Yaşam Büfesinde “Kıraathane”

“…Tasarım olarak farklı konseptlere ve dokulara sahip olan kitap kahve evleri, içerisinde kapsamlı kütüphanelerin bulunduğu mekanlar. Bu mekanlara giderken yanına kendi kitabını alabildiğin gibi kütüphanelerindeki kitap ve dergileri de okuyabiliyorsun…; İçlerinde bir dünya kitabın olduğu bu mekanlarda her türe ait klasikler ya da güncel eserler yer alıyor. Kahve eşliğinde kitap okuma kültürüne yeni bir boyut katan, atmosferiyle ön plana çıkan bu mekanlarda takılmak hayli keyifli. Kitap okumaya doyamayanlar için ideal olan kitap kahve evleri, sessiz bir ortamda çalışmak isteyenler açısından da hayli yararlı…; Bir kitap kafeden beklenilen her şeyi fazlasıyla karşılayan ve Fransız bohemliğini sonuna kadar sunan Merci Used Book CafeParis‘te bulunuyor. Burası dar koridorları, tavana kadar uzanan kitaplığı, sıcak ve rahat ortamıyla harika bir mekan. Dünya çapında bir üne sahip olan bu mekana, Paris’e gittiğinde mutlaka uğramalısın. Özellikle tek başına kalmak istiyorsan burada saatlerce kitabınla baş başa takılabilirsin. 5.000’den fazla kitabın bulunduğu kafe adeta bir kitap cenneti. Bu konsept mekana tek başına gelebileceğin gibi arkadaşlarınla da uğrayabilir ve Paris’in alternatif duraklarından birinde hoşça vakit geçirebilirsin. Paris’te bir Parizyen olmak istiyorsan uğraman gereken yerlerden biri burası (https://www.instagram.com/explore/locations/239912832/used-book-cafe-at-merci-paris/) …; Uzaklara gitmeye gerek yok: Cumhuriyet’in 100. Yıl kuruluş yıl dönümünü hafta boyunca kutlayan Çeşme Belediyesi kutlamalara Yaşar Aksoy Kitap Kafe Açılışı ile başladı. Belediye Başkanı M.Ekrem Oran’ın katılımıyla Alaçatı Değirmenaltı mevkiinde, Cumhuriyet aşığı, gazeteci, usta yazar Yaşar Aksoy’un ismini taşıyan, Kitap Kafe’nin açılışı gerçekleştirildi (https://www.gercekizmir.com/yazdir.asp?haberid=141339)…”

Alaçatı-Yaşar Aksoy Kitap Kafe “Dün bi bugün dört” > Üç Tarz-ı Siyaset (Yusuf ve Ali)

Merhaba

Önceki yazımda “haksızlık etme” çizgisine yaklaşmış olduğumu hissediyorum. Amacım kutlamaları “şehri taşlarına, insanların ruhlarına” coşku ile işlemenin eksikliğine değinmekti. Sahilin kuzey ucunda Tekke’de demlenirken Sakız’a uzanmayan davul-zurna sesine hasretimle hissiyatımı doğrudan Başkan’a ve grubumdaki tüm arkadaşlarıma iletmiştim. Beklentim, 2004 yılında Mısır’da “BeE-Cesur Adamlar” sunumumda dile getirdiğim “olmak” tı; “yapmak” değil. Her neyse…

