“…Bir doÄŸru ile bir eÄŸri ortak olsa, bu ortaklığın sonunda, doÄŸru hep zararlı çıkar. Devlete vergi vermek gerekince, ikisinin de malı eÅŸit olduÄŸu halde, doÄŸru adam çok, eÄŸri adam az verir (asgari ücretli yorgun doÄŸrular ve milletin orasına burasına koyma meraklısı mutlu eÄŸriler). Ama almaya gelince, iÅŸ tersinedir. Bu ikisi yönetimin başına geldiler mi, doÄŸru zarar görmese bile, kendini iÅŸe vereceÄŸinden evine bakmaz olur (keÅŸke babam bakkal olsaydı…). DoÄŸruluÄŸu, onun devlet malından faydalanmasına engeldir (doÄŸru, anayasayı fırlatmasa iyiydi; doÄŸru sandığım eÄŸri, tam da bu kritik süreçte sahtekar babanın kulağına küfretmese iyiydi). Üstelik de, hep doÄŸru kalmak yüzünden hısım akrabasının nefretini kazanır. EÄŸri insan içinse durum tam tersinedir (çocuÄŸum yok diye sevinirken yeÄŸenin mobilya yerine suntaları amcasını bile kahretti); çünkü eÄŸri bence büyük kazançlar saÄŸlayan adamdır (bakara makara diyerek inançlıları kızdırsa da (!!!); ayakkabı kutularının içi dolsa da…). Bunun da en kısa yolu eÄŸriliÄŸi sonuna kadar götürmektir. Öyle bir eÄŸrilik düşün ki onu yapanı mutluluklara ulaÅŸtırıyor. İşte böylece sonuna varan bir eÄŸrilik, zorbalık dediÄŸimiz düzenin ta kendisi olur. Zorba, baÅŸkalarının mallarını azar azar deÄŸil, toptan alır. Bu mallar ister Tanrıların olsun, ister devletin. Oysa herhangi bir adam onun yaptığı eÄŸrilikten birini yapacak olsa, cezasını görür. Rezil, kepaze olur. Ona, eÄŸriliÄŸinin cinsine göre, mabet soyguncusu, insan bezirganı; duvar delen, yaÄŸmacı, hırsız derler (EÄŸrinin uç noktasındaki zorbaya ise “çalıyor ama çalışıyor”). Ama yurttaÅŸlarının mallarına el sürmekle kalmayıp onları köleliÄŸe de sürükleyen eÄŸriye bu çirkin adlar verilmez. Yalnız kendi yurtttaÅŸları (yandaÅŸları) deÄŸil, eÄŸriliÄŸi sonuna vardıran bu adamı bilen herkes, ona muradına ermiÅŸ mutlu adam der. İnsanlar, eÄŸriliÄŸi, eÄŸrilik yapmak korkusundan deÄŸil, eÄŸriliÄŸe uÄŸramak korkusundan ayıplarlar. Sonuna varan bir eÄŸrilik böylece hür adama, doÄŸruluktan daha çok yaraşır. Bu yüzden daha güçlü, daha efendi olur (bizdekilerde efendilikten eser olmasa da). DoÄŸruluk güçlünün iÅŸine gelendir; eÄŸrilikse,kendimize yararlı olan, kendi iÅŸimize gelendir > Orak Gibi DoÄŸru…”
HAGEM’li “Öykünün İkna Gücü” > Adana’dan Yasemin’e; Köfte mi rakı mı ? “Cellatın asil olanına ne denir ?”
