Yaşam Büfesinde “KOMAGENEBE221014”

“… Adamın biri, bir gece bir rüya görmüş, upuzun bir kumsal boyunca Tanrı ile yürüyormuş. Onlar yürürken tam karşılarındaki gökyüzünden de bir film şeridi gibi, adamın hayatından sahneler geçiyormuş. Kumsal adamın hayat yolu imiş sanki. Adam kumda iki çift ayak izi kaldığında dikkat etmiş… Bir çifti kendisinin, bir çifti Tanrı’nın. Hayatının son sahnesi de gökyüzünden geçtikten sonra adam, kumdaki ayak izlerine boydan boya bir daha bakmış ve birden bir şey dikkatini çekmiş: Hayat yolunun pek çok bölümünde kumda sadece bir çift ayak izi ve adam dehşet içinde fark etmiş ki, ayak izlerinin, tekleştiği zamanlar, hayatının en kötü, en acı anlarına rastlıyor… Bu keşfi onu fena halde rahatsız etmiş ve Tanrı’ya sormaya karar vermiş: “Tanrım… Eğer sana inanırsam, senin yolundan gidersem her zaman yanımda olacağını, her zaman yanı başımda yürüyeceğini söylemiştin… Oysa hayat yoluma bakıyorum. En zorlu, en kötü, en acılı anlarımda sadece bir çift ayak izi görüyorum kumda… Anlamıyorum Tanrım, anlamıyorum… Hayatın kolay günlerinde yanımda yürüyorsun da sana en muhtaç olduğum anlarda beni niye terk ediyorsun?” Tanrı gülümseyerek cevap vermiş: “Sevgili, çok sevgili kulum… Ben seni çok sevdim ve hiç terk etmedim. Hayat yolundaki en zorlu sınav günlerinde, yani en acılı, en kötü anlarında kumda hep bir çift ayak izi gördün. Dikkat et! Ayak izleri teke indiğinde derinleşiyor. Çünkü o sıralar ben, seni kucağımda taşıyordum…”

Diyarbakır’dan başlayan, Midyatlı Mardin ve Göbeklitepe ile Harranlı Urfa ile Gaziantep’te sonlanan üç günlük keyifli bir geziden karelerle “Musto Dede ve Nezuş“; Bellima’ya, gruba ve grubun renk ve keyif katan neşeli gençlerine, Rehberimiz Mebru Hanıma ve sürücümüz Nihat beye teşekkürlerimizle

Merhaba

Geçtiğimiz hafta sonu Güneydoğu’da butik bir tura katıldık (Ben ve Nezuş). Pandeminin endişeleri tam olarak geçmemişti. Karar vermede zorlandık. Tur seçiminde birkaç kriterim vardı. Öncelikle şirket, ardından da kısa süreli ve ulaşımın uçakla olmasıydı. Sonrasında güzergah ve kuşkusuz turun fiyatı seçimde öne çıkıyordu. Arayışlarımdan sonra Bellima’da karar kıldım. Güzergahta önemli olan içinde “Mardin-Midyat olsun” ve olanaklı ise son gün Gaziantep’te uzunca bir serbest zaman kalsın. Neden derseniz; Nezuş Mardin’i görmemişti ve çok arzu ediyordu; Gaziantep’te ise rahatsız olan sevgili dostum Aydınçelebi’yi dünya gözüyle son bir defa daha görebilmekti. İkinci isteğimiz gerçekleşmedi; çünkü bunun için yeterli süre kalmadı. Kerem’in yazdığı gibi “İnşallah bir başka sefere“. Her şey nasip meselesi.

