Yaşam Büfesinde “Asabiyet”

“…Söyler miyim efendim ? Siz izin vermeden söyler miyim efendim ?… Efendime söyleyeyim: …; İnsanı açlık öldürmez alıştığı tokluk öldürür (İbn Haldun)…; Allah akıldan yardımı kesti mi, akıl aptallık etmeye başlarmış (Mevlana)…; G*t kısmetten çıkınca uçkur kırk yerinden koparmış (Komser Osman); … Bilgiyi belleğine kaydediyor, kesinlikle unutmuyor; suyun (bile) belleği var (Dr.Masaru Emoto)...; Hısım ve akrabaları birbirine bağlayan manevi bir bağ vardır. Bu bağ asabiyettir. “Asabiyet” Fransızca’ya “Esprit de elan” olarak çevrilmiştir ki anlamı “Kabile Ruhu” dur; şimdi anladım, neden bunca öfke, neden bu kızgın gözler… Çünkü onlar hâlâ çölden, bedevilikten ve kabile ruhundan çıkamadılar ve de HANsızlar…” …Meğer “Siklik Grup” pentagonal (beşli çete) değilmiş; hexagonalmış. Bakalım gelen “nitro” beşli çeteyi etkisiz kılabilecek mi ? Peki, “nitro” kimdir; kimlerdendir; nicedir, necidir?...…”

KEREMLİ, MURATLI, SİNANLI VE BOSCHLU: Çin işi Japon işi bunu yapan tek kişi… Peki, kimdir o ? “Söyler miyim efendim; siz izin vermeden söyler miyim efendim !” Gülüyorlar ağlanacak hallerine…

Merhaba

Bugün dünden kötü, yarından daha iyi görünüyor gözüme ülkemdeki gelgitleri görünce. Altı kere “Ne söyledi ?” sözünden sonra “Siz izin vermeden söyler miyim efendim…” diyen zat ı muhteremin yüzündeki mahcubiyetle korku karışımı ifadeyi gördüğümde “Prens“in ana mesajını hatırlıyorum (Ne demişti Floransalı Makyavelli “Prensin iki seçeneği varsa, biri “sevgi” diğeri “korku” ise korkuyu seçmeli ki daha güçlü olsun”. Demek ki diploması sahih olmayan çoban Makyavelli’yi okumuş ya da ona bulutlu birisi bunu öğretmiştir. Belki de öğrenmesine bile gerek kalmamıştır; fıtratında vardır) ve çevredekilerin gülmelerine bakılırsa herkes hayatından ve de gizli fırçadan memnun… Bunu gören otorite de ülkedeki yangını görmezden gelip gül bahçesinde havuzdaki balıkları yemlemeyi sürdürüyor. Dün bunu yapan Lale Devri sultanları yanındaki Sümbüzade VehbiEğil eğil sokayım,iki tutam az mıdır?… / Kulaklarından tutam,dibine kadar sokam,.. ” gibi güfteler yazıp ilk mısrada ürkütüp, ikinci musrada rahatlatıyordu (Lale ile sümbülü kahkülüne nevcivan; / Sahtiyandan çizmeyi,olasın yola revan) insancıkları, kendini avutup, dedemi uyutuyordu. Peki ya bu …! Az mı, çok mu, yeter mi, artar mı ? diye sormuyor ve çizmenin değil benim kulaklarımı tutuyor… Ne diyor Bay Sinan “Z Kuşağı” verecek hepimizin dersini; ne demişti bay Atilla, “Gezi’den sonra pek çok yazılımcı genç ve kreatör kaçtı gitti ülkemden ve onların dertleri para değildi…“. Bu dalgalar arasında bocalarken ruhum da kendini içindeki kaostan kurtaramıyor. Ruhumdan akla uğramadan, kalbi teğet geçerek dile dökülen sözcükler ise karman çorman oluyor. Ne demek istediklerini ve birbirlerine olan bağlarını çözemiyorum. Her ne kadar rahmetlinin sesi “Çöz de al Mustafali, çöz de al...” dese de; gözümde elindeki yaren canlansa da, bir yandan Yılmaz’ın diğer yandan Murat’ın Sözcü’deki günceline takılıp kalıyorum. Ben beş defa sanmıştım ve montajıma öyle yazdım; sonra dikkatlice inceleyince meğer altı defa demiş: “Ne söyledi ?” ve çevresindeki insanları güldürmüş. Ekranlarda öfke kusan yüzler demek ki çarşı pazarda gülebiliyormuş. Bu da bir maharet. Kuşkusuz o ayak üstü sohbetin ve gizli fırçanın yarattığı ürkekliğin dile vuran halini ve ruhlara vurulan zımbanın acısını eve gidince hissediyordur garibim… Merak ettiğim konu, gece yastığa baş koyunca nasıl uyuyabildikleridir…

Çin işi Japon işi; bunu yapan iki kişi; biri erkek biri dişi… Ne diyor Rahmi oğlu Murat, bugün Sözcü’de: “…Meyvesini yerse saray, sapı kalır halka; sor bakalım Çinliye ulaşmış mı refaha…”Ülke ekonomisi bitkisel hayata girmişse, veganı bakanlaştırmak isabetli bir seçimdir. Etten, sütten vaz geçtik; bakalım vegangillerle nereye varabileceğiz ?

Ülke yönetiminde survivor

Survey ve Survival (Dereköy-Sarıköy; Eski Panayır mevkiinde, asırlık çınarın altında astsubay emeklisi Suat’ın tarlasında 1976 yılının Şubat ayında kar altında Pyricularia nicedir, sağ mıdır, ıslah mıdır diye bakan Mustafa ve Erol kar altında örnek topluyorlardı) sözcüklerini enstitü iş yaşamımda öğrendim. Onaltı yıla yakın o süreçte, 1983 Ödülü ve 1985 transferi; öncül ve ardıllar; Murat meğerse Rahmi’nin oğluymuş; peki neden Turhan yerine Muratoğlunu seçmiş; Seçmece bunlar; Serdarlı HBR de neler var ve Netgillerin konu uzman SA den bir yorum gelecek mi; Utkulu Ali 2022 eğitim programını nasıl yapılandıracak ? vb karma karışık parçalarla bir o yana bir bu yana savruluyorum. Çatıya çıkıp bir seri kitap içinden yeniden İbn Haldun’u alıp aşağı iniyorum. Her neyse bu seri kitapları yazan (!) Ahmet beyin kim olduğunu, yaşını, öğrenimini, hangi cephede yer aldığını bulamadım internetten. Böyle olunca da analizlere, yorumlara olan güvenim azaldı.

Asabiyet nedir ki…

Ben hep sinirlilik hali zannederdim ve rahmetli babam “çok asabi bir adamdı” diye düşünürdüm. Eskiden asabiye mütahassısı doktorlar vardı ve biz onlara yeri gelince “deli doktoru” derdik. Meğer “Asabiyet“in içinde ne cevherler varmış ? Çöldeki bedeviden tut, kabile ruhu ile ekranlardaki öfke saçan yüzlerden ve kindar gözlerden bugüne gel… Bir de bu sözcüğün Fransızcasına bak ve anla sözcüğün altında yatan yakıcı anlamları. Bir seri kitap aldım geçen yıl pandemi kısıtlarında günüme renk katabilmek için. Bunlardan biri de İbn Haldun idi ve bir de baktım ki yazarı Ahmet Üzümcüoğlu. Aslında İbn Haldun’u almış ve değişik kaynaklardan ( örneğin Prof.Dr.Kenan Sağlam) alıntılarla kendi kişisel görüşlerini oluşturup sözcüklere dökmüş. Şimdi onlardan alıntı yapıp yazıma döksem ve bunlar kimi ters, olumsuz yargılara neden olsa Ahmet beyin sorumluluğu olur mu yoksa ben mi giderim okkanın altına… Okka ve dirhem, arşın ve kulaç ağırlık ve uzunluk olarak bugünden düne götürüp insanın başını derde sokar mı ? Yoksa en iyisi HBR dan Serdar beyin Netaş ve Microsoft üst düzey yöneticileriyle yaptığı suya sabuna dokunmayan, gelecek umutlarına odaklı sohbetine mi odaklansam ? Ya da nedense Turhan yerine Muratoğlu soyadını seçmiş Murat’a mı baksam yazımı yapılandırırken ? Baba-Oğul ilişkisindeki bu yaklaşım ya da uzaklaşma nedense beni yine altmışlı yılların başlarındaki “Avare”ye götürdü. “Hırsızın oğlu hırsız, hakimin oğlu hakim olur” ana mesajını vurgulayarak başlayan filmde olduğu gibi “armut dibine düşer“e inanırsam gemiciklerle 1000aligilere nasıl bakmam gerekir eğrisi doğrusu, bilemedim doğrusu, bir ileri bir geri bildim bileli…