Merhaba
Yazıma 10 Kasımda baÅŸladım ve 12 Kasımda bitirdim. Önceki yazımın sonunda demiÅŸtim; elimde bir kitap var: Devlet (Ocak 2010; XIX.baskısı). “Önsöz”ü kitabın kendisi kadar anlamlı. Kitabın 25nci sayfasında 343.d referansıyla Sokrates’le Thrasymakhos arasında geçen “DoÄŸruluk ve EÄŸrilik” konulu diyalogun bir bölümünü yazımın giriÅŸine aldım ve bugüne bakmaya çalıştım. Saat dokuzu beÅŸ geçe saygımı dualarımla zenginleÅŸtirip, minnet ve özlem gözyaÅŸlarımı içime akıtarak şükrettim. EÄŸrilikten kurtulma adına umutlarımı güçlendirmeye çalıştım. Fox’ta İsmail ile birlikte dik duruÅŸu, sakin, umutlu ve düzgün anlatımlarıyla Leyla Aytaman‘a hayran oldum. Benden bir yaÅŸ büyük ve İstanbullu. Ben CINOS‘un ilk evresinde Teknikte tıkanıp da Satışın kaosunun içindeki sistemi anlamaya çalışırken (1992/95) Leyla hanım vali olmuÅŸ ve kendince “İğneli KoltuÄŸa” oturmuÅŸ. İlk kadın vali olmanın ardılında milletvekili oluÅŸu ve öncülünde senatör olan babanın ekolojisinde geliÅŸen aile ve kiÅŸilik yapısıyla sözcükleri içime iÅŸledi. “Bürokrasi ile Siyaseti BütünleÅŸtiren” kiÅŸi olarak “İğneli Koltukta Dörtbuçuk Yıl” isimli kitabının internet tanıtımlarına bakıp Leyla hanıma biraz daha yakın olmak istedim.
“…Türkiyenin ilk ve tek kadın valisi, 20. Dönem milletvekili, Sefire, Bilimkadını. > Milletvekilleri Türkiyenin ilk kadın valisini nasıl karşıladı? > Türkiyenin ilk kadın baÅŸbakanı Tansu Çiller ve ilk kadın valisi Aytamanın iliÅŸkileri nasıldı? > Eski baÅŸbakanlardan dayısı Nihat Erimin cenazesinde birbirine sırt çeviren liderler kimlerdi? >Termik santraller için verilen mücadelede akıl dışı gerçekler > İkinci Dünya Savaşının sonlarında, baÅŸta babası Dr. Abdullah KöseoÄŸlu olmak üzere siyasetle yoÄŸrulan bir ailenin içinde geçen çocuk yaÅŸlarından itibaren Türkiyenin çalkantılı yıllarına, iktidar deÄŸiÅŸikliklerine, ihtilallere, muhtıralara, kâh uzağından, kâh yakınından, hatta içinden tanık oldu > eÅŸi Büyükelçi Reha Aytamanla birlikte yurtdışında ülkemizi yıllarca temsil etti >1991 yılında Türkiyenin ilk kadın valisi olarak atandığında, birikimiyle, deneyimleriyle, azmi ve saÄŸduyusuyla bu yeni görevi de layıkıyla yerine getireceÄŸinden kuÅŸkusu yoktu > Bir ilki yaÅŸamanın hazzını ve gururunu duyup 1995 seçimlerinde MuÄŸla Milletvekili olarak Meclise girene kadar valilik görevini dört buçuk yıl sürdürdü…”
İnancı Yitirmek (Loosing Faith)
Leyha hanıma baktım; umutlanıp imrendim. Bunları yazarken minareden ses geldi. Hoca beni cumaya çağırıyordu. Gitmeye niyetim yok. Niyetim birkaç yıl önce bozuldu. Ne güzel altmışından sonra imanım güçlenmiÅŸ inancım geliÅŸmiÅŸti. Düzenli olarak cumaya giderdim. Hem de herkesten önce giderdim. En ön sıranın sol başına oturur, caminin ulviyeti içinde kendimle hesaplaşırdım. İnancımı yitirdim (Loosing Faith). Halbuki hocalar yaÅŸam gölünde kulaçlarının gücü azalanları karşı kıyıya hazırlarlardı (> ömrün ÅŸu geçen neÅŸvesi tam olsun erenler). Ne olduysa yüzde doksanı nankör yüzde onu da hain oldular. Öyle ki ” KeÅŸke Yunan galip gelseydi” diyenleri bile baÅŸ tacı yaptılar. O nedenle beni çağıran hocaya seslendim (ki camimizi hocası aydınlık biridir ve kendisini severim) “kusura bakma gelemem; nankörlerin arkasında saf tutamam” dedim içimden yüzüne karşı. İçimdeki sese kulak verdiÄŸimde bunu kendime yakıştıramıyorum sindiremiyorum. KeÅŸke (bir de ben söyleyeyim-ki “keÅŸke” demek kiÅŸiyi çözümün deÄŸil sorunun bir parçası yapsa da- ellili yılların