“…Solgun görünüyorum, çünkü hiç umudum yok. Elimdeki tek ÅŸey anılarım… Zenginim çünkü bilgilerim var… Bir çocuk doÄŸurdum, sana bıraktım, adı deneyim ! Bana bakmaktan hiç hoÅŸlanmıyorsun. Hiç güzel deÄŸilim çünkü… Yalnızca heybetli, sadık ve ciddiyim… Ben dünüm, bugünden ya da sonsuza dekten hiç farkım yok, çünkü ben senim, kendinden kaçamazsın…; Bir keÅŸiÅŸ araÅŸtırma yapmak için bir köye gitmiÅŸti. Önce o köyün mezarlığına girdi. Çünkü kültürlerin, yaÅŸam felsefesinin böyle yerlerde gizli olduÄŸuna inanıyordu. Gözleri birden mezar taÅŸlarının üzerindeki rakamlara takıldı. Mezar taÅŸlarında 8, 167, 960, 2005, 4378 gibi birbirlerine hiç benzerliÄŸi olmayan rakamlar vardı. Uzun uzun düşündü, fakat bu rakamların anlamını çözemedi. Köyün en bilge kiÅŸisine gitti, ona sordu…….”
Kırklardan bugüne 77 yıla “Dünün Katkıları”; Keyfi hüzne çeviren yaramaz çocuk ve tarlalarla avunurken kulaklarımda çınlayan “öyle mi derler tombul gelin” melodisiyle güncel rutinleri zenginleÅŸtirme gayreti
Merhaba
Dün ÇeÅŸme’de Mart ayının son pazarı tam bir bahar gibiydi. Kahvaltıyı ve geç öğle/akÅŸam yemeÄŸini (saat 16.00 da) bahçede güneÅŸ altında keyifle yaptık. YemeÄŸimizde ana yemek “Babaanne Köftesi” idi. YetmiÅŸli yıllarda hemen hemen her pazar yemeÄŸimizde “Babaanne Köftesi” olurdu. Daha önce de yazdım; rahmetli babamın Zeytinlik’teki evinde her pazar akÅŸamı yemekte olurduk. Yol üstündeki, fırının karşısında, kasabın hemen önünde etrafı dumana boÄŸan kokoreççi olmasa, biz geçerken “Paranla b*k ye !” diye bağırarak tahrik etmese ve bunun sonucunda oÄŸullarım Ümit ve Eray kokoreç yemese “Babaanne Köftesi“ni daha iÅŸtahla yerlerdi. Ben de özellikle pandemi koÅŸullarında ÇeÅŸme’de oÄŸullarımdan uzakta kalınca en az ayda bir defa gelmelerini net olarak istedim ve saÄŸ olsunlar daha sık olarak geldiler ve bizi ağırlaÅŸmış bir özlem içinde bırakmadılar. İnanıyorum ki; Allah onlara da benzer ilgiyi “ABİDE”den gösterecektir. Dünün pazar olması; soframızda “Babaanne Köftesi“nin olması beni anılarımda özellikle anneme yöneltti ve yaÅŸanmışlıklarım yeniden depreÅŸti. İki anı ve üç türkü bir araya geldi.
Dün, bugün bahar güzelliÄŸinde iken, iki gün önce ÇeÅŸme’de hava gerçek bir kış ayazıydı. Kuzeye baktım Karaburun tepesi, batıya baktım Sakız’ın daÄŸları bembeyaz karla kaplıydı. Ellerimi cebime sokarak yürüdüm. ÇocukluÄŸumdaki soÄŸuÄŸun ayazı gibi ellerim çatlayacak sandım. “Ellerin Çatlaması” beni çocukluÄŸuma götürdü yürüyüş boyunca. Zeytin toplamayı anımsadım. Nedense daha çok “Vargel Altı” zeytinliÄŸindeki yamaç ve çalılar arasında yere düşürülen zeytinleri tek tek toplarken yaktığımız yeÅŸil zeytin dalcıklarının, yapraklarının yaÄŸlı, isli dumanının kokusu burnumda tüttü. Dip zeytinlerinden çıkarılan kötü zeytinyağı ile yaptığımız sabundan sonra artan kalandan çıkarılan gliserin ile limon karışımından yapılan ev tipi el kreminin ellerimize sürdