Yaşam Büfesinde “Heyhat !”

“… Aylardan Mayıstır. Temel, Dursun’la birlikte çarşıyı çıkar. Buzdolabı almak istemektedir. Bir yerde dururlar; karşılarındaki iki beyaz eşya mağazasına bakarlar. Her iki mağazanın vitrininde birer afiş asılıdır. Soldaki mağazanın sahibi Ahmet kapının önünde ayakta durmakta ve güler yüzüyle müşterilerini karşılamaktadır. Ahmet’in vitrinindeki afişte şu duyuru yazılıdır: “Bizde kampanya var; şimdi alırsanız ödemeler ekime …” Sağdaki mağazanın sahibi Kerim vitrinin önündeki sandalyesine oturmuş, ayak ayak üstüne atmış ve umursamaz, vurdum duymaz bir yüz ifadesiyle müşteri bekliyor ve vitrinindeki afişte şunlar yazılı : “Bizde kampanya yok; alırsanız ödemeler ekime, almazsanız s*kime“… Temel bakıyor, bakıyor ve Dursun’a dönüp “Biz sağdaki Kerim’den alalım; o daha gerçekçi” diyor…Adam on beş bin lira sözü vermedi; adam gerçekçi(mi)ydi ve dilimdeki tekerleme: Ankara’nın Dikmen’i… “

Ömer Hayyam’lı “Heyhat” ve “düşün, düşün, bxktur işin ifadeli üzgün surat…

Merhaba

Bugün, 15 Mayıs yeni bir hafta başlıyor ve suratım HANsızlar(1)dan daha beter karanlık. Aklım almıyor; yüreğim kabarıyor. Ülke olarak ödenen ve ödenecek olan “Cehalet Primi“ni kabullenmekte zorlanıyorum. Adam haklıymış “Dünler daha iyi günlerimizmiş”. Gabar petrolü, gemi, uçak ve otomobilin gazı derken, kaanın maketine binerken, sabah oldu erken. Ne o ajans ne bu ajans ne de ıslak imzalı tutanak, değişmedi kader… Antalyalı çiftçinin yediği cezadan dolayı şaşkınlıkla söylediği sözleri anımsıyorum: “Böyle bir şey olabilir mi Allah aşkına ?“. Makyavelli’yi dinleyen “Prens’in Öfke Dili“, Leo Buscaglia‘nın temsilcisi olan “Sevgi Dili“ne baskın çıktı. Bundan sonra üç kere “Eyvah, eyvah…” kukla sunucu sesi duysak ne olur, duymasak ne olur… Cehalet yerleşir ve bizi “İmamın Kayığına Binmek” paklamaz. Grubum bu tavrımdan dolayı bana kızıyor “bozma moralini” diye uyarıyor. Ben de kendime aynı şeyi söylüyorum. Ancak bir ben var, benden içeri ve o ben, bu beni dinlemiyor.

Ulamanın Azizliği(2)

Neden dert ediyorum ki ! “Aman ikinci tura kalmasın, birinci turda bitirelim” derken seçimin ikinci tura kalması beklentimiz değil miydi ? Bekliyorduk; peki neden şimdi mutsuzuz ? Dürüst olmak gerekirse “ehven-i şer” de olsa sonuç iyi sayılır; iyi sayılmalı. Biz de mi şımardık ve kolaycılığa kaçıyoruz da “Neden ilk turda bitmedi bu iş ?” diye dövünüyoruz. Şunu anladık ki; sevgi dili yetmiyor. Öfkeye alışmış olanlar sevgi dilini yumuşaklık olarak görüp Kerim’e yöneliyorlar.

Yazıma dün (15 Mayıs) başladım. Çerçevesini sevmedim; bıraktım. Bugün yeniden klavyenin başına oturdum (başka oturacak yer kalmadı mı ?). Ayıp bir şey gibi geldi, neyin olursa olsun, bir şeyin “başına oturmak”. Lise ergenliğinde, azıcık da varoşun edepsizliğinde şöyle bir tekerleme yapardık:

“Geçen gün Kemeraltı’na gittim, bir turşu içtim. Neler geldi o turşunun başına…” diyerek el hareketi yapardık. Ah bu “ulamalar”ın gözü kör olsun. Yaşın ilerlemişse, bir de taşralı esnaf olup müşteri yokluğunda canın sıkılıyorsa benzer şakaları ulamasız da olsa farklı versiyonlarda dillendirirdik.

“Bir sırtım ağrıyor, bir sırtım ağrıyor; bir ayıya çiğnettirmek gerek. Yere uzansam sırtımı çiğner misin ?”. İster ayıya çiğnet, ister başına oturt geçmiyor günler dünden yarına yaşadığımız “pre, pro, post kader oyunlarının kıskacı”nda. Şimdilerde müşteri olmasa da dükkanında tek başına oturan esnafın canı, bizim zamanımızdaki (elliler ve altmışlar) kadar sıkılmıyor. Bunu görüyorum; çünkü elinde cep telefonu mekan ve zamanın ötesinde neyin başına oturduğunu düşünmeden gününü gecesine bağlıyor. Onun canı sıkılmıyor; diğerinin enkaz altında canı yanıyor ama yine de celladına aşık olan mahkum gibi bil(me)diğini okuyor.

Bet(t)er (https://www.copcu.com/2015/11/03/yasam-bufesinde-better/)

Sekiz yıl önce blogumda bir yazı yazmışım; başlığı “Be(t)ter” Tek “t”lisi Türkçe, çift “t”lisi İngilizce. Anlamları ise zıt. Biri bugün yüreğimdeki Türkçe olanı “beter olsunlar” ve içimdeki “ben”le kavga eden “dil”imdeki ben hâla direniyor dememek için. Diğeri ise inşallah 28 Mayıstan sonra İngilizce olanı ve “her şeyin daha güzel olması” için “better is not sufficiently good (daha iyisi yeterince iyi demek değildir)” diyerek sürekli ve sürdürülebilir gelişmeler içinde var olabilmektir.

Link verdiğim 11 Mart 2015 tarihli yazımın başlığı ve girişinden biraz alıntı:

“…Bir kişi sultanın huzurunda, iki metre uzağa diktiği iğnenin deliğinden ipi atarak geçirir. Huzurda bulunan görevliler şaşırır kalırlar. Sultan bunun üzerine kişiye sorar: “Bu yeteneği ne kadar zamanda kazandın ?“. “Yaklaşık kırk yılda padişahım”. Padişah bu uzun süreyi duyunca: “Buna bir kese altın verilsin, kırk da sopa vurulsun” şeklinde emreder. Ödülle birlikte ceza vermesinin sebebini de şöyle açıklar: “Ödül; yeteneğinin karşılığı, ceza ise; böyle faydasız bir yetenek kazanmaya harcadığı zaman için“…”

ve yazımın girişi,

Merhaba

Dün (10.03.2015) seçim oldu. Sonuçlar ortada. Hava azıcık serin olsa da, güneşin ısıtan ışınlarına güvenip Çeşme’ye geldim (k). Şömineyi yaktık. Böyle bir Pazartesi gecesinde en iyisi “Paramparça” dizisini seyredip devletin değil, Cihan’ın başına gelenlere bakmak (MC: Buradaki Cihan EZM68CK değil dizideki oyuncunun adı)…. “Good > Better > Best” sıralamasıyla “İyinin Tonları (İT)” üzerinde gayret gösteren iğne ve iplikle uğraşan bir pısırık muhalefet başı, durumu göremedi ve “Good To Great (G2G)” olarak “İyiden Mükemmele” yönelen iktidarın yine kuyruk suyunda boğuldu. Ne kasacılar, ne kutucular, ne havuzcular vardı söyleminde. Çünkü odak noktalı yerleşimde, Mecliste, milletin gözü önünde elinde fırsat varken bunun kavgasını yapmaktan kaçınan bu grup, bunları seçim meydanlarında yeniden dillendirse bile inandırıcılığını yitirmişti. “Kassandra Sendromu” çalışıyordu. Hükümet olmak için değil ama blok oluşturmak için sahip oldukları 292 nin gücüyle beş ayda mecliste bu kavgayı verselerdi bugün çok şey değişirdi. En azından seçmen bunlardan işe yarar eylemler çıkacak galiba diye umutlanırdı…Heyhat ! Dünün yazısına bugün için eklediğim “Heyhat” sözcüğü duraksamama neden oldu ve…

Heyhat, aldanıyorsun… (https://www.youtube.com/watch?v=bwP0TMa9xxY)

Altmış dört yıl önce kayda alınmış Suzan Güven’in bir şarkısı var, çok seviyorum. Şu an yazıyı bırakıp dinlemeye başladım. İşte sözleri

Mahzun gönül heyhat, heyhat, şad olacak mı sanıyorsun?
Vah esef vah, bîçare gönül, heyhat, heyhat, aldanıyorsun

Bu kadar cevr-û cefaya bilerek katlanıyorsun
Vah esef vah, bîçare gönül, heyhat, heyhat, aldanıyorsun