baÅŸlarında, Atatürk’ten sonra onun yolunda gittiklerini söyleyenler oy korkusu adına Köy Enstitülerinin kapanmasına ön ayak olmasalardı. KeÅŸke …) çocuklara öğretirken üreten ve üretirken eÄŸiten öğretmenlerle birlikte hocalar “dünya ve ahiret dengesi” içinde “doÄŸruluk” yolunda önder olsalardı. Hani olmayacak duaya amin demenin halk arasında (biz taÅŸralı edepsiz çocuklar arasında) daha yaygın ve etkin olan ÅŸekliyle “halanın t*ÅŸ*kları olsaydı amcam olurdu” demekten öte deÄŸil bu benim “keÅŸkelerim“… Emekli olup da ÇeÅŸme yaÅŸamı rutinim olunca, evimin yüz metre ötesinde cami bulununca ne de güzel yola girmiÅŸtim. Milton Erikson’ın beygiri gibi ara sıra yoldan çıksam da kolayca yola dönüyordum. Hazreti Musa’nın “YaÄŸmur Duası“nda olduÄŸu gibi “Hendeklerim” hazırdı. İnancım tamdı. Åžahit olduÄŸum nankörlüğe tepkiyle camiyi terk ettiÄŸim günden bu yana ne zaman Cuma selası okunsa hep hazır hendeklerime bakıp dua etmediÄŸime, nankörlerden dolayı duadan vaz geçtiÄŸime esef ediyorum. Yine de inadımdan vaz geçmiyorum. “Belki bir gün hayattan, geçmiÅŸteki günlerden bir teselli ararsam...”
Neşeli ol ki genç kalasın
Dün yine İzmir yolcusuyduk. Apartman toplantımız vardı. Arabamızın bagajında da bir tencere kuru fasulye ile arka koltukta iki de İstinye Park Yolcusu, Ankaralı…Bu yolculuÄŸu gerekli kılan apartman toplantısının gündemi ve benim denetçi oluÅŸumdu. Yirmi yıllık asansörlerin deÄŸiÅŸtirilmesi olaÄŸanüstü toplantının gündemiydi. Gündeme bir de apartmanın dışının izolasyonu ve boyası eklenmiÅŸti. Üstelik gündem maddelerinin ikisi de bu konularda para toplanmısını da içeriyordu. Bu iki temel konu kuÅŸkusuz önemliydi; ancak bir milyon lirayı aÅŸması olası bu iki konuyu bir arada ele almak bence özellikle ÅŸu sıkıntılı günlerde ödeme gücü açısından çok uygun deÄŸildi. Buna raÄŸmen sabırla toplantının baÅŸlamasını bekledim. Katılımcı sayısı önemli deÄŸildi toplantının yapılması için; çünkü ikinci toplantıydı ve çoÄŸunluk aranmıyordu. Toplantıyı yöneten meslektaşım sevgili Prof.Dr.KA ile verimli bir geceydi. Bu nedenle gecenin yarısına kadar sürmesi olası toplantı 21.30 da bitmiÅŸti. Böylece bana da ÇeÅŸme yollarında eve dönüş gecenin o saatinde çok zor gelmemiÅŸti. Bizim bloklarımızın temel bir sorunu vardı. Perde beton ile duvarlar örüldüğü için deprem vb ile ayrılan, çatlayan harç yerlerinden yaÄŸmurlarda kimi üst dairelere su giriyordu. Islanmak deÄŸil gerçekten de su giriyordu. Ben yirmi yıldır bu güzel sitede oturuyorum ve uzunca yıllar da denetçi olarak konuların biraz daha içinde oldum. Ne yapıldıysa kesin bir çözüm elde edilemedi. Bunun da olaÄŸanüstü toplantı gündemine alınması doÄŸruydu. Sadece zamanlaması doÄŸru deÄŸildi. Çünkü bu konuda bir karar alınsa bile bakım-onarım iÅŸleri 2022 yazından önce yapılamayacaktı. Bu durumda ÅŸimdiden, altı ay önce fiyat almak da anlamlı deÄŸildi. Çünkü bugünlerde kimse bir hafta sonrasını göremiyordu. ÖrneÄŸin bir kapı deÄŸiÅŸtirmek için fiyat aldım (5.000TL). Bir hafta sonra yaptırmak için aradığımda 5.350TL istediler. Toplantıya katılan iki kat maliki (ki ikisi de inÅŸaat mühendisi) evlerine giren yaÄŸmur suları nedeniyle çok dertliydiler. Haklı olarak gündem üzerindeki sözlerime karşı çıktılar. Gündem önerildiÄŸi ÅŸekilde sürdü ve yönetici bu konuyla ilgili aldığı teklifi okudu. İskelenin nasıl kurulacağından, işçilerin iÅŸe baÅŸlarken saÄŸlık raporlarına ve kullanılacak boyanın isminden rengine kadar her ÅŸey vardı teklifin detaylarında. Ancak