Yaşam Büfesinde “Yükselen Çıta”

Farkında mısınız; ayaktakilerin hiç biri Türk’e benzemiyor (Prof.Dr.HEC/2021)…;Başarının sonuçlarına katlanmak, başarısızlığın sonuçlarına katlanmaktn daha zor (MC/2011)… Karıncaya sormuşlar “Ne yapmaya çalışıyorsun ?” Karınca Dağı delmeye çalışıyorum“…;

Çeşme Geceleri (2011); Bursa’da “Başarının Zirvesi”; Aydın’da “Profesörlük” ve İzmir’de “Netleşmenin hazzı”nı yaşayan Musto Dede ve Nezuş dostlarıyla (CPlus) ve 46 yıl önce (1975) kalkan kadehleri yorumlayan oğul (2021)

Merhaba

Bugün “11 Eylül” ve 20 yıl önce bugün Nevşehir’deydim. Üzerimde kırmızı tulum patates tarlalarını geziyordum. İlker’in Malatya’dan, Cüneyt’in Adana’dan uzanıp da düzenledikleri demo alanlarımı inceliyordum. Bu ikiliye “devşirme güçler” dediğimde nedense Ali İzzet yadırgamıştı (!). By-pass’lanışımın üzerinden bir yıl geçmişti. Ve yine sigara dumanlı kahvelerdeydim. Uslanmamıştım (canı can vererek satın almamışsın ki kıymetini bilesin…). Geceleri kahvelerde pull’luyordum. Gündüz parkta Cuma Abinin keskin sözlerini not alıyordum. Cuma abi “bizi altın yumurtlayan tavuk sanıyorlar” diye şikayet ediyordu. Hızını alamıyor ve bana bitkinin nasıl fotosentez yaptığını da anlatıyordu. Beni şaşırtıyordu. Yerel TTK’a erişmede yardımcı oluyordu. Yorgun ve bir o kadar da memnun bir halde Hasaköy’de kahveye girdim. Herkes heyecanla, şaşkınlıkla televizyon izliyordu. İkiz kuleler yıkılıyordu. Durumu, görüntüyü anlamaktan uzak film gibi izliyorduk. Aradan yirmi yıl geçti ve bence işin sırrı hala çözülemedi. Ondan 21 yıl önce ve bir gün sonra ülkemde de bir başka “Eylül” yaşanmıştı: 12 Eylül 1980. Öncesindeki 12 Mart 1971 ve ilk atak olan 27 Mayıs 1960 ı düşündüğümde ülkem için sürpriz değildi bu kesintiler. Siyasetin arsızlığı (“ar” sözcüğünü doğru tanımlamak gerek) ve azgınlığı ile değerleri yok eden muhterisleri yoldan çekerken yeni kara deliklere savrulmamız kaderimiz oluyordu. Neyse ! Bugünden dolayı bu yan yola saparak yazıma başladım. Amacım bu değil.

Dar kanalım” izin verirse yazmayı sürdüreceğim. Bir ay önce bildiğim kanal türlerine bir yenisi eklendi. Okul yıllarında Süveyş Kanalı’nı bilirdim. İngilizce öğrenmeye çalışırken Panama Kanalı‘nı öğrendim. Son yıllarda ülkemin mali yönden tık nefes olan koşullarında şahsının hırsı olan “İstanbul Kanalı” ile kirlendi aklım. Bir ay önce bel omurlarımın ilk ikisi arasındaki “dar kanalı” gösterdi uzman doktor MR kayıtlarımda. Dostum hekim Salim iki haftadır iki tür iğnemi yapıyor sağ olsun evimize kadar gelerek. Otuz dört yıl önce de (1987) rahmetli babamın iğnesini yapardı aynı özveriyle. İki ay kadar önce “En Küçük Copcu” olmakla övünen torunum “Duru“nun elindeki dikişin iplerini almak için Salim’in evine gitmiştik. Aralarında gelişen diyalogtan mutlu ayrılan Duru eve gelince “senin o seksenlik arkadaşın var ya; o çok komik” dedi. Bu çocuk masumiyetindeki içten ifadede Salim’in herkese uzanan dost elindeki sıcaklık algısı vardı. Şimdilerde hemen hepimiz kendi çekirdek ailemize odaklandık. Çevremize ayıracak pek fazla zamanımız kalmadı. Buna rağmen Çeşme’de yakın olduğumuz için Salim ve eşiyle beraberliğimiz sıcaklığını yitirmeden sürüyor seksenlerden bu yana.

