Yaşam Büfesinde “Kadim Dostlar (FAMA)*”

“…Çok sevgili kadim dostlarım…Bu sözü çok seviyorum.. “Kadim” deyince az bulunan kıymetli değer bilen anlıyorum.. Tabii bizlerin öykümüzün başlangıcı yarım asırdan öteye dayanıyo…Bazen bir iletigelince gülümseten.. Bazen sıkıntılı günlerde duyulan bir ses kızgın günlerde tatlı bir esinti gibi ferahlatan.. Bir araya gelemesek te biliriz ki bi yerlerde birileri var benim gibi düşünen arasam buluvereceğim sesini duyunca mutlu olacağım… O dostlar sizlersiniz iyiki varsınız..Yaşam gölünün karşı kıyısına çıkan (söz Mustafa nın) dostları da iyilikle anıyorum.. En son rahmete kavuşan karşıyaka iskele kahvesinde briç arkadaşım Esen’e de..”

HS68 den “Kadim Dostlara” anılarla teşekkür ederken 1968 den 2021 Öğrenme ve Ustalık Yolculuklarımız

Merhaba

“Bu akşamlık “yazısız”. Yarın inşallah dillendireceğim” diye dün akşam yazmaya başlamıştım. Amacım ekindeki görseli test amaçlı izlemekti. Bugün bel ve bacak ağrılarım izin verdiği ölçüde yazmaya çalışacağım. Bu kez bir solukta olmayacak yazım. Bunun sonucu olarak başı sonu birbirini tutmayabilir. Hoşgörüle.

Bu arada, bu yazımda kısa cümleler kullanacağım. Başı sonu birbirini tutsun. Anlaşılması, okunması kolay olsun. Hulusi’nin adı gibi “samimi ve cana yakın” olsun istedim. Umarım istediğim gibi sürer elimin ayarı.

Bu kez, ZM68 grubumuzdan sevgili Hulusi’nin iletisi yazıma çerçeve oluşturdu. Yaş gününü kutlayan dostlarına verdiği yanıtta adının anlamını yansıttı sözcüklere… İletisini olduğu gibi alıp bir slayt serisi yaptım. Kendimden görselliğine çeşni katmaya çalıştım. “Çeşni” yerine “Revnak” ve hatta “Menevişleme” geçti aklımdan. Renkleri de ZM68 den Ersin, Kemal, Yıldırım ve Metin’den seçtim. Neden bu isimler ? derseniz… Bel ağrısından çatıya çıkamadım. Arşivimden daha uygun fotoğrafları seçemedim. Laptopuma bir nedenle girmiş olan Polatlı 1968 den bulabildiklerim bu beşlinin fotoğrafları oldu. Slaytların fonlarına bu beşlinin fotoğraflarını koydum. Üstüne de Hulusi’nin (ZM68>HS68) sözcüklerini video hızında okunabilecek bölümler olarak yerleştirdim. Bunu neden yapıyorum ?

Bugüne dek pek çok teşekkür mesajı paylaşıldı ZM68 grubumuzda. Hulusi’nin mesajı kadar ısıtan ve serinleten mesaj görmedim. Hulusi bugünü yitirmeden düne götürüp yarına uzattı bizi mesajıyla. Bu nedenle WhatsApp kanalındaki diyalogların hızlı akışı içinde bu güzellik yitip gitmesin istedim (biz 128 milyar doları bile unuttuk. Hafıza-ı beşer nisyan ile malûldur). Akıl arşivimizde sözcükleri kadar görselliği ile de yerini alsın istedim. Hulusi’nin sözcükleriyle yeniden canlanan 1963 de başlayan yolculuğunmuzu 2021 e taşıyan süreç için “Pusula” yı sembol olarak seçtim. Pusulanın dört yönüne dört emir yerleştirdim. Dahasını aradı gönlüm. Üç yıl öncesine gittim. Sevgili Ersin’in organize ettiği son Kuşadası toplantısı kayıtlarımı izledim. Hulusi’nin konuşmasını buldum. Sözlerini olduğu gibi videoya çevirdiğim slayt serimin başına ve sonuna ekledim. Böylece yazımın ekindeki on dakikalık video oluştu.