izolasyonun nasıl yapılacağı ve su girmesinin önlenmesi konusundaki teknik detaylar ve iÅŸin garantisi yoktu. Daha önce de benzer bir iÅŸ yapılmıştı eski yönetici zamanında ve sonuç deÄŸiÅŸmemiÅŸti; sorun aynen sürmüştü. Sadece binanın dış görünüşü birkaç yıl daha güzel olmuÅŸtu. Yönetici yaklaşık beÅŸyüz bin liralık teklifi okuduktan sonra en çok sorun yaÅŸayan iki inÅŸaat mühendisi kat malikine sordum: “Sizce bu teklif edilen iÅŸ sorunu çözecek nitelikte mi ?” Yanıt netti ve olumsuzdu. Yönetici dersini iyi çalışmamıştı. Dayanağı sadece parsel yönetimindeki genç arkadaşımızın arkadaşından gelen bir teklif oluÅŸuydu. Sonunda bir komisyon kurulması kararı ile bu konu önümüzdeki olaÄŸan genel kurula (kat malikleri toplantısına), diÄŸer bir deyiÅŸle 2022 baharına kaldı. Komisyon oluÅŸumunda da ilginç bir nokta dikkatimi çekti. Bu sorundan en çok etkilenen ve mesleÄŸi de tam bu sorunun çözümünde gerekli alt yapıya sahip olan Bay XX komisyona girmek istemedi; girmedi. Halbuki gönüllü olarak yer almalıydı ki sorunun gereÄŸi gibi çözülmesi için doÄŸru yöneliÅŸler olsun. Üstelik çözümün nasıl olduÄŸunu herkesten iyi biliyordu. Ve bildiÄŸi çözüm yolunu uygulayan bir diÄŸer blokta sorunun nasıl k ökten çözüldüğünü de dile getirmiÅŸti. Bu durumda komisyonda mutlaka yer almalıydı. Heyhat ! Hemen her zaman “hem yaÄŸlı yemek isteyip de hem de papazdan korkan doÄŸruluk”, eÄŸriliÄŸe maÄŸlup oluyor. Yine doÄŸruluk yan çizdi ve eÄŸrilik bakalım nasıl bir final yaratacak ve Sokrates’in ruhu bu konuda neler hissettirecek… Ve gündemin esas konusu olan asansörlerin deÄŸiÅŸtirilmesine geldi…
Hasbi Tembeler’den Mektuplar
Kamuda onaltı yıl araÅŸtırıcı olarak çalıştıktan sonra CINOS‘lu olunca özellikle raporlama konusunda yapısal bir çerçeve içinde örnek olmaya çalıştım. Seksenli yılların tam ortasında “Özel Sektör-Kamu” iliÅŸkilerinde “güven” eskisine göre yıpranmıştı. “Kimse yoÄŸurdum ekÅŸi demez” inancı yaygınlaşıyordu. Buna raÄŸmen (ya da bundan dolayı-sorumluluk sahibinin olsun) birkaç yıl sonra ruhsat amaçlı ilaç deneme yetkisi firmaların kendi araÅŸtırıcılarına verilmiÅŸti. Hem doÄŸruydu; hem de eÄŸri. Sokrates saÄŸ olsaydı buna ne derdi ? Platon, “Devlet“i yeniden yazsaydı bunu nasıl irdelerdi ? Bu kritik karardan önce ve sonra deneme raporlarımı olması gerektiÄŸi dispozisyon ve “Tartışma ve Kanı” içinde referanslarıyla destekleyerek yapılandırıyordum; tıpkı kamuda olduÄŸu gibi. Bu yaptıklarıma bakan ve Enstitü yıllarında buna yabancı olmayan rahmetli meslektaşım ve enstitüden arkadaşım pazarlama müdürüm SHB bile gayretimi yadırgıyor ve bana “Sen buraya kitap yazmaya mı geldin ?” diyebiliyordu. Bu yetmiyormuÅŸ gibi görselle destekleme çabalarımı gören ve düşünce tarzıyla rahmetli dostumun “büzüktaşı” olduÄŸunu yansıtan İsviçreli Dr.DK bana bakıp “Karın seni boÅŸayacak...” diye takılıyordu iÅŸten özel yaÅŸamıma az kalan zamanı görünce… Her neyse ! Ben bunları yaparken doktorasını ABD de yapmış olan bir diÄŸer meslektaşımın yazdığı raporlara bakınca sevgili dostum Alev “Hasbi Tembeler’den mektuplar” diye takılıyordu. Anlatmak istediÄŸi “BaÅŸtan savma ve özensizlik” idi. Ki dün akÅŸam da onu gördüm her iki konuda da… Halbuki yönetime kök salmış ve “Herbokolog” olup da on yılda bir koku sorununu çözemeyen VÜ’den sonra ne kadar da umutlanmıştım. Asansör konusu da izolasyon konusu da olaÄŸanüstü toplantıya gelmezden önce yeterince irdelenip gereÄŸince hazırlanmış teklifler içermiyordu bana göre.