Kıraathane (Amcamın Kahvesi-Soma; 50 ler; Kemeraltı-60 lar) ve Kitap Kafe 2023

Önceki yazılarımdan birinde de değinmiştim (https://www.copcu.com/2018/06/08/yasam-bufesinde-g-v-z-pasa/). Ömrünün son günlerini “Gece Bekçisi” olarak geçiren rahmetli babamın esnaflık iş yaşamında neler gördüm ? Nelerin izleri kaldı belleğimde ? “Öyle mi derler tombul gelin…” sesleriyle metal bidona vurulan ellerle neşe dolan tütüncülüğün yaz günlerinin anısı ellili yılların başlarıdır. Araya ikinci askerlik girse de kış gecelerinde tanık olduğum anamla babamın kahve sohbetlerinde “Biliyor musun, biz Uzun Tarlada Akseki İbrahim’den daha iyi tütün çıkarmıştık ve onun 250TL verip de alamadığı Siera Radyoyu ben almıştım…!” Benimle yaşıt olan o radyo hâlâ Çeşme Çatıda durur ve rahmetli babam tütüncülükle beraber yürüttüğü kahveciliğinde bu radyo ile daha fazla müşteri çektiğini anlatırdı. Duyduğum ilk pazarlama tekniği örneğidir. Soma’da madenciliğin gelişmesi ile akıllı babam hemen kahvecilikten köfteciliğe geçer ve artık radyo evimizin baş köşesindedir. Ellili yılların sonlarına doğru Soma’dan İzmir’e dönen rotamızda radyo özellikle sınıf arkadaşım rahmetli Lâtif’le (EZM68LÇ / Prof.Dr.Lâtif Çağlayan) ikimizin cumartesi akşamları “Dinleyici İstekleri” saatinde heyecanla başında durduğumuz sosyal medyamız idi. Şimdi tekrar Soma’daki kahveciliğe dönerek bugünün “Kitap Kafe“sine geleyim.

Soma’da Selçuklular zamanından kalmış kapalı çarşı benzeri kasaplar pazarının önündeki dükkanlar sırasının doğu ucunda babamın kahvesi vardı. Masalar tahta, sandalyeler tahtaydı. Müşterileri daha çok çiftçilerdi. Aynı sıranın batı ucunda amcamın kahvesi vardı. Masalar kaplıydı; sandalyeler minderliydi ve kahverengi deri (hani maroken derler ya !) kaplı peykeleri (divan) vardı. Çay ocağına yakın bölümde de üstü camlı bir memur masası (benzeri) vardı. Amcam muhtardı. Müşterileri daha çok memur ve esnaftı. Mekanın bir duvarında küçük bir kitaplık vardı. İşte hem Soma’daki Amcamın Kahvesine ve hem de Kemeraltı’ndaki kitaplığı olan benzer kahveye “Kıraathane” denirdi.

Attaki ben; sağ yandaki kasketli babam (ve kahvesinde masa ve sandalyeler tahta; müşterileri çiftçi ve esnaf ); sol yandaki fötr şapkalı amcam (ve kıraathanesindeki sandalyeler ve peykeler deri kaplı; müşterileri memur ve esnaf)

O zamanların “Kıraathane”si bugünün “Kitap Kafe“si oldu. Adının şu veya bu olması önemli değil, önemli olan kişileri “Kitaplara Çekebilmek” ki Alaçatı’daki “Yaşar Aksoy Kitap Kafe“si bu açıdan mükemmel bir girişim olmuş. Şimdi önemli olan buna cazibe katabilmek. Belki de okullardan onar kişilik gruplarla bir program içinde çocuklarla başlamak. Kuşkusuz “Beyaz Zambaklar Ülkesi“mesajlarına ve ardılında “Köy Enstitüleri”nin net yararlarına bile hâlâ tepkisi süren bir güruhun pek hoşuna gitmeyecektir. Çok şükür ki burası “İzmir-Çeşme-Alaçatı” ve belki de en azından biz “EZM68(*)” olarak bir adım atabiliriz. Blogumda altı yıl önce (https://www.copcu.com/2017/11/21/yasam-bufesinde-okullar/) bu günlerde şöyle değinmişim bu yoldaki özlemime:

“…Yüzyıl öncesinde Atatürk zamanında Beyaz Geceler ülkesinden “Beyaz Zambaklar”la yola çıkan Bay Petrov’un şu satılarına baktım: “…Aydın kime denir? İnsan yaşadığı ülkenin gelişiminde ne derece sorumluluk sahibidir? Bir ülkenin geleceği nelere/kimlere bağlıdır? Bir ülke/ulus gerçek bağımsızlığını nasıl kazanır? Halk mı kahramanları yaratır, yoksa kahramanlar mı halkı?…” Bu sözcüklerle bugüne döndüm ve Atatürk’ü paylaşamayan ve herbiri diğerinden masum olmayan halktan uzak halkçılara, adaletten yoksun adaletçilere ve hareketsiz hareket grubuna baktığımda hepsinde samimiyetten uzak ve ikinci masumiyete erişememiş kuklalar, soytarılar gördüm. Korktum. Kırıldım. Yüzüm yine karardı, ensem de. Sonbaharın diğer adı olan “Hazan”ın “Hüznü” bana yansıdı…”

Haftaya “Kitap Kafe” ziyareti ile başladığımı önceki yazımda (https://www.copcu.com/2023/10/31/yasam-bufesinde-huzunkeyif/) belirttim ve aynı yazıda bu ziyaretlerime sistematik bir yapı kazandırmaya çalışacağım dedim; kendime söz verdim. Dün yine Alaçatı’ya gittim ve yanımda üç kişi daha götürdüm (eşim, oğlum ve yeğenim).

(Soldan sağa) Yeğenim-Emekli Gazeteci Bülent; Ben; Büyük Oğlum Ümit ve Eşim Nezuş (kendisi has Alaçatılıdır)

Her zaman yaptığım gibi arabadan kalem kağıt almıştım yanıma. Ayrıca görevli genç arkadaşa da olur ya biri ister diye kalem ve bloknot getirmiştim. Onları verdim. Rastgele bir kitap seçtim. Pek de rastgele değil aslında. Bir gün önce rafların tamamını hızla taradım. Öncelikle İş Bankası Kültür Yayınları Serisi Hasan Âli Yücel imzalı setten alınmış “Yeni, Okunmamış Kitaplar” dikkatimi çekti. Raflarda boş yerler vardı. Görevli genç arkadaşa “Kitap bağışı kabul ediyor musunuz ?” diye sordum. Olumlu bir yanıt alamadım. Belki de böyle bir soruya hazırlıklı değildi daha iki günlük genç… Dünyanın en meşhur “Kitap Kafe“leri yazınca Google’da ilk önüme çıkan yazımın girişinde sözünü ettiğim “Kitap Kafe” oldu ki İngilizce ismindeki “Used Books” sözcüklerine bakılırsa tavana kadar rafları doldurmuş kitapların “Okunmuş (İkinci el) Kitaplar” olduklarını anlıyorum. Anlıyorum ki henüz erken ve bir gün çatımdaki kitaplarımın pek çoğunu “Yaşar Aksoy Kitap Kafe“ye aktaracağıma inanıyorum. Seçtiğim kitap; aldığım notlar ve biraz daha anıyla dünden bugüne dönebilmek için önce uygun bir paragraf başlığı bulmalıyım.

Dedesini Linç Ettik; Torununu Büyük elçi Yaptık (Biz daha hoşgörülü idik; hiç bugün olduğu kadar “Kindar” değildik)