FAMA (*)

“...Sevgili dostlar sizinle birlikte olmak gerçekten beni mutlu ediyor…” diye söze başlamıştı Hulusi 11 Mayıs 2018 akşam sohbetine. “Kendime güvenim artıyor. Sizinle paylaştığım anıların değeri artıyor” diye devam ediyordu. Üç yıl önce sözel olan duygular, üç yıl sonra bugün sözcüklerde artan özlemi yansıtıyordu. Benim için Hulusi’nin konuşmasının en önemli yeri şu olmuştu:

“…Kendimi umursayacağım. Çünkü en önemlisi benim. Yaşam benim etrafımda dönüyor. Çünkü ben iyiysem, ben önemliysem benim çevremdekiler de önemli…”

İşte benim sürekli olarak dikkat çekmek istediğim konu bu. Beş yıl önce HAGEM (Havagazı Gençlik Merkezi) de gençlerle bir seri sohbet toplantısı yapmıştım. Dört bölümlük sohbette “Farkındalık, Özgüven ve Motivasyon” ana mesajlarım olmuştu. Hemen her zaman konuşmamın başlangıcında ve sonunda birer soru sorarım. Yanıtlarını dağıttığım küçük kağıtlara yazılı olarak alırım. Sonuçları irdeler ve iletişim adreslerini yazanlara yazılı olarak bilgi veririm. Konuşmamın başında şunu isterim: “Hayatta en çok değer verdiğiniz ilk üç şeyi önem sırasına göre yazınız“. Hemen tamamı “Sağlık / Aile / İş” yazarlar. Beklentim ise ilk sırada “Kendime değer veririm” yanıtını alabilmek olur. Bizim kültürümüzde verilen yanıtlar doğaldır. Ayrıca “kendine değer vermek kendini beğenmek” gibi algılanır. Bu nedenle pek dillendirilmez. Mühendislik Fakültesinin “Biyomühendislik Etkinlikleri“ndeki çağrılı konuşmalarımda da aynı temayı işlemiştim: Kendine Değer Vermek. Önce şunun ayırdına varalım: Bunun anlamı “Kendini Beğenmek” değildir.

Hulusi’nin bu sözleri gerçekten cesaretle söylenmiş, içten dileklerdir. Hulusi, bu sözlerini söylerken bence iki etkinin altındadır. Birisi yetmişi aşan yılların öğrettiğidir. İkincisi ise bence (ve iznine sığınarak) Ağustos 1999 da yaşadıklarıyla bugün “uzatmaları oynuyor olma”nın etkisidir. O depremde göle karışan Düzce’deki otelde Temmuz 1999 da tütüncülerle yemekli, eğlenceli, konaklamalı promosyon toplantısı yapmıştım. Ağustos 1999 da ise İsviçre’de “Dayanıklılık Yönetimi” konulu bir ustalık yolculuğu içindeydim. Deprem olduğunda ben yurttaki ailemden haber alamama endişesi yaşıyordum. Hulusi ise yıkıntıların altında canını kurtarmanın dayanılmaz süreci içindeydi. O durumu hayal bile edemem. Bu nedenle hep yazıyorum:

Yaşadığımız her gün, hak ettiğimizin bir fazlasıdır” ve demek istediğimi biraz açayım.

Elli sekiz yıl önce (1963) de Hulusi’nin yazdığı gibi “Öğrenci İşleri Büro”sunun önünde sıraya girdik. Ben buna “Yaşam Büfesi Önünde Sıraya Girmek” diyorum. Beş yıl boyunca “Sırada Kalmanın Sırrı” öğretildi bize. Bu öğretiler önce Recep Egemen Anfisinde oldu. Fen, Tıp, Ziraat birlikte okuduk ilk yılı. Bu yıla FKB dediler. Fizik’ten Prof.Dr.Dilşat Elbrus kaldı aklımda. Onu belleğime kazıyan görsel de elindeki matkap oldu. Matkabın ucuna taktığı kartonla tahtayı kesmişti. Bize de sanırım “momentum gücü”nü anlatmaya çalışmıştı. Kimya dersini ise Prof.Dr.Haldun Civelekoğlu veriyordu. Haldun hoca ara sıra anfideki gürültüyü önlemeye çalışıyordu. Dersin ahengini bozanı gördüğünde sevgilisiyle çamlığa gönderiyordu kendi aklınca. Anfide üç yüzü aşkın lise alışkanlığındaki genci sessiz tutmak kolay değildi. Bir diğeri de Zooloji dersini anlatan Prof.Dr.Remzi Geldiay‘ın “Koswig“in kitabını okuyarak ders anlatması idi. Başını önündeki kürsünün içine gömer ve hiçbirimizi görmeden okurdu. İzmir Atatürk Lisesi’ndeki eğitimden sonra bu görüntüyü çok yadırgamıştım. Şimdi kendime dur demeliyim. Hulusi iletisinde “Recep Egemen” dediği için ben yine yoldan sapmaya başladım. Sonra “Bilmek yapabilmektir” dediler. Bizi Menemen’in sıcağında ve ayazında toprakla buluşturdular. Böylece “Yaşam Büfesi Önünde Sırada Kalma Disiplini” edindiğimizi görmek istediler. Ve 1968 yılı mezuniyet günleri geldi.

