Yaşam Büfesinde “Makarna Partisi”

“…Bir bedevi, devesine dolu iki çuval yükledi. Kendisi de çuvalların ortasına oturdu. Oradan geçmekte olan bir filozof onu lafa tuttu. Bedeviye yurdunu sordu, onu konuşturdu. Bu soruşturmayla güzel sözler söyledi, hoş ifadelerde bulundu. Ondan sonra bedeviye dedi ki: “Bu iki çuvalda ne var ?”. Bedevi “Bu çuvalda buğday dolu, diğerinde de kum”. Filozof “Buğdayı anladım da neden kum yükledin ?”. Bedevi “Buğday çuvalı tek kalmasın, kum çuvalı ona denk olsun diye”. Filozo “Akıllılık etseydin de buğdayın yarısını bu çuvala, yarısını da öbür çuvala koysaydı daha iyi olmaz mıydı ?Böylece hem çuvallar hafifler hem devenin yükü”. Bedevi bu fikri pek beğenip dedi ki: “Ey akıllı filozof ! Böyle ince düşünce, böyle güzel görüş sahibi olduğun halde, neden yaya ve arkadaşsız kalmışsın ?”…”

Durulu Çeşme Günleri; Sahilde makarna partisi ve pre&post

Merhaba

Çeşme’den merhaba… Çeşme’de Kasım ayının ikinci yarısından, yazdan kalma bir günden merhaba…Yazıma önce “Pre&Post” başlığı attım; daha sonra “Makarna Partisi” olarak değiştirdim. Bu değişim başlangıçla bitiş arasına giren bir günün etkisinde oldu. Adı ne olursa olsun bu yazıdan amacım “Mutluluk“, ya da “Mutlu olmak” veya daha doğrusu “Mutlu Etmek” için çok fazla karmaşık, uzak, zor, masraflı yollar, yerler aramak gerekmediğini örneklerle açıklayabilmek. Okul tatile girmiş ve çocuğumu Dubai’ye götürsem mi yerine sahile inip mahalle arkadaşlarıyla “Makarna Partisi” yapmak (2021) ya da Fransa’ya götürmek yerine basım , ciltleme işinde yardımcı olmak (1986) gibi…

Cumartesi günü özlemini duyduğumuz bir “Copcular Günü” yaşadık. “EKÜ Trio” nun ikramlarıyla samimi, keyifli ve huzurlu bir “Nezuş Soframız” oldu. Öncülünde iki defa Mavişehir’e gidip de Kerem’le görüşememiş olmanın hüzünlü özlemi vardı. Koronalı günlerde, KSK olmanın ekstra meşgul zamanlarının önceliklerinde, Kütahya-Burdur hattında gelişen ve yoğunlaşan danışmanlıkların ayrılıklarında ve birkaç gün sonra yine yeniden Miami‘ye uzanacak olan “Mest Umut Yolculukları“nda seyrekleşen beraberliklerin hasreti vardı. Şükür ve şükranla toplandık. Hollandalı Barış’a, İstanbullu Eren’e ve İzmirli İrem’le, sevgili Aslıhan’a (ABİDE’demizden sadece Duru bizimleydi) selam ve sevgiler gönderip granyöz ve arkadaşlarının lezzetiyle zamanın nasıl geçtiğini anlamadık. Bir sonrakinin umuduyla Duru Çeşmeli oldu ve dört güzel günümüz ve gecemiz geçti birlikte. Kuzeni Barış gibi lego merakı gelişmiş olan Duru dün gece televizyonu şekillendirmeye çalışırken bir parçayı yerleştirmede ağlama noktasına gelse de mutluydu. Mutluluk dediğin nedir ki …!

Okul tatile girmişti. Bir hafta dinlenecekti öğrenciler. Ev ödevleri de vardı. Duru günü birliğine gelmişti Çeşme’ye. Yemekten sonra dönecekti İzmir’e. Kalmaya karar verdi. Ebeveynleri de destekledi. Bir ara bu tatilde yurt dışı seyahati gündeme geldi. Ne var ki Duru’nun beklentisi Dubai’deki bilmemne eğlence merkezi değildi. Peki neydi ?