Rastgele değildi seçtiğim kitap; ama “ilgi alanım” içinde de değildi düne kadar. Dün neden etkilendim ? Atatürk’ün ilk maliye vekili Hasan Fehmi‘nin otomobil isteyen ordu komutanlarına verdiği yanıttan. Bu nedenle önce kitabın adı ilgi alanımdan “etki alanıma” düştü: Üç Tarz-ı Siyaset… Belki de gemileri “Sancak” ve “İskele“” nin anlam ve fonksiyon farkından dolayı tornistan ettirmek pahasına da olsa Boğazın karşı kıyısındaki Vahdettingilleşmenin etkisinin türevi beni bu seçime yönlendirdi. Daha sonra yazarına baktım: Yusuf Akçura ve yazarın özgeçmişini okudum. Sevdim. “Fizan’a sürülüp de Fizan’a götürecek yol parasını bulamadıkları için Trablusgarp’taki hapisliklerinden” etkilendim. Sürem kısaydı. Beraberimdekilerin işleri kısaydı. Bu kez bir saatten az zamanım vardı. Çabuk okumalıydım. Hızla taradım. Odaklanmaya çalıştım. Yazarın 15.03.1904 de Rusya’nın Zoya Köyünden yazdıklarını defterime yazdım. Bu arada İkinci Mahmut‘un şu sözleriyle bugünlerimizi kıyasladım:

“…Ben tebaamdaki din farkını ancak cami, havra ve kiliselerine girdikleri zaman görmek isterim...” Wooow! dedi zihnim ve yüz yıl sonra “Ben dindar değil kindar nesil isterim” diyen de mi aynı şeyi söylemek istiyordu diye ne diyeceğini bilemedi beynimin sağ yarım küresi soldaki arkadaşına…

Zoya Köyünde kendini sorgulayan Akçuraoğlu Yusuf‘a iki ay sonra Mısır’dan yanıt veren Artin Kemal‘in adını görünce duraksadım. İkisini, Yusuf’la Ali’yi aynı kitapta bağdaştıramadım. Sakallı Nurettin Paşa‘nın İzmit’teki linç olayını anımsadım. İrkildim. Ürperdim. Artin Kemal’in hayat hikayesine tekrar bakıp ortak yer ve zamanları bulmaya çalıştım. Yazımın ekindeki görsele her ikisinden de mesajlar eklerken altmışlı ve yetmişli yıllarda “Bizim Evin Halleri“ni hayal ettim ve…

Tercümanlı Rauf ve Cumhuriyetli İlhan

Sınırlı mali olanaklarımıza rağmen bizim eve Tercüman ve Cumhuriyet Gazeteleri girerdi. Rahmetli anamla babam Tercüman okurlardı; ben de Cumhuriyet. Kendi gazetelerimizi okuduktan sonra annem Cumhuriyet’i eline alır ben de Tercüman’ı. Anam da İlhan Selçuk‘u okur, ben de Rauf Tamer‘i. Hiç birimiz karşıt görüşlü diğerlerini “Hain” diye yaftalamazdık. Karşıt görüşlerin çatışmasıyla ara yolu bulurduk. Böylece kendi inançlarımıza bağlılığımız sürerken gereksiz ikna gayretleri ve etkisiz söz yükselmeleriyle aklımızı ve çenemizi yormazdık. Peki ya bugün ? Artık gazete almaz, okumaz olduk. Yaşlandık ve “Yiv-Set” kalmadı diye mi; yoksa karşıt taraflarda olanların söz ve eylemde hainliğe varan tutumlarının yıpratıcı, yorucu etkisi mi ? Daha sonra nedamet getirse de yüz yıl önceki Artin mi yoksa bugünün avantacı, HANsız, artizleri mi daha hain ? Herneyse…

Sözün özü; rahmetli meslektaşım Cemal Abi’nin oğlu Yaşar Aksoy”un adıyla Alaçatı’nın “Kitap Kafe”sinde daha fazla seçenekle daha iyi kitap okuyacağım için; EZM68 lilerle buluşma yeri olması olasılığı için; bu ay içinde beklediğim yazar Mehlika Hanımla belki orada bir “Söyleşi” yapma şansı için ve özetle Çeşmeli günlerimin daha keyifli olacağı için şükür ve şükranlarımla başta Başkan Ekrem bey olmak üzere emeği geçenlere teşekkür ediyorum.

Öykücü


(*) EZM68 : Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi, 1968 mezunu Ziraat Yüksek Mühendileri WhatsApp Grubu