Hangisi daha gerçekçi ?

Bir karikatürü anlatmaya çalışacağım. Hava bu kadar soğuk olmasa çatıya çıkıp karikatürün görselini bulmaya çalışırdım. Sanırım yirmi yıl önce elime düşmüştü. Karikatürdeki görüntüyü açıklayayım. Aylardan Mayıs ve Temel çamaşır makinası almak için Dursun’la birlikte çarşıya çıkar. Karşılarında beyaz eşya satan iki dükkan vardır. Dükkanların karşısında durmuşlar ve hangisine gireceklerine karar vermeye çalışıyorlar. Soldaki dükkan sahibi kapının yanında ayakta durmaktadır. Sağdaki ise kapının yanındaki sandalyeye oturmuş rahatına bakmaktadır. İkisinin de vitrininde birer bez afiş vardır. Soldakinde “Bizde kampanya var; şimdi alırsan ödemeler Ekimde” yazılıdır. Sağdaki dükkanın vitrinindeki afişte ise “Bizde kampanya yok; alırsanız ödemeler Ekime; almazsanız s*kime” yazılıdır. Temel, Dursun’a döner ve “Sağdakinden alalım; o daha gerçekçi görünüyor” der. Ekranlara bakıyorum da hangisi daha gerçekçi diye düşünüyorum. Gözlerimi karikatürden ayırıp ülkemin hal-i perişanına dalıyorum. Düşüncelerim karışık. Bir yanda bakanına bakıp da bitkisel hayata mı giriyor diye ülkemin mali durumu diye enseyi karartıyorum. Silkiniyorum. Yerli Harvard BR’un bloguna dönüyorum. Bir sohbet gözüme takılıyor. HBR’dan Serdar Beyin moderatörlüğünde “Yeni Nesil Teknolojiler ve Etkili Stratejiler ile Ortak Değer Oluşturmak” konulu bir video gördüm. Kare kare izledim. Parçalara ayırıp 27 mesaj karesine ayırdım. Netaş ve Microsoft’un üst düzey iki yöneticisinin görüşlerini “Z Kuşağımıza Dayalı Gelecek Günlerimiz” adına değer verdim. Bunlardan Netaş’a iki ay önce CEO olan Sinan Dumlu (https://netas.com.tr/netasta-ceo-degisimi-2) ve Microsoft’un bir yıldır Türkiye Genel Müdürü olan Levent Özbilgin (https://www.tubisad.org.tr/tr/tubisad/uyeler-detay/LEVENT-OZBILGIN/9/3190/0) den kesitler alıp Murat’la buluşturmaya çalıştım. Murat kim ola ki ? derseniz…

Neden “Turhan” değil de “Muratoğlu” ?

Ben onu hem yazılarından hem de videolarından sevdim. Uyaklı cümlelerini, heyecanlı jestlerini ve mimiklerini, gün geçtikçe gelişen video görüntülerini sevdim. Babasının kim olduğu önemli değil ise de Rahmi’nin oğlu oluşu ben de olumlu/olumsuz bir ekstra etki yaratmadı. Sadece merak ettim; neden Turhan değil de Muratoğlu ? Büyük olasılıkla “Gölge Etkisi” altında kalmamak içindir ki bence haksız sayılmaz. Babanla çok iyi anlaşıyor olsan da nesiller arası farklar ya da siyasi görüşlerdeki doğal açılımlar yazılı ve görsel medyadaki olgulara yansımasın.