Hulusi’nin dediği gibi boykot yaptık. İtiraf etmeliyim ki neden boykot yaptığımızı bile net hatırlamıyorum. İlk “1968 Hareketi” Ankara “Dil Tarih Coğrafya” ile başlamıştı. Tarım Bakanı rahmetli Bahri Dağdaş biz beş yıllıklara yevmiye vereceğini söylediği halde biz niye boykot yapıyorduk ki… diye düşünmüştüm. Öte yandan boykot sırasında Kordon’da da yürüdüğümüzü anımsıyorum. Belki de anılarım hayallerimle karışıyordur. Yürüyüşte yanımda olan rahmetli Latif’e sormuştum: “Hep böyle boş boş bağırıp yürüyecek miyiz ? Cam çerçeve kırmayacak mıyız ?”. Sevgili Cihan’ın çizgileriyle değer kazanan andacımızda benim için ne yazıyor hatırlar mısınız ? “Çocuğunun elinden elma şekerini alan ve tren taşlayan” yazıyor. Dolayısıyla eyleme dönmese de içimde hep bir muzurluk vardı.

Böylece Hulusi’nin sözcüklerine kendime ait anılardan da katmış oldum. Sonuçta boykot nedeniyle 1968 yılında biraz geç mezun olduk. İşte o anda pusulanın ilk emri karşımıza çıktı. Bundan sonrası “Yaşam Büfesi Önünde Sırada Öne Geçmek” için yapacağımız zorlu bir süreç olacaktı. Kimimiz askere gitti. Kimimiz bir iş bulup çalışmaya başladı. Ben askere gittim. Biz (ben, Latif, Ersin, Yıldırım, vd) 95 nci dönem yedek subay olarak son 24 ay askerlik yapan grup olduk. Bizden sonrakiler 18 ay askerlik yaptılar. Ben askerlik anılarımı bir başka yazıma bırakayım.

Grubumuz (ZM68) beş yıllık beraberlikten sonra dört bir yana savruldu. Pusulanın ilk emri olan:

  1. Potansiyelini açığa çıkar (Liberate Potential): Ve “FAMA (*)” nın ilk bölümü başladı: “Yelkenler Fora” ve “Tam Yol İleri“: Ben şanslıydım. “Şans” denince şu açıklamayı da yapayım: “Şans, hazırlıklı beyinden yanadır“. Benim hazırlığım beş yıl sürmüştü. Beş yıllık fakülte yaşamımın son üç yılında koca ve babaydım. Bu ekstra ve duble sorumluluk demekti. Bu nedenle ev-okul dışında bir yaşamım olmadı. Yaşam koşullarının ekstra zorluğu (!) dışında uykusuz gecelerim sadece ders çalışmakla geçti. Bunun ödülü de “Yelkenler Fora” dediğimde hisseme Bornova ZMAEnstitüsü düştü. Doktoralı, ödüllü onaltı yıl sürdü “tam yol ileri” yolculuğum. Yazıma itici güç olan Huusi’nin “Yelkenler Fora” döneminde neler var ? Bilmiyorum. Onu Atatürk Bahçe Kültürleri’nde tanıdığımda elinde kiwi vardı. Rahmetli Lâtif, sevgili Ersin ve Özcan’ın yelkenleri fora ettikleri sürecin Almanya (Giessen, Bonn) da şekillendiğini biliyorum. Potansiyellerini açığa çıkararak “Profesörlük“le taçlanan sürecin ayrıntılarını belki paylaşırlar. Sevgili Ersin’in üç gün önce paylaştığı bir mesajı izniyle buraya almak istiyorum:

“…Aralık 76. Altımda Ford 17 m, yaşlı bir araba. Bagajda erlenmayerler, petri kutuları vs. Otobana çıkmadım, karayolundan gidiyorum. Kar serpiştiriyor. Altenkirchen’ e yaklaştım. Dörtyol kavşağı, 8 kenarlı dur levhası. Fren..eee, araba durmuyor, şarampol…sağ çamurluk hendekte. Cam eşyalar dağılmış. Hava kararmak üzere… yok, geri çıkmaz araba. Tam karamsarlık çöküyor, arkamda kapalı kasa bir kamyonet. Alman sürücü: çekme halatın var mi,? Yoook.Kavsaga yaklaşan otobüse koştu, çekme halati aldı, aracina bagladı vee hoop 20 dak.sonra tekrar asfattayım. Kostu otobüse halatı geri verdi. Aracı kontrol etti.Yok bir şey, yalnız çsmurluk ezilmis alt takım sağlam dedi ve bana,
Zeminde gizli buz var, dikkatli fren yap deyip aracına binip gitti. Teşekkür bile edemedim doğru dürüst.
Bu iyilik icimde kaldı. Hep istedim ki ben de yolda kalmış bir Almana yardım edeyim. Olmadı şimdiye kadar…”

ve yanıtım: “Sen, Alman olmasa da kimbilir kimlere yardım ettin (özellikle yetiştirdiğin öğrencilere). Kevin Spacey’in “Pay it forward” fimini izledin mi ?

Bir süre sonra batıdan Kuzeye yönelmenin zamanı gelmişti benim için (1985). Kadrom yükselmişti. Mali yönden değişen pek bir şey yoktu. Eski tas eski hamam araştırıcılık kör topal sürüyordu. Tıkanmaya başlamıştım. Üretemez olduğum gibi kamuda sıkıntılar artarak sürüyordu. Gönen yollarında Gazanfer Bilge yolcusu olmam devam ediyordu. Hala Gönen’de Tayyare Otel’de konaklamak lükstü. Alman Çiftliği misafirhanesi için bile “sempatik ikmal” gerekiyordu. Bir şey yapmak gerekiyordu. Nisan ayının son Çarşambasında odama ZM68 den “kadim dost”um Alev (Kutay) girdi. Elinde bond bir çanta ve bir araba anahtarı vardı. Ve…

2. Yönü Belirle (Set Direction): Ve “FAMA” nın ilk “A“sı: “İskele Alabanda” ya da “Sola çark marş; İleri !“. Hiç düşünmemiştim. Birden kendimi özel sektörde buldum. Alev’in “ZM68/Kadim Dost” etkisi olmasaydı geçer miydim ? Hayır. Böylece yelkenleri fora edince potansiyeli açığa çıkardım. Daha sonra sola sert dönüşle yönümü belirledim. Tahminimden uzun sürdü. Birkaç fırtına atlattım. İki global birleşmenin içinde kaldım. Kırılma anları yaşadım. Kimileri göktaşı gibi düştü. “Tamam mı, devam mı ?” karar anları yaşandı. Şahsıma (!) özel görevlerle seçenekler yaratıldı. Daha önce mevcut olmayan “Pazar Geliştirme Müdürlüğü“nde keyifli yıllarım geçti. Üst yönetimde ekstra kazanımları olan görevlerde yer aldım. “Buraya kadar” dediğim anda (2005) yeni bir kapı açıldı. Üçüncü adıma yumuşak geçiş için son dört yılda bir rol daha yaratıldı: Yetkinlik Geliştirme Müdürlüğü. Böylece 1985 yılının “İşçi Bayramı”nda başlayan süreçte üç aşama yaşadım. Önce Cibalı yıllarda “push(t)un pull’cusu” olmayı öğrendim. Sonra iki İsviçrelinin birleşmesindeki sancılarla zona oldum. Son dönemde İsviçre-İngiliz kültür karmasında yeni ufuklar edindim. Ve “Güney’in Emri” ne hazırlandım.

3. Sonuçlarla yönet (Drive Results): Ve “FAMA“nın “M” si: Palamarlar Mayna. Batıya yönelip yelkenleri fora edince enstitülü on altı yılda araştırarak öğrenmeyi öğrenmiştim. “Gerçek Kuzey İlkeleri“ne erişmek için “İskele Alabanda” diyerek CINOSlu 24 yılım geçti. Bu süreçte “zorlukların orta yerinde mutlu olarak aklın gerçek potansiyeli“ni gördüm. Aktif kırk yılım geçti “sevdiğim işi” yaparak ya da “işimi severek“. Yaş kemale erdi. Yıl 2009 olduğunda 64 yaşındaydım. “Güneyin Emri“ne uydum. “Palamarlar Mayna” dedim. Zincirlerimi kırdım. Emekli oldum. Ve yıl 2021…

Henüz “Güneş doğudan doğar” sözüyle dördüncü emre uymaya gönüllü değilim (bel ve bacak ağrılarım kimi zaman sessiz çığlıklar yaratsa da). Bu nedenle pusulanın doğusundaki emrini şimdilik aklımda tutuyorum.