Mutluluk (1986/MA-TPS/Dr.Heye>MC; 2021/DC-Tatil)

Mutluluğun tarifini pekçok kez, yeri geldiğinde kendimce yazmaya çalıştım. Akılda kalıcılık için ZM68 in (>Tüm ZMlerin) çok iyi bildiği “Khi-Kare” istatistik yönteminin esasına benzettim ve “Mutluluk, beklenenle elde edilen arasındaki farkın yarattığı doyumdur” şeklinde ifade ettim. Bunun doğruluğunu SSTC nin en önemli bileşenlerinden biri olan ve 1926 yılında Dr.Stronk tarafından ortaya konmuş olan “Six Buying Motives/Altı Satın Alma Dürtüsü“nde görebiliriz. Örneğin tütünde TPS kullanan tütüncünün beklentisi ürünü küllemeden korumak değil kuruyunca yaprakların sararmasını sağlayabilmektir. Konu dağılmaya başladı. Gelelim bu paragrafın başındaki 1986 yılı anısına ve onu bugüne bağlamanın en kısa yolunu bulmaya…

CINOS‘lu oluşumun ilk yılıydı. Üç evreli CINOS (Ciba>Novartis>Syngenta)’un ilk evresinde bağ pazarına girmek isteyen Ciba-Geigy (CINOS‘un “CI“si) “Daha İyisi”ni bulmada geç kalmıştı. Rakipler beş yıl önce Triazole Grubu fungisitleriyle bağ pazarının külleme alt pazarındaki dinamikleri, son kullanıcı tercihlerini değiştirmişlerdi. Altmışlı yıllarda körükle atılan toz kükürtle yer bağlarında külleme hastalığını kontrol etmek olanaklıydı. Ancak bağlar yükseğe kalktı; gübreleme ve sulama arttı, bağın ekolojisi değişti. Külleme hastalığı daha yaygın ve baskın hale geldi. Toz kükürt yetmedi. Önce kükürt ıslanabilir hale geldi ve pülverizatörle kullanımı kolaylaştı. Yine de yetmedi. Bir ara bağın spesifik külleme ilacı olmasa da diğer ürünlerde etkili külleme ilaçları bağ pazarına girdi (Bandu, Nimrod, Afugan, Calixin gibi). Yetmişli yılların sonlarına doğru “Benzimidazol” grubu fungisitler girmeye çalıştı. Bu grup daha sonra kendini elma karaleke hastalığı pazarına odakladı. Seksenli yılların başlarında fungisit (fungal hastalıkları kontrol ilacı) portföyü zengin olan ve pazarın bir numarası BYR ilk “Triazol” grubu fungisitini bağ pazarına soktu (BYN). Hastalığı tam olarak kontrol eden bu ilaç pazarın bir numarası oldu. Aynı gruptan olmasa da aynı etki mekanizmasına (EBI / Ergostrol Biyosentez İnhibitörü) sahip ilacıyla LNC firması pazarın iki numarası oldu (RBN). Bu ikisi pazarın kaymağını yiyerek ve birbirlerine zarar vermeden (Fair Competition) yollarına devam ediyorlardı. Biz ise beş yıl geriden bunlara bakıp her yıl yaklaşık bir milyon dolar kayba iç geçirerek bakıyorduk. Bizim bu pazara uygun fungisitimiz yok muydu ? Vardı; hem de birden fazla. Ne var ki “Buridan’ın Eşeği” gibi kararsızlıkla hangisini ve nasıl pazara sokacağımıza karar vermede geç kalıyorduk (Hem aç hem susuz olan bir eşek, kendisinden eşit uzaklıkta bir yere konulmuş olan su ve saman balyası arasında bir türlü karar veremeyip hem açlıktan hem susuzluktan ölür. https://tr.wikipedia.org/wiki/Buridan%27%C4%B1n_e%C5%9Fe%C4%9Fi)