Fıkraların Gücü

Doktorla yakın olmanın ortak bir ilgi alanı olduğunu anladım CINOS‘lu yıllarımın ilk evresinde (Ciba 1985/96). Ciba’nın Agro ile Farma bölümleri aynı mekanda (Alsancak-Halk Sigorta İş Merkezi) yakın ve sıcak lişkiler içinde keyifle yaşadı uzun yıllar (Mekanı cennet olsun İhsan ve Öztürk abilerimin). Farmanın çalışanları için hekimle diyalog kurmada en önemli yol “fıkra anlatma becerisi” idi (AIDA ve SSTC-Yaklaşım Teknikleri: Örneğin “Merhaba Salim. Ben Cibalı Mustafa; yeni bir fıkram var; beni beş dakika dinler misin ?). Bu konuyu neden burada parantez içinde işledim ? Bunun yanıtının da kısa bir öyküsü var (fıkradan hoşlanmayan yeni bir arkadaşla kısa süren beraberlik). Bu kadar giriş yeter. Teşekkürler Salim.

Fotoğrafı Okumak

Bu yazımı ateşleyen, 1975 yılında çekilmiş bir kutlama fotoğrafının 2021 yılındaki yorumu oldu. Bu yorumun önüne ve ardına 2011 yılındaki bir kutlamanın açılış konuşmasını ekledim. Yazıma önce “Fotoğrafı Okumak” başlığını koydum. Sonra “Yükselen Çıta” olarak değiştirdim. Yazıma ekli videodaki yıllara göre yazmayı sürdüreyim.

Yıl 2011 Dağı Delen Karınca

Emekliliğimin ikinci yılını yaşıyorum. Akıllı Büyüyerek Gelişmek (ABG) için şirketteki danışmanlığımın sonlarına doğruyum ve doyumluyum. Ayrıca Hostcini ve Teknoas‘tan Netdirekt‘leşmenin üçüncü yılındaki hızlı gelişmeleri yakından izliyorum. Henüz “En Küçük Copcu” olan “Duru” doğmamıştı. Beş yıl önce (2006) ailemize katılan İrem ile “Bir Düzine Copcu” olmuştuk. Çeşme gecelerindeki kalabalık kutlamalarımız keyifle sürüyordu. Her zaman kutlayacak birşeyler buluyorduk. Kol ve boyun ağrıları artsa da Nezuş’un hünerli elleriyle ağız tadıyla besleniyorduk. Hekimliğe Yedikule’de başlayan ortanca oğlum Eray 2011 de Aydın’da akademik yolculuğunu profesörlükle taçlandırmıştı. Bunu kutluyorduk. Büyük oğlum Ümit, Bursa’dan İzmir’e gelme hevesini aşmıştı. “Bu fabrika verimsiz; seni müdür yapıyoruz iki yıl içinde kapat” benzeri bir misyonla üstlendiği görevinin sonuçları çarpıcıydı. Başarının zirvesini yaşıyordu. Beş üretim hattı olan fabrikayı kapatmak bir yana on iki üretim hattına ulaştırıp en verimli fabrika haline getirmişti. Üstelik üretim portföyünü gazlı içeçek dışında iki yeni ürünle ayrıcalıklı bir konuma yükseltmişti. Yeniden “Uykusuz Geceler” yaşamıştı (daha öncesini Kavaklıdere’deki N**o tesislerinin su basan tünellerinde yaşayarak öğrenmişti “Uykusuz Geceler Ustası” olmayı. Şimdilerde de Kütahya/Burdur hattında uzaktan kumandayla uykusuz gecelerin ürünlerini devşiriyor). Onun öyküsü sayfalara sığmayacak kadar zengin ve renklidir. Bir başka yazıma konu olur nasipse. Böylece “Avrupa Ödüllü” olan fabrikasıyla “Başarının Hazzını / Smell Of Success (SOS)” gururla yaşıyordu. İki yıl sonra bunun ödülünün “expat” olarak ekstra kazanımlarla sağlayacağının sinyalleri henüz görülmüyordu (hoş, bu kazanımların da “Uykusuz Geceleri” olacaktı ki Pakistan ve Tacikistan’da. “Yaşıyorsan bitmemiştir”). Küçük oğlum Kerem de Netleşirken ustalaşıyordu. Teknoaslı Semih’in teknik becerileriyle Kerem’in “İlişki Yönetimi Becerileri” bütünleşiyordu. Birkaç yıl sonra Netleşmenin yan ürünleri ortaya çıkmaya başlayacaktı. “Yunt Kanatları“na iki yıl vardı. Masomo’yla İngiltere’ye uzanmak kimsenin hayalinde bile yoktu. Tüm bu ardıllardan habersiz 2011 yılında “Çeşme Geceleri” kutlamalara sahne oluyordu. Şükür ve şükran her zaman hem dilimizde hem de eylemlerimizdeydi; hâlâ da öyle… Bu doyumlarla “Başarının sonuçlarına katlanmak, başarısızlığın sonuçlarına katlanmaktan daha zordur” diyordum açılış konuşmamda. “Yükselen Çıta“ya bakarak. “Dağı delen karınca” öyküsü ile hem mesaj vermeye hem de Nezuş’u özverileri için teşekkür ediyordum. On yıl önce bu bu öyküyü bir başka gruba anlatmıştım.