Sorun önemliydi. Daha doÄŸrusu “konu” önemliydi. “Konu”nun “sorun” olması sadece dillerdeydi. Haksız deÄŸillerdi. Ancak bu kararı vermezden önce birkaç nokta netliÄŸe kavuÅŸturulmalıydı. Yine sorularım vardı. Bunlar;
- Sordum: Asansörlerimizin (2 adet) etiketi kırmızı deÄŸil maviydi. Denetçi firmanın bir uyarısı yoktu. O**s firmasının asansörleriydi. Düzenli aylık bakımları yapılıyordu. Yıllık denetimleri de… Ne bakımını yapan ve ne de belediyenin görevlendirdiÄŸi denetim ÅŸirketinden “Bu asansörler riskli mutlaka deÄŸiÅŸtirilmeli” diye bir rapor yoktu. Bugün olaÄŸanüstü toplantıda deÄŸiÅŸtirme kararı alınmazdan önce böyle bir rapor olsaydı hem yönetimin ele güçlenirdi hem de kararı beklerken yöneticinin üstlendiÄŸi risk süreci kısalırdı. Bu yapılmadığı için toplantıya katılan site avukatının önerisiyle “tesbit davası” açılması kararlaÅŸtırıldı.
- Sordum: Asansörlerimizin ikisinin de değiştirilmesi gerekli miydi ? Birisini değiştirip diğerini de çıkan ve eldeki yedek parçalarla iyileştirme sağlanamaz mıydı ? Bir başka blok bunu yapmıştı.
- Sordum: Genç arkadaşımızın da dile getirdiÄŸi gibi “20 katlı binalara asansör kurmuÅŸ olan firma referansı önemliydi”; biz ne istediÄŸimizi tam bilmiyorduk. Yöneticimizin mesleÄŸi gereÄŸi teknik olarak öngörüleri ÅŸekillendirememek normaldi; doÄŸaldı. Ancak teknik bir heyet ÅŸartnameyi dikkatle hazırlamalıydı. Makina Mühendisleri Odasından resmen profesyonel bir yardımi stenebilirdi. Bu nedenle biz hazır deÄŸildik. Sonunda bu önemli konu da bir komisyona havale edildi. OlaÄŸanüstü toplantı, iki defa ÇeÅŸme-İzmir-ÇeÅŸme seyahatim “Yan Ürünleri” dışında esas amacın gerçekleÅŸtirilmesinde verimli olmadı. Yan ürünleri nelerdir ?
Toplantı öncesi sevgili Ersin’le (Prof.Dr.E.E.O.) asansör konusunda yazışmıştım. Onun esas derdi TÜV benzeri bir “soygun düzeni” idi. Bakımını yapan ve denetleyen firma paslaÅŸmaları ile çözüm üretmeyen iÅŸlerdi. İşte o yazışmam:
“Asansörler
Apartmanlardaki asansörler ilgili belediyenin o döneme ait asansör talimatı uyarınca bir şirket tarafından kurulur ve belediyeden onay alıp işletmeye alınır. Genelde asansörü kuran şirket, apt. yönetiminin onayı sonucu her ay asansörün bakımını yapar, yönetime bir bakım raporu verir ve arıza vs varsa onarır ve ücretini yönetimden alır. Yönetim ayrıca bakım ücreti olarak şirkete her ay bir para öder..