Tura gelince;

  • Herşey planlandığı gibi gelişti. Hiçbir aksilik yaşanmadı.
  • Hava ve ekoloji, tur için, bizim için çok uygundu; ıslanmadık, yanmadık.
  • Grup hem nicel ve hem de nitel olarak mükemmeldi; hemen hepsi gençti ve biz onların “Mustafa Amcası ile Nezuş Teyzeleri (MNC)” olduk. El üstünde tutulduk. Manastırda merdivenleri çıkarken, sıra gecesinde yerimizden kalkarken uzanan, sarılan ve hatta kucaklayan onlarca el oldu; gönülden uzanan. Daha ne ister insan.
  • Diyarbakır’dan başlayan ve Gaziantep’de sonlanan turun rehberi sevgili Mebru’nun hem Diyarbakırlı oluşu hem de sahip olduğu ve öykülendirdiği bilgi ile, güler yüzü ve gençliğinin enerjisi ile mükemmeldi. Kimi zaman yoğun anlatım bombardımanında bir kaç kez kullandığım “sürmenaj” sözcüğünü dillendirsem de bu yaklaşımım sadece ve sadece anlatılanları aklımda tutma zorluğumun yansıması idi; yoksa sözünü ettiği sınavdan korkum olduğu için değil.
  • Gün sonuna doğru birkaç kez izin verdiği sohbet konuşmalarımda “grubun kabul faktörünü” gördükçe anlatımlarım, “Konyalı Mehmet’in Sınavı” ile başlayıp, “Tanrı’nın Evindeki El Hareketi“nden “Amasyalı Ahmet’in Stiline” kadar açılım gösterdi. Adamına göre muamele ya da “eşeğe eşek demezsen eşek seni eşek sanır” ana mesajı ile “Sol Omuz Üzerindeki Meleğe Verilen Selamı” değiştiren Temel’den, “Bursalı Terzi Sadık“a uzanan anlatımlarda zaman zaman yükselen “bi daha bi daha” isteklerine rağmen “Gölge Etkisini” vurgulayan “Spartaküs Sendromu” ile “Abdüsselam El Sabah’ın Paris Seyahati“nden öteye geçmemeye özen gösterdim; kendime dur diyebildim.
  • Havaalanına doğru giderken kapanış konuşmasını “Bu dünya nasıl bir dünya ?” sorusuna ve son anda babası rahatsızlanan genç hanım arkadaşımıza bir teselli öyküsü olsun diye “Kumsaldaki Ayak İzleri“ni anlatmak için mikrofonu elime aldığımda süre yetmedi. “Ne kadar yolumuz var ?” diye sorarak anlatımımı çerçevelendirmek istesem de “15 dakika” yanıtına uydum ve ne yazık ki daha kısaymış yol ve anlatamadım. Gruba bu iki konuda borcum kaldı. Şimdi, bu yazımda bu borçlarımı ödemeye çalışacağım.

İkincisini, kumsaldaki ayak izlerini ve bunun ana mesajı olan sıkıntı çektiğimiz, sorun yaşadığımız ve bunaldığımız anlarda Tanrı’nın bizimle birlikte olduğunu düşünerek teselli bulmak, sabır sınırlarını genişletmek ve enseyi karartmadan umutları canlı tutmak olan kısa öyküyü yazımın girişinde yazdım. Kuşkusuz otobüste canlı performans olması daha akılda kalıcılığı sağlayacak idiyse de dediğim gibi her şey nasip meselesi.

Birinci borcuma gelince; bu dünya nasıl bir dünya ?

Bu soruyu pek çok yerde soruyorum ve bir tek sözcüğe dikkat çekmek istiyorum: Denge... Bu dünya “GAT Dünyası”. Ne demek “GAT” ? İngilizce üç sözcüğün baş harfleri ile “Give And Take” demek ki anlamı da “Ver ki alasın !“. Daha açık anlatımla “Bu dünya al gülüm ver gülüm dünyası”. Biraz da mistik bir anlam katarsak “Gülün kokusu veren ele bulaşır” ya da “Veren el alan elden üstündür”. Ancak ben böyle bir açılımla sadece “vermeye” dikkat çekmek istemiyorum. Demek istediğim “almak için önce vermelisiniz“… Bu konudaki yaklaşımımı da dört yıl önce Bornova ZMAEnstitüsü‘nün kuruluş yıl dönümü kutlamalarında yaptığım on dakikalık konuşmada daha iyi anlayabilirsiniz. Bunun linkini veriyorum: https://www.copcu.com/2018/02/22/yasam-bufesinde-standart-hata/

Şimdi gelelim Diyarbakır’dan Mardin ve Urfa yoluyla Gaziantep’e uzanan üç günün bizim (Nezuş ve Musto Dede) üzerimizdeki izlerine:

  • Çok şükür bir sağlık sorunu yaşamadan ve gruba bir sıkıntı vermeden sağ salim turu tamamladık. Manastırın merdivenlerinde tık nefes olsak da menzil-i maksuda ulaştık. Ne yazık ki Mardin’in “Konuk Evi“ni göremeden; Kırklar Kilisesi‘ndan tornistan edip buluşma yerine dolmuşla giderek dizilerdeki Mardin evleri ve sokaklarının nostaljisini yaşayamadık. Grup bir daha butik Mardin turu hevesinde ise de merdivenli Mardin bize göre değil. Şöyle biraz geriye bakıyorum da…

Seksenli yılların başlarında (sanırım 1982) Grup Toplantısını (Hububat Hastalıkları Çalışma Grubu) Diyarbakır’da yapmıştık. Toplantının bir serbest gününde kurumun araçlarıyla Nusaybin‘e giderken Mardin’e uğramış ve Deyrul Zafaran Manastırı’nı ziyaret etmiştim. Kırk yıl geçmiş aradan. Kırk yıl önceden zihnimde yer eden bir tepenin eteklerinde bembeyaz evler ve üstünde de iki tane büyük küre. Nato bu kürelerle Mezopotamya Ovasını Suriye’nin içlerine kadar gözetliyor deniyordu. Bugünlere bakınca ülkemin hemen her yeri beton bloklarıyla kaplı “yerindeki taşın sahip olduğu değerleri” yitirmiş ruhsuz şehirlere dönmüş.

  • Havran’da beni Maho Ağa yapsalar da gösteri ticari bir ziyaretten öteye geçmedi Havran’ı ve öyküsünü tanımak için. Kabul etmek gerekir ki; Göbeklitepe ve Harran, ikisi birden aynı zaman aralığına sıkıştırılınca her ikisi de yarım yamalak oldu bana göre. Öte yandan bizim için (MNC) bu kadarı yeterdi. Grubun gençleri de daha fazlasına gereksinim göstermediler. Orta yaşın (!) da ekstra bir talebi olmadı. Bu nedenle bu grup için, bu süre için, bu program için bunu bir eksiklik olarak görmemek gerek. Yine de 2001 yılında yıllık toplantımızı Adıyaman‘da yapıp da çevre gezisine Nemrut ve Harran’ı aldığımızda Harran’ın “Konik Evleri”nde daha nostaljik anılarım olmuştu.
  • Urfa’daki “Sıra Gecesi”ne gelince… Önce şunu ifade etmeliyim ki bana göre o gece bir sıra gecesi değildi; ancak böylesi bir eğlence arayan grup için gerçek sıra gecesinden daha fazla keyif verdi. Bu nedenle Nezuş’un rahmetli annemden öğrenip yeri geldiğince sıkça kullandığı “Tuzsuz Çorba” fıkrasına olan inancımla belirtmek istedim. Niyetim kimsenin-ben de dahil- o geceden aldığı hazzı bozmak değil. Kaldı ki biz teee oralara efkarlanmak için gitmedik; hele grubumuz gibi gençler için bu turun sıra gecesi onlara fazlasıyla yetti. Yine da Kazancı Bedih‘i rahmetle anıyorum; mekanı cennet olsun. Onu bu (https://www.youtube.com/watch?v=OVmhjDnpM-w) linkle izleyip “Nemrud’un Kızı“nı dinliyorum gözlerim kapalı…
  • Beni en çok etkileyen ve Doğu-Batı arasındaki kültür aktarımı için çok önemli gördüğüm “Dengbej” oldu. Sevgili Mebru’nun yoğun gündemindeki anlatımlara ek olarak eve dönünce bu konu üzerinde biraz daha araştırma yaptım ve