2001 Antalya (DOD1 > Do Or Die: Vaziyet kötü; koru g**ü !)

İkinci global birleşme ülkesel krizle birlikte gelmişti. İkinci evre (No’laşmak) kısa sürmüştü (1997/2000). İkisi de İsviçreli olmasına rağmen kimyaları oluşmadı. Syn’leşme geldi çattı kapıya. “Syn vs Sin” ince çizgisinde birleşmeye çalışıyorlardı. Panik yaşanıyordu. Burnundan kıl aldırmayanlar dansözün önünde diz çöküyordu. Antalya’da “paint ball” oynamak için toplanmıştık. En çok genel müdürü vurduk. Oyunlar oynadık. Motivasyonumuzu yükseltmeye çalıştılar. Aktif satış dönemindeki yüksek maliyetli bu toplantı birleşmenin yarattığı tedirginliği gidermeye yetmiyordu (bana göre). Son gece Gala yemeğinde dansöze bile prim veren otoritenin “yumuşak karnı“nı gördüm. Kendisinden bir saatlik özel sahne izni istedim ertesi gün yola çıkmadan önce. Umudum yoktu ama izin verdi. Ertesi gün herkes valizlerini eline alıp lobide vedalaşırken toplantı salonuna döndüler (homurdanarak. Ben benzerini No’laştığımızda yapmıştım. Program dışı sahneye çıkmıştım. İddialara göre bu ekstradan dolayı birkaç kişi dönüş uçağını kaçırmıştı. Bu çıkışlarımı genç otoritenin hiç sevmediğini anımsıyorum). Ana mesajım “DOD” idi. Amacım “acta non verba / laf değil eylem” için baskıcı olmaktı. Yaklaşımım sertti. Onlara beş kısa fıkra anlattım. Bunları “COPCU” ile akroştiş olarak verdim tek slaytlık görselimde. Biraz önce bu konuda da bir slayt serisi hazırlayıp videoya çevirdim. Onu da bir sonraki yazıma eklerim.

Yıl 1975 Esentepe (İzmir) de bir kutlama ve 2021 de Fotoğrafı Okuma

Kırk altı yıl öncesi. Rahmetli Nezih abi Almanya’dan izinli gelmiş. Büyük oğlu Erdem’in yaş gününü kutluyoruz. Biz Copcular henüz dört kişiyiz (aslında annem ve babam sağ ve altı Copcuyuz). Devlet memuru olmanın yetersiz mali gücüne rağmen mutluluğumuz zirvede. Çocuklarım küçük ve masraflı değiller (aslında hiç bir zaman gücümüzü aşan masrafları olmadı). Bu fotoğrafta en küçük olan ve kameraya şaşkınlıkla bakan oğlum Eray, 2021 yılında bu fotoğrafı okudu. Sözlerini hepimizle paylaştı. Benzetmeleri olağanüstü idi. Bu konuda Eray benden ötededir. Lisedeyken bir sosyal derneğin güzel konuşma yarışmasında ödül almıştı. Şimdilerde de Korelilerle birlikte Sidney’den San Diego’ya uzanan yoğun yolculuklarının sunumlarında aynı beceriyi sergilediğine eminim. Yolu açık ve aydınlık olsun (dileğim hepsi için). Eray’ın sözcükleri yazıma ekli videoda okunabilecek hızda yer alıyor. Fotoğraftan bir tek Nezih abiyi yitirdik. Diğerleri çok şükür salimen yaşam gölünde kulaç atmayı sürdürüyorlar.

Sözün özü; “Uykusuz Geceler“le hakedilen Çeşme bahçelerindeki dostların (CPlus) keyfinin belleğimizdeki izleri ve yaşam gölündeki “dar kanal”lı kulaçlarla şükür ve şükran içinde yolculuk sürüyor. Gelecek iki hafta içinde “Copculaşmanın Üç Eylül Güzelliği“ni de sağlık ve esenlik içinde hissederek, paylaşarak keyifle yaşamak umuduyla her gün “bugün dünden daha iyiyim” diyerek ağrısız yürümeyi bekliyorum sabırla…

Öykücü