Sonra bir sistem ortaya çıkar… Belediye bir denetim şirketi ile anlaşır ve şirket her yıl (!) asansörü denetler ve bakım yapan şirkete bir rapor verir. İsterse yönetime de bir rapor sureti verilir. TÜV de olduğu gibi, asansör ağır hasarlı veya hafif hasarlı veya hasarsız çıkar
Kusurlu asansöre kırmızı etiket takılır ve hasarın/kusurun 2 ay içinde giderilmesini, yoksa asansörün mühürleneceğini yönetime bildirir. Bakım yapan şirket, yönetimden hasarın/kusurun giderileceğini, bu iş için şu kadar para ödenmesi gerektiğini bildirir….
Bu nasıl bir iştir???
Bakım yapan şirket arızayı/ hatayı görüp her ay yaptığı kontrollarda bunları neden gidermez??? Bakım yapan şirket yetersiz midir?? Denetim şirket, fi tarihindeki yönetmeliğe göre kurulmuş bir asansörün yeni çıkmıs yönetmelige uygun hale getirilmesini nasıl talep edebilir??? Örneğin asansör çukuru derinliği azdır der….???
Aklıma takıldı da, yazdım işte. Yok canım şikayet etmiyorum. Kendi kendime gelin güvey oluyorum… Saygılarımla..
Sonuç; dün gece daÄŸ fare doÄŸurdu. Nedeni yeterince hazırlıklı gelinmemiÅŸ olmasıydı. Daire başına 10-15 bin TL lık bir ödeme planı çıkaracak olan her iki konudaki hazırlıklar yüzeyseldi; gerekli teknik öngörülerden yoksundu. Bunu gören ve her iki konudan da en çok ÅŸikayetçi olanlar ne yazık ki çözümün bir parçası olmak için heveli olmadılar. Her zaman olduÄŸu gibi öne çıkan KurtuluÅŸ oldu. Ne yazık ki ondan gelecek yardım da yeterli teknik içeriÄŸe sahip olacak gibi görünmüyordu. Åžimdi iki komisyon ve deÄŸerlendirme bekliyoruz. İnÅŸallah Åžubat 2022 de yapılması beklenen olaÄŸan kat malikleri toplantısında beklenen karar alınır ve gecikmeden uygulamaya geçilerek ciddi bir sıkıntı yaÅŸamadan bu iki konu çözüme kavuÅŸur. Bunun için “Niyet ve Zihniyet” önemlidir. Bunun için Kerem’in paneldeki sözleri akılda tutulmalıdır. Bunun için bu dünyanın “GAT Dünyası” olduÄŸu unutulmamalıdır. Bu toplantıya katılmak için Karşıyaka’ya gelmezden önce yolda, sevgili Ersin’i aradım görüşebilmek için ve…Yaseminli Grubu
Yaseminli Grup
“Mustafa on kiÅŸiyiz, Yasemin’deyiz; sen de gel” dedi. Sevindim. Åžanslıymışım. ZM68 den on arkadaÅŸla buluÅŸmak her zaman nasip olmaz. Hüseyin ve eÅŸini İstinye Park için Üçkuyular’da, NezuÅŸ’u de Efes için çarşıda bırakıp, Yasemin’e gittim. Ben geç kalmışım. Ben gidinceye kadar sevgili ZM68Ümit (Prof.Dr.ÜE) ve eÅŸi ayrılmışlar. Onları göremedim. BuluÅŸmayı ZM68Orhan nam-ı diÄŸer “Cici BaÅŸkan” organize etmiÅŸ. Sevgili ZM68Erol; ZM68Yalçın, ZM68Onur, ZM68Ersin, ZM68Sami, Kamil (!) katılmış. Ben sona kaldığım için sohbet fazla uzun sürmedi. Orhan, Sami, Yalçın ve Onur pek fazla deÄŸiÅŸmemiÅŸler. Özellikle Onur’un yüzündeki gülümseme ve muzip mimikler aynı kalmış. Sevgili Erol ise çok zayıflamış; avurtları çökmüş. Sanırım ÅŸekerden… Üzüldüm ve üzüldüğümü ne yazık ki ifade edemedim. Ona baktım ve cumartesileri yarım gün çalıştığımız Enstitü yıllarım geldi gözümün önüne…
Köfte mi rakı mı ?