“DengbêjKürt sözlü edebiyatında kilam ve stran söyleyen sanatçıların adıdır. Dengbêj sözcüğünün kelime anlamı; deng ‘ses’, bêj ‘söyle’dir. Bu kelime, sözün ahenkle icra edilmesini sağlayan kişi anlamında kullanılmıştır. Dengbêjler genellikle köyden köye dolaşarak, hayatlarını söyledikleri destanlar, kılamlar, ilahiler ve hikayeler ile sürdürmektedirler. Bazıları erbane (tef), bılur (kaval) gibi çalgılarla söyleseler de, dengbêjlerin çoğu herhangi bir çalgı aleti kullanmadan, gırtlak gücüne dayanarak sanatlarını icra ederlerdi. Kahramanlıkların anlatıldığı ve ‘şer’ denilen sıtranlardan (şarkı) avcılığa, baharın güzelliği ‘kılam’lardan, düğün ve eğlencedeki mutluluktan, zaferlerin heyecanına kadar, hastalıktan kaynaklı acılardan, haksızlık ve birçok konu, değişik şekillerde sanatsal olarak sözlü Kürt edebiyatında yerini almıştır. Dengbêj kelime manası olarak sese biçim, hayat, renk veren anlamındadır. Dengbêjlerin seslerini kullanarak yarattıkları yapıtlara lawik ve kilam denir. Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu‘da gelenekselleşmiş olan Dengbêjlik özellikle Serhat Bölgesi diye anılan (VanKarsErzurumAğrıMuş gibi yerleşim yeri köylerinde hala sürdürülmektedir.

Diyarbakır’da dengbejliği görünce aklıma birden bir karma düştü kültürel bütünleşme adına. Bir yanda debgbejlere ek olarak rahmetli Kazancı Bedih (doğru, güney-doğu)in öğrencileri , öte yanda batı-Ege’den Hisarlı Ahmet’in (https://www.youtube.com/watch?v=JOSgcQT1-RQ )”Kütahya’nın Pınarları“ndan el verdiği rahmetli Özay Gönlüm’ün elindeki “Yaren”iyle (https://www.youtube.com/watch?v=oYNI2ZG0hWE) ve ardından Kırşehir’den “Bozkırın tezenesi” rahmetli Neşet Ertaş (https://www.youtube.com/watch?v=kTVQzr0EtBs) ve kuzeyden rahmetli Kazım Koyuncu (https://www.youtube.com/watch?v=hluVrTixQwI ) ile kuzey-batıdan (Trakya) rahmetli Arif Şentürk (https://www.youtube.com/watch?v=wNUnsm6r_B8) ün öğrencileri bir araya gelselerdi; dengbejin kürtçe sözlerini anlamadıkları için tedirgin mi olurlardı; yoksa huşû içinde dinlerler miydi ya da simultane çeviriyle keyif alıp katılırlar mıydı; ütopik bir düşünce mi ?

Her neyse ! Bu yan yollara sapınca kaybolmak kaçınılmaz. Kısa da olsa videomdaki Dengbej karelerini kolajıma ekledim. Tam yeri gelmişken yazıma eklediğim ve biraz uzun olan (16 dk) kolajımın yapısından kısaca söz edeyim. Göbeklitepe Sinevizyonunu kareler arasına bağlaç olarak kullandım.

Sözün özü; yolları, yerleri, taşları ve öyküleri özlemişim. Turu sevdik. Grubu sevdik. Rehberi sevdik. Yorulduk ve keyif aldık. “GAT Dünyasında” masraf/yarar, emek/yemek, külfet/nimet, cost/benefit, verdiğin/aldığın, sebep/sonuç ilişkisi içinde yaşadıklarımızı değerlendirince teşekkürler Bellima. Tekrar sizinle giderim; tavsiye de ederim. İnşallah ZM68 Grubumuzda 2023 yılında düşündüğümüz “Çanakkale” turunu gerçekleştirmede sizinle de değerlendirme yapmak için görüşürüz. Mebru hanımın rehberlik ettiği turlar içinde Çanakkale de olabiliyorsa tercihimiz olur (ancak ZM68 grubunun yaşları seksene yakın olduğu için, yaş almışları memnun etmek azıcık daha zor olduğu için, keyifli anlar için fazlaca efor sarfetmek gerekebilir ve de öykülerin fantezi yönlerini gerçek bilgilerle desteklemek de ekstra bir emek gerektirebilir).

Size hiç bir dilek verilmemiştir ki, gerçekleştirmek için gerekli olan güç de verilmemiş olsun. Her şey sizin ellerinizde; siz yeter ki isteyin…

Sağlık ve esenlik içinde yolunuz açık ve aydınlık olsun.

Öykücü