Kör Dilenci ve Bursalı Terzi Sadık (BTS)

  1. Bursalı Günler: Galata Köprüsü’nün üstünde kör bir dilenci var. Gözleri görmese de sezgileri çok güçlü. O, kimin hain, kimin hırsız, kimin arsız ve hatta görmese de kimin nursuz olduğunu üç adımda bulur; bilir. Şimdi kör dilenciye orada bırakalım ve biz Bursa’ya dönelim. Bursa’da ünlü bir terzi vardır: Bursalı Terzi Sadık (BTS). Allah’ın saf bir kuludur BTS. İşinde gücünde hünerli ve evinde karısıyla mutlu mesut yaşamaktadır. Gözlüğünü takıp işte ve evde görevlerini hakkaniyetle yerine getirmektedir. Ne var ki; yıllardır çözemediği bir derdi, bir dileği vardır. Bu kez derdinin ne olduğunu yazmayacağım (https://www.copcu.com/2014/02/25/yasam-bufesinde-terzi-ve-oduncu/). Bilenler biliyordur onun derdini ve dileğini. Ancak bu kez bilenler bilmeyenlere anlatsın. Bilmeyenler de bilmesin. Çünkü önemli olan derdinin ne olduğu değildir. Bursalı Terzi Sadık (BTS) dertlidir. Doktorlara, hekimlere gitmiştir. Alternatif tıp, akupuntur ve hatta İbrahim’in otları, Ender’in formülleri bile deva olmamıştır derdine. Hacılara, hocalara gitmiş, muskalar takmış, deve sidiği bile içmiştir. Heyhat… Ne yaptıysa çözüm bulamamıştır. Sonunda bir gece yatsı namazından sonra ellerini kaldırır ve Allah’a yakarır: “Rabbim ne olur derdime çare ver ve derdim geçerse, dileğim gerçekleşirse kendimi düzdüreceğim; söz veriyorum“. BTS’ın bu konuda ne deneyimi vardır ne de yönelimi. Allah’ın da o an kabul kapıları açık olmalı ki üç vakte kalmadan dileği gerçekleşir. BTS mutlu, mesut işine dönmüştür. Ismarlama takım elbiselerin ceketlerinin yakalarına yine sabırla ve özenle rabadifta yapmaktadır. Ne var ki; sözünde durmadığı için gerçekleşen dileği sürekli sorun yaşamaktadır. Bu kez de çözümünü iyileştirmek için gitmediği doktor ve hacı hoca kalmaz. Gün geçtikçe durum daha kötüye gitmektedir. Sonunda Bursalı Bilge Hüsnü der ki “Ey Sadık sen bir söz vermişsin. Bu sözünü yerine getirmezsen senin derdinin devası sorun olarak sürecektir. Sen bu sözünü yerine getirmelisin“. Ve BTS sizce ne yapar ?
  2. İstanbullu Günler: Sonunda Bursalı Terzi Sadık (BTS) karar verir. İstanbul’a doğru yola çıkar. Çünkü kendini Bursa’da düzdürecek olursa duyulacaktır. Ayakları geri geri gitse de mabadı daha yolda tırtlamaya başlasa da çaresizdir BTS, verdiği sözü yerine getirecektir. Peki İstanbul’da partnerini nasıl seçecektir. Düşünceli, düşünceli, dalgın bir şekilde yürürken Galata Köprüsü üstünde kör bir dilenci görür. Kör dilencinin yanına yaklaşır. Dilenciye verdiği sözü kapalı bir şekilde anlatır. Köprünün kuytu bir yerine giderler. Birkaç dakika sonra BTS sözünü yerine getirmiştir. Kemerini bağlayıp yola koyulurken kör dilenci arkasından seslenir: “Güle güle Bursalı Terzi Sadık…” der. BTS şaşırır. Nasıl olmuştur da Bursalı olduğunu, terzi olduğunu ve adının Sadık olduğunu bilmiştir. Şaşkınlıkla geri döner ve kör dilenciye sorar:
  • BTS: “Bursalı olduğumu nasıl bildin ?”. Kör Dilenci (KD): “Tıpış tıpış gelişinden, istemeden verişinden” der;
  • BTS: “Terzi olduğumu nasıl bildin ?”. KD : “Böyle tabak gibi g*t ancak bir terzide olur” der ve
  • BTS: “Peki, adımın Sadık olduğunu nasıl bildin ?”. KD: “Sözünün eriymişsin be adam !” der.