Bu kararsızlık nedeniyle seçilecek ilacın ruhsat dökümanlarının tamamlanması da gecikiyordu. Bu arada “atı alan Üsküdar’ı geçiyordu”. Lobi çalışmalarıyla “sistemik etkili ilaçların ruhsat amaçlı denemelere alınması“nın önüne yeni engeller çıkıyordu (çıkarılıyordu). Bakanlık yetkilileri kimi zaman açıkca “Sistemikse istemezük” diyorlardı. Bu durumda da yeni by-passlar bulunuyor ve “Yarı Sistemik” veya “Translaminar” etkiler ortaya çıkıyordu. Sonunda karar verdik: Global pazarda bir numaralı külleme ilacı olan TLT ilacını değil TPS ilacının bağda külleme hastalığı kontrolu için başvurusunu yaptık (Nisan 1986). Prosedür şöyleydi: Bakanlık, Enstitüye (Bornova ZMAE) yazı yazacak ve uzmanlarına (AK/MA) ilacı denemeye alıp almayacaklarını soracak; kabul yazısını aldığında bakanlık deneme ilacımızı bizden isteyecek ve denemede kullanması için enstitüye gönderecek. Neresinden bakarsan bak bu süreç en az onbeş gün ve hatta bir ay sürecek demektir ki talimatlara göre Nisan ayının ortasında deneme parsellerinde ilk ilaçlamanın yapılması gerekmektedir. Yine mi geç kalacağız ? Bir yıl daha mı yitireceğiz ? Bir milyon dolar kaybımız mı olacak ? İşte tam bu noktada “Sempatik İkmal” devreye girer. Bir günde iki deneme yeri buluruz. Biri Menemen Topraksu Araştırma Enstitüsü (İstasyon muydu acaba !) bağı; diğeri Manisa’da Gediz Nehrinin hemen kenarında “Terzi Mustafa“nın bağı… Tesadüf Blokları deneme deseni içinde ilaçsız (şahit, kontrol) parsel, piyasanın standart ilaçlarından biri (RBN) karşılaştırma ilacı ve TPSımızla iki bağ denemesi kuruldu. İlk ilaçlama 17.04.1986 da yapıldı. Ne var ki; zorunlu bir “takdim tehir” oldu. Bu amaçla hazırlanan RİD Denemesinin Çalışma Planı, Enstitü Araştırma Komitesi’ne birkaç gün sonra geldi. Bu durum yıl sonunda çalışmanın raporu komitede görüşülürken tartışma konusu olacaktı. Oldu da…O güne kadar (demek ki) usulüne uysun diye deneme sonuçları “Talimatlara Uygun” şekilde yazılmış ki doğrunun (ve hatta gerçeğin) tartışma konusu yapılmamış. Ne demek bu şimdi ?

Pre&Post: Talimatlar ve …Doğrunun Tartışma Konusu Yapılması

Bu anının bu derece detaylı yazılması aslında 1986 yılındaki “Mutluluk” ile bugün Çeşmeli Duru’nun “Mutluluk” durumu arasında bağ kurabilmek için çıktığım yolda kendime dur diyemediğim bir sapmanın sonucudur. Hoşgörüle. Talimatlar, bağda külleme konusunda ilaçlama zamanlarını şöyle belirtmiş: “İlk ilaçlamayı sürgünler bir karışken (10-15cm) yapın. İkinci ilaçlamayı da çiçeklenme sonrası daneler saçma büyüklüğündeyken yapın…”. İyi güzel de; bu iki zaman arasındaki süre 1986 yılında 45 gün idi. Hiçbir ilaç yoktur ki 45 gün süre ile bağınızı küllemeye karşı korusun. Hele bir de 1986 yılında olduğu gibi, ilk ilaçlamayı yaparken (17 Nisan) bağ sürgünlerinde külleme varsa. Bu nedenle biz ilaçlamaları 15 gün ara ile tekrarlayarak yaptık. Deneme raporu buna göre hazırlandı ve komitede eleştiri konusu oldu. Öyle ki komite bir yıl daha denenmesi kararı aldı. Aman Allahım ! Gitti yine bir milyon dolar satış…Birşey yapmalı !