4.Üst sınırı oluştur (Creating Edge): Ve…”FAMA“nın ikinci “A”sı olan “Aborda”ya hazırım. Yıllar hepimizi “Cevher (RAW)” yaptı; yolun başında içimizdeki enerjiyi açığa çıkartırken… “RAW“ın “R” si “Ready/Hazır olmak)nde sıkıntım yok. Ancak “Baştankara” ya da “Bodoslama” için “yetkin” değilim (RAW‘ın “A” sı “Able“). Kuşkusuz ki “İstekli” de değilim (RAW‘ın “W” su “Willingness“). Ne var ki; karşı kıyı görünüyor. Hazır olmak gerek. Hayat kısa, öyleyse … Dört temel ihtiyaçtan “L4” ü unutmadım: “L4:Legacy/Miras“… Daha açık ifadeyle “miras bırakmak” adına sürekli olarak “bilginin zekatını verme“ye çalışıyorum. İşte tam bu noktada Hulusi’nin 2018 deki sözlerine yeniden döneyim. Ne diyordu Hulusi videonun dokuzuncu dakikasında: “Biriktir ve Devret“.

Hulusi’yi dinlemek gerek. Elli sekiz yıl önce buluştuk (1963). Kitaplardan öğrendiklerimizle biriktirdik. Biriktirdiklerimizi beş yıl (1963/68) ortak potamızda öğüttük. Elli üç yıl önce yelkenleri fora ettik. Yönümüzü belirledik. Yaptıklarımızın ürünlerini torbamıza koyduk. Yeri ve zamanı geldi rotamızı değiştirdik. Sola ya da sağa kırdık yönümüzü. Yeni sularda yaşayarak bohçamıza değerler kattık. Kovamız doldu (Kuşadası’ndaki otelin havuz kenarında dolan kovayı hatırlar mısınız ?). Heybemiz ağırlaştı. Ve güneyin sakin sularında sadağımızdaki oklara baktık. Yavaşladık. Palamarları mayna ettik. Hayatta kalmak, ayakta kalmak için zorunlu gördüğümüz prangalarımızdan kurtulduk. Şimdi “yavaş zamanı“… Ve oğlum Ümit her ay olduğu gibi Eylül ayı hediyesi olan kitabı biraz önce verdi : Yaşamak Sakinlik İster (Özgür Bacaksız).

Ne güzel bir seçim…Yazarı Özgür Bacaksız’ı bir süre önce bir diğer kitabında tanımaya çalışmıştım: “Bazı yollar yalnız yürünür”. Tam da dördüncü evreden söz ediyordum. Üçüncü evrede “yavaş” olmaya karar verip yüzümü doğuya çevirmiştim. Üst sınırımı merak ediyordum. Baştankara mı yoksa bodoslama mı varacağım karşı kıyıya diye düşünüyordum. Seksene az kala yeniden yoklayan ağrılarımla başbaşaydım. Bir elime bu kitap düştü; diğer elime de ZM68 den bir acı mesaj… Sınıf arkadaşımız sevgili Gülten’in kızı Başak’ın vefat haberini okuyunca durdum; ruhumun bana yetişmesini bekledim. Haberi özümsemede zorluk çektim. Bizim nesil için karşı kıyıdan söz ederken… Allah hiç birimize evlat acısı göstermesin diye dualarımı yineledim. Ne var ki; bu yolda “RAW/Cevher” olarak gemleri ele almanın ne bir yolu vardı; ne de önemi… Seçim şansımız yoktu. Doğum, ölümün müjdesiydi. Hayat gerçekten kısaydı. Doğduğumuzda kulağımıza okunan ezan, öldüğümüzde kılınan namaz içindi.

Hulusi’nin videodaki son sözleriyle yazımı bitireyim: “Biz hep biriktirdik ve devrediyoruz. Sadece maddi olarak değil felsefi olarak da devrediyoruz. Devrediyoruz çünkü mutluyuz ve devrettiklerimizle bizden sonra gelenler de bizim kadar mutlu olsunlar“.

Madem ki; mutluluk; beklenenle elde edilen arasındaki farkın yarattığı doyumdur; o halde…

Yolunuz açık ve aydınlık olsun.

Öykücü

**************

(*): FAMA: Fora > Alabanda > Mayna > Aborda