BTS&KD arasındaki bu diyalogun başında bir eylem sonunda bir söylem vardır ve dönüşte BTS acaba neler düşünmüştür ? Bu diyalogta KD nin becerisine ve sezgilerine bakıp ülkemin halini düşünüyorum. Şöyle bir falımıza baksaydı bitkisel hayatına uygun bir görenin elinde katarlı, dolarlı, kanallı, saraylı, helalleşmeli, boş tenekeli, 128 li, 400 lü ve 35/16 lı yitiklere bakıp da kim olduğumuzu, adımızı, şanımızı, soyumuzu sopumuzu, cibilleyitimizi, cemaziyel evvelimizi bilir miydi ? Bilse bile dilsiz değil ya söylemeye dili varır mıydı ? BTS Bursa’ya doğru gidedursun; KD Galata Köprüsü üstünde yeni nasibini bekleyedursun…

SSL nedir, ne değildir ?

SSL1 / Güvenlik

Bir süre önce Utku bey beni uyardı. Blogumu yazdığım sitemde “SSL” güvenliği olmadığını söyledi. Hemen sevgili Burak’a söyledim ve anında sitemi SSL güvenliğine kavuşturdu. SSL in ne olduğunu kısaca açıklayayım: İnternet sitesi sahiplerini yakından ilgilendiren SSL kavramı, sitelerin güvenliğini ilgilendirmektedir. SSL kavramının açılımı İngilizcede “Secure Sockets Layer” şeklinde yapılabilir. Bu ifade Türkçede “Güvenli yuva katmanı” demektir. Sahip olunacak bir SSL sertifikası hem siteyi hem de sitenin ziyaretçilerini koruma özelliğine sahiptir. Bu sayede site ziyaretçileri, sitede güvenle gezinti yapabilir.

SSL2 / Serdar-Sinan-Levent

Üçünü de sevdim. BTS & KD den kurtulup açık ve aydınlık yarınlar için umut yolları aramak amacıyla HBR da gezinmeye başladım. Önce konu başlığını sevdim: “Yeni Nesil Teknolojiler ve Etkili Stratejiler ile Ortak Değer Oluşturmak“. Yaklaşık yirmi dakikalık konuşmada Netaş ve Microsoft’un kurumsal stratejilerini ve özellikle “Z Kuşağı” nı yanıtlarından uyumlandırma hedeflerini görünce Netgiller adına da ekstra düşünce kanalları açılır mı diye düşündüm. O videodan kimi kesitleri aldım ve Rahmi’nin oğlu Murat’ın görseliyle buluşturdum. Bir kolaj yaptım. Her zaman olduğu gibi yine Kerem’in paneldeki sözlerinden bir kesit koydum başına ve amacım: “Uykusuz Geceler” e dikkat çekmekti.

Sözün özü; Nebati bey bizi bitkisel hayattan kurtarabilir mi ? Altı kere “Ne söyledi ?” diye sorgulanan çaresizlik kıskacındaki bakan akşam eve gidince, izin almadan konuşamamaktan dolayı hüzünlenip üzüldü mü ? Murat espri olarak söylese de dolar gerçekten “ben bu oyunu oynamaktan bıktım” diyerek durulur mu ? Sinan beyin dediği gibi, ülkemin Z Kuşağının özelliklerine ve beklentilerine uygun alt yapı için yapılacak yatırımlarla yakın geleceğimizde yollar açık ve aydınlık olur mu ? Ünlü İbrahim’in dediği gibi “Allah cezanı verecek” sözüne inanmalı mı ? Faiz düşsün diye inançla yola çıkıp da daha ilk durakta dövize müdahale etmek sözünden caymak demek mi ? Sorular, sorular ve sorular… Nereye kadar ? En iyisi ben bir “Sezgi Yürüyüşü”ne çıkayım…

Sağlık ve esenlik içinde aklıma mukayyet ol Allah’ım…

Öykücü