Ben neden düştüm, neden, böyle bir baht-ı kâreye
Ben neden düştüm, neden, böyle bir baht-ı kâreye

Vah esef vah, bîçare gönül, heyhat, heyhat, aldanıyorsun
Vah esef vah, bîçare gönül, heyhat, heyhat, aldanıyorsun

Pazartesi sabahına en mülayim arkadaşım bile şöyle başladı güne (saat 06.40)

“Yetişme tarzımız, Eğitimimiz, Genel dünya görüşümüz, Atatürk ilkeleri ve laikliğe bağlılığımız, Okuduğumuz, izlediğimiz gazeteler ve tv kanalları, İçinde yer aldığımız whatsup gruplarımız, Sosyal medya, Ve son olarak yaşamdan beklentilerimiz, ANADOLU’YU anlamamıza, kavramamıza yetmiyor veya anlamamızı, kavramamızı engelliyor…ve sonuç …”
Bunu özeleştiri olarak kabullenip katılıyorum. Ancak deprem illerinde onca eza ve cefaya rağmen eylem gücü olan ve çadırıyla konteynırıyla şikayetlerin doğrudan hedefi olan otorite seçimde üstün geliyorsa, bunu “celladına aşık olan mahkum” sözleriyle geçiştirmeyi de aklım almıyor ve yukarıda paylaştığım şarkının sözlerinde yinelenen “…vah esef vah biçare gönlüm…” yankılanıyor ben’i dinlemeyen ben’in bağırış, çığırışı arasında…Ve ben arkadaşlarım, dostlarım gibi “mülayim” olamıyorum.

Peki ne yapıcam ? İşte grubuma gönderdiğim son mesaj: Kuşkusuz sandığa gidicez; hatta bu kez gitmeyecek olan komşumu da arabamla götüreceğim. Bunda sorun yok; ama kendime söz geçirip de sizler gibi durulup mülayimleşemiyorum. Hala öfke doluyum; haklı olmasam bile . Sözün özü “teselli kar etmiyor”

Görelim Mevlam neyler, neylerse güzel eyler… diye yazımı bitirirken çatıdan 2022 yılı Metis Ajandası geçti elime. Ajandanın mesajı, ana fikri “Normali Beklerken”. Geçen yıl hangi sayfaların özlü sözlerinden cep defterime alıntılar yapmışım diye baktım ve işte ilk önüme çıkanlar:

  • Normal olmuşsa kuma gömmek kafayı / Öğreneceksin kumda nefes almayı (S122)
  • Tarihteki her şey, tıpkı tarihin kendisi gibi insan eliyle oluşturulduğunu kabul edersek, şunu anlamamız da kolaylaşır: Bir çok nesneye, yere ve zamana biçilen roller, yüklenen anlamlar, ancak bu biçme ve yükleme işlemleri yapıldıktan sonra nesnel geçerlilik kazanır. Bu, özellikle yabancılar, hilkat garibeleri ya da “anormal” davranışlar gibi görece az rastlanır şeyler için doğrudur ( Edward W. Said, Şarkiyatçılık; S83 ) Lütfen dikkat ! Said bir Araptır ve kitabında sözünü ettiği şark daha çok Mısır, Lübnan gibi ülkelerdir

Umutla beklerken sağlık ve esenlik dileklerimle yolunuz açık ve aydınlık olsun.

Öykücü


1.HAN’sızlar: https://www.copcu.com/2021/05/30/yasam-bufesinde-hansizlar/

2.Ulamanın Azizliği: Ulama için, ardışık iki sözcükten ilki sessizle bitip ikincisi sesliyle başlayacak dese de kurallar, bana göre bu kadar masum değil ulamalar (Lütfen dikkat: Buradaki “ulama” Cemal’in Çin’deki aya bakıp da kurt taklidi yapması değil; ûlema ile de bir ilgisi yok; daha çok benim “dirty mind” zihnimin yakıştırması). Örneğin, yazımdaki paragraf başı aslında masum bir sözdür ve içilen turşunun başına neler geldiğini anlatmak için, ilgi yaratmak için küçük bir gizem yaratma amaçlıdır. O turşunun başına > Otur şunun Başına; Diğer bir örnek: Biz lisedeyken İzmir’in iki körfez vapuru vardı. Bunlar Sur bir Efes iki… İşte ev ödevi; siz şimdi “Efes” ve “İki” arasında edepsiz ulamayı (!) yapın (opsiyonel, mecbur değilsiniz)