derneÄŸinin bir görevlisi yanına gelerek “Otoparktaki görevli çocuklar geçen hafta turnuvayı kazandıktan sonra yanınıza bir kadının geldiÄŸini ve onunla konuÅŸtuÄŸunuzu söylediler bana” dedi. De Vincenzo evet anlamında başını salladı. Görevli “Size bir haberim var. O kadın bir sahtekardır. Üstelik hasta bir çocuÄŸu da yok. Sizi fena halde kandırmış arkadaşım” deyince De Vincenzo heyecanlanarak “Yani ortada ölümü bekleyen bir bebek yok mu ?” dedi. “Hayır, yok” dedi görevli. Bunun üzerine De Vincenzo’nun yüzü aydınlandı ve şöyle dedi “İşte bu, bu hafta duyduÄŸum en güzel haber”.
Bunu kaç kiÅŸi söyleyebilir ki ? Dün ne oldu de bu öykü yazıma döküldü ? Aradan bir enstantane. Dr.Mehmet dördüncü kez diÅŸ sorunuma hızlı, pratik ve en gönülden çözümü sunuyor; bana zaman ayırıyor ve hatta bir takım malzeme kullanıyor ve benden para almıyor. O anda azıcık eziklik hissediyor gibi olsam da hem o anda ve hem de dışarı çıkınca nedense gurur duyuyorum; keyif alıyorum. Kendi kendime diyorum ki “Galiba Duru haklı; bende benim göremediÄŸim bir güzellik mi var ?” Aslında bu yaptığım eskilerin deyimi ile “latife”. Belki Eray’ın doktorluÄŸundan bize yansıyan bir meslek dayanışması belki Nezahat ablasının yarattığı sevgi dolu iliÅŸkinin bir yansıması. Sebebi ne olursa olsun böylesi ayrıcalıklı bir davranışa, desteÄŸe müstehak olmak (çoklukla olumsuz gibi kullanılırsa da “hak ediyor olmak”) hoÅŸuma gidiyor. Allah razı olsun. İşte bu duygularla arabama doÄŸru giderken yolun kenarına oturmuÅŸ iki genç, periÅŸan, kapkapara ebeveyn ve biri Duru yaşında diÄŸeri biriki yaÅŸ daha büyük iki karar çocuk. Sanki Afrika’dan gelmiÅŸler. El açmıyorlar ama belli ki gerçekten periÅŸanlar. Belki de Suriyedenler. Önlerinden geçerken Duru yaşındayken göz göze gelince ürperdim. Sefadan ürperdim. Sahip olduklarımdan, karnımın tokluÄŸundan, giysilerimden, kırmızı Kaktüsten ÅŸikayet etmekten utandım. Biraz ilerleyince Dr.Mehmet’ten bana yansıyan yardımı düşündüm. Elimi cüzdanıma atıp da ses çıkarmayan para verince Duru yaşındaki çocuÄŸun gözlerindeki seviçten sanki yerin dibine girdim; ezildim, yerin dibine girdim (bereket çatıda aÄŸlamak kolay). Tıpkı Balkanlarda otobüsün camından 1200 km boyunca dışarı bakışım gibi gözyaÅŸlarım yüreÄŸime aktı, içimi yaktı. Utandım; utandım; utandım. (Cuma selası veriliyor ve tam da yoÄŸunlaÅŸmışken yazımı bırakıyorum. Hoşçakalın).
Kavuklar’dan Ersin ve Onur beylerin güzelliklerini yazmak bir baÅŸka yazıma kalsın ve ÅŸimdi ben kara kuru çocuÄŸun bende yarattığı tıpkı Prof.Muhammed Yunus benzeri yanık duygularımla yazıma eklemek için İrem’in bilgisayarına geçip montaj film yapmaya çalışarak kendimi avutayım. SaÄŸ ve esen kalın; açık ve aydınlık yollarda…
Öykücü