Antalya’nın “İstasyon“undan Bornova’nin “Enstitü“süne tayin olup da hemen İngiltere-East Malling Research Station‘da bir yıl kalan sevgili Erol gerçek bir neÅŸe kaynağımızdır. Çok takılırdık. Her tür ÅŸakayı, espriyi kaldırırdı. İngiltere’ye gittiÄŸi yıllarda döviz en önemli konuydu. Bir yerlerden bulsan bile yurt dışına çıkarmak yasaktı. Erol da her ne kadar “Devlet Lisan Okulu“nu bitirdikten hemen sonra Milli EÄŸitim’den kazandığı bursla yola çıkıyor ise de hedefinde dönüşte yurda bir araba getirmek vardı. Bunun için de elinde içi oyuk bir Redhouse Sözlüğü vardı. Yurt dışı eÄŸitim süresini baÅŸarıyla tamamladıktan sonra 1974 model nar çiçeÄŸi kırmızısı bir VW ile yurda döndü. Allah razı olsun; çok bindik onun arabasına. Çok sosyaldi Erol ve bizimle beraberliÄŸimiz aile boyutunda geniÅŸ yapılıydı. örneÄŸin bir gece Güzelyalı’daki bir düğüne birlikte katılıp da bizi (ben NezuÅŸ, annem ve babam) taa Güzelyalı’dan Tepecik’e getirmiÅŸti. Rahmetli babam Erol’un o güzel arabası içinde gelirken azıcık da kıskançlıktan olsa gerek “senin araban var ama bak benim oÄŸlumun da karısı var” diyerek Erol’a takılmıştı. Uzun yıllar evlilik kararı almakta zorlanan Erol için pekçok çöpçatanlık yaptık NezuÅŸ’la. Hiç birini beÄŸenmedi o yıllarda. Sonrasına, bugünlere deÄŸinmek istemiyorum. Öğrendim ki bu yöndeki kimi görüşmelerden (sorgulamak gibi) alınmış ve sınıfımıza kırılmış. Yine de dün onu yakınında oturup da uzaklarda hissettiÄŸim için içim burulsa da görmekten mutlu oldum. Åžimdi bir cumartesi günü servis otobüsündeki kısa sohbete geleyim. Enstitüde soyadı “Yalçın” olan iki samimi arkadaşım vardı. Akraba deÄŸillerdi. Biri ZM68EY; diÄŸeri de ZM67OY (Komser Osman). Osman aynı zamanda Erol’un aÄŸabeyi olan ZM68YY nın da samimi arkadaşı. Yarım günlük çalışma bitmiÅŸ; servis Basmane’ye doÄŸru yaklaÅŸmakta ve Osman’ın Erol’a bir teklifi var: “İster köfteyi seç istersen rakıyı; hadi gel “Sidikli Ali Restoran”a gidelim öğle yemeÄŸine”. Sözü edilen köfteci çok meÅŸhur. Bı tür bir isimle anılması ise; bahçe içinde bir köfteci ve çiÅŸi gelen gidip bahçenin uzağındaki bir duvara yanaşıp hacet gidermesi imiÅŸ (ben hiç gitmediÄŸim için bu gerçek midir yoksa tevatür mü bilmiyorum). Erol hiç birine yanaÅŸmıyordu. Çünkü Erol rakıyı seçerse Osman öğle yemeÄŸinde bir yetmiÅŸlik içiyor; Erol köfteyi seçerse Osman bir otutuÅŸta yüz köfte yiyordu. Erol her zaman zararlı çıkıyordu. İşte böyle neÅŸeli günlerden sonra dün sevgili Erol’u zayıflamış görünce üzüldüm ve tekrar edeyim üzüntümü dillendiremediÄŸim için daha da üzüldüm.
Sözün özü; uzadı bu yazı. İç içe girdi üç konu. Cumaya çıkan hocanın selasından hendeklerim hazır olmasına raÄŸmen neden yaÄŸmur duası okumadığımı “loosing faith” ile yansıtmaya çalıştım. OlgunlaÅŸmadan getirilen önerilerle yiten zamana ve uzayan sürece; canı yanmasına raÄŸmen çözüm sürecine aktif olarak katılmayan zihniyete ve ZM68 özlemlerime deÄŸindim. Zaman akıp gidiyor; dur demek kolay deÄŸil. Açık ve aydınlık yollarda, koronasız yakın yarınlarda saÄŸlık ve esenlik içinde karşı kıyıya uzanan kulaçlarla anı yaÅŸamanın hazzı ile selamlar…
Öykücü