Yaşam Büfesinde “Mücüre”

“…Ortada sandık…uslanmadık; usandık. Tavşana kaç, tazıya tut…Kaçacak delikleri olmadığını anladık da yatacak yerleri olacak mı ; bu hırslar bir gün son bulacak mı; akılları başlarına gelip, ayakları yere değecek mi ? Soğan tekrar iki lira olacak mı ? Paralı poşetli tanzimli varlıkların kuyruklu mumları yatsıya kadar yanacak mı ?…”

Aklım, Doğunun Tutkusu ile Batının günahlarının buluştuğu İstanbul’da

Merhaba

Bugün kısa keseceğim. İsterseniz mutlu yüzlere bakıp “Aydın Havası” olarak görün; isterseniz  asık suratlara dönüp “Sobalık Olsun” diye düşünün. Aklım bugün de kemale ermedi. İstanbul’u yansıtan Kermenyalısı havasından çıkmak için İzmir’e, Işıkkent’e geldim. Amacım Kevin Costner’in “Kurtlarla Dans” filmindeki gibi ana Netgillerle yeni bir “Konuşma Halkası” yapmaktı. Aklımı durultmak istemiştim. Uzaklara bakarken önündeki çukura düşen müneccime benzemekten korkuyordum. Teknik Bölüme girdim. Baktım ki aramıza yeni katılan üç genç yarın ki “Kabul Sınavı” için son çalışmalarını yapıyorlar hararetle; vazgeçtim. Erteledim. Yönetici ve yardımcısıyla yaptığım kısa sohbette anladım ki, 2012 den bu yana yapılar yerine oturmuş, sistem disiplini gelişmiş ve çalışanlar “otomasyonlu süreç yönetiminden; öncül ve ardıl uyarıları“ndan rahatsız değildir. Beklentileri, hedefi ve süreci biliyorlar. Olur da bir hata olursa sonucunu da biliyorlar. Geliştirme önerilerini rahatlıkla öneriyorlar. Yeri gelip de inisiyatif kullanırlarsa “Rubiconu Aştıkları” yeri de tahmin ediyorlar. O halde “Asayiş Berkemal” ve uzak durmakta yarar var; akıllarını karıştırmamak, düzenlerini, çizdikleri yolda duruşlarını ve hal ve gidişlerini etkilememek gerek. Ben de öyle yaptım. Yine de dördüncü katın salonundaki samimi görüşmede altı yıl önceki yoğun ve düzenli MOTES‘lerin faydalarını anımsadım. Kendime dur diyemedim ve bir ileti ile algılarımı ve önerimi ilettim. Anahtar sözcüğüm: “Sistematik İletişim“. Göreceğiz bakalım gümrükte açılan bavuldakiler saat mi yoksa kuş yemi mi ?

“Mücüre” ne demek ?

Çocukluğumdan kalan bir sözcük ve bir eşya idi. Adının anlamını hiç düşünmemiştim. Şimdi bu yazıyı Çeşme’ye dönmek üzere vakit doldurduğum Işıkkent’te Netgillerin kafeteryasında yazıyorum. Çeşmeye gidince çatıya çıkıp mücürenin ve üstündeki el dikişi makinesinin  fotoğrafını çekip yazıma ekleyeceğim. “Mücüre” sözcüğünün Soma’ya özgü, rahmetli babamın uydurduğu yerel bir sözcük olarak düşündüm hep. Şimdi internette aradığımda gerçekten var olan, kullanılan bir sözcük olduğunu anladım. Anlamı “Üstündeki delikten para atılan küçük para sandığı” demekmiş. Doğru ve güzel bir tanımlama. Çocukluğumda en çok vakit geçirdiğim eşya idi. Ancak içinde para yoktu. Babamın vergi korkuları nedeniyle ödenmiş ev vergisi makbuzları, kafa kağıtları vardı. Yine de hoşuma giderdi bunlara bakmak.

Neden şimdi, bugün”Mücüre” ?

Üstündeki delikten olabilir. Bu delikte atılan paradan olabilir. Asıl nedeni 16 gündür gittikçe bulanıklaşan aklımın kıvrımlarında kaçacak delik arayan “Langırt Köy Sandığı”nı anımsatmasından olabilir. Fuar zamanı İzmir’e gelip de 9 Eylülden sonra bisikletsizlik mutsuzluğu ile Soma’ya dönerken eski garajın girişinin sağdan üçüncü bölmesinde duran Kozan Otobüsüne ön kapıdan giren adamın “Camiye yardım” diye para toplamasıyla  tüm bu ilgisiz gibi görünen şeyleri “mücürenin deliğinde” buluşturur zihnimin otomasyonu. İşte çatıdaki bu küçük, eskimiş mavimsi boyasıyla beni yetmiş yıl geriye götüren mücürenin bana öğrettiği anahtar sözcükler: Sandık, Para, Langırt, Delik, Tavşan, Tazı ve “Uslanmamak ama usanmak” oldu.

İyi olur inşallah. Sağlık ve esenlik dileklerimle bu akşam saat on dokuzda Portakallı “desert (sen istersen “çöl” olur, istersen tatlı”; nasıl baktığına bağlı)” ile yarına daha umutlu bakacağıma inanmak istiyorum.

Öykücü