Hayat her an gülümser ona içten gülene; mutlu olmak zor değil olmasını bilene

Bu yola çıkarken TLT yerine TPS ı seçerken, SSTC eğitimi almış olan Dr.DK (Pazarlama) ve Dr.C.Heye (Teknik) bizi İstanbul’da toplayıp nasıl başvuruda bulunmalıyız konusunda “Yaklaşım Teknikleri” pratiği yaptırdı. “Soru Sorma Becerilerimizi” geliştirmeye çalıştılar. Yapılan “pre.meeting” doğruydu, faydalıydı; ancak zamanlaması yanlıştı. Çünkü “Sempatik İkmal” ile süreci tamamlanmamış olsa da uzmanları deneme açmayı kabul etmişlerdi. Bakanlığa gidip de beceri sergilemek “pişmiş aşa su katmak” olacaktı. İtiraz etmemeyi öğrenmiştik. İşviçrelilerin görevi de bu uygulamayı yapmaktı. Bu iki doktorla ilişkimiz ileriki yıllarda da sürecekti. Hatta 2005 yılında Rio (Brezilya) da yaptığım sunumda “Onu ne doktorlar istedi de biz vermedik” diyecektim. Yılın sonunda başarılı ve uzmanınca ruhsatlandırılıp pratiğe verilmeli raporu yazılmış olan TPS için yine bir engel ortaya çıkmıştı. İsviçreli uzmanlar yine geldiler ve dediler ki “TPS nin ne kadar etkili olduğunu göstermek için uzmanını Fransa’ya götürelim ve demo bağlarımızı gösterelim”. Ne var ki; uzmanının TPS nin etkisi konusunda tereddütü yoktu. Konu bir “Usul Hatası“na takılmıştı. Uzmanı için o günlerde bitirmekte olduğu doktora çalışmasının basımı ve jüriye hazır döküman kılınması önemliydi. Mutlu olmak, mutlu etmek bu kadar basit ve kolaydı. Bunu özellikle Dr.Heye’ye anlatmak zordu. Konuyu komiteden sonra “Çalışma Grubu” toplantısında çözüme kavuşturduk ve bir yıl daha denemeye gerek kalmadan o yıl ilacımızı ruhsatlandırdık. TPS daha sonra pazarın lideri oldu. Epidemi yılında ciddi tehditler altında kaldı. Global birleşmenin zorunlu portföy tercihlerinde kurban olma yolunda ipten döndü. Kimi zaman gereğince yönetilemeyen uygulamaların sonuçları ile iç müşteri tarafından bile “dayanıklılık oluşumu” yorumlarına uğradı. Profesyonel aplikasyon tekniklerini geliştirme gayretlerinde Krotolu, İsvanlı yönetimler altında Hacı Ömer‘in elinde kırmızı ince çizgiye yaklaştı. Tüm bunlara karşın başta projeli yaşamın disiplini altında (İlk FST Projemiz “Sultana”nın kalkanıyla) yirminci yılında, fiyat savaşına girmeden, kârlılıktan ödün vermeden yetmiş tonu aşan satışıyla 2005 yılında “Rio’da Başarı Öykümün” baş kahramanı oldu. Bunca laf ve demem o ki uzmanını Fransa’ya göndermek değil basım ve cild işini üstlenmek mutlu etmeye yetmişti ve

Kasım 2021 de Çeşmeli Duru…

Cumartesi sofrasının öncülünde (pre.dinner) okul tatilinde Dubai’ye gitmek bir seçenekti. Yemekten sonra (post.dinner) Çeşme’de kalmak kendiliğinden gelişti önceki anıların açığa çıkan etkisiyle. Burada hâla “Mahalle Kültürü” var. Öyle ki gecenin dokuzunda bile sokağımızdan şen şakrak çocuk sesleri geliyor. Çocuklar güvenle, keyifle gece gündüz sokaklarımızda oynuyorlar. Yine de hemen hemen her ebeveynden biri (Duru için ben, Elif için babası Gürcan, Verda için dedesi Ziya) gözkulak oluyor günün her saatinde; çünkü her şeye rağmen zaman kötü… Şanslarına Kasımın ortasında tam bir yaz havası var Çeşme’de. Geçen gün mahallenin çocuklarını toplayıp deniz kenarında makarna partisi yaptık ki Roma’ya gidip tabağına yirmi avro verip adına da “pasta” deyip yeseydiler bu denli mutlu olamazlardı. Ertesi gün Çeşme’de Tokmak Hasan‘ın döneri de keyifliydi ve bileğine yaptırdığı “KİDZ”… Ve biraz önce Elif’in babasından telefon geldi. Duru ve arkadaşlarını bahçelerindeki hamburger partisine çağırdı.

Bedevi ile Filozof arasındaki diyalogun sonunda da bedevi halinden memnundur kendince filozofun yoksun olduğu dünyevi varlıklara bakınca. Bu öykü “Mevlana’dan Hayat Dersleri” kitabından bir alıntıdır. Bu kitap 07.04.2012 de kitaplığıma girmiş ve ilk sayfasına da “emeklilikte en zor şey para harcamadan vakit geçirebilmektir” yazmışım. Karşı kıyı görünürken ve yanaşmaya ya da “dördüncü dönemeç“e hazırken 76 yılın öğretisiyle ve C13Plus’un verdiği huzur ve keyifle şükür ve şükran doluyurm. Daha ne ister insan …

Sözün özü; Fransa yerine bastır ve ciltlet; Dubai yerine sahilde makarna partisi yap ki mutlu olsun…Mutlu olmak zor değil, olmasını bilene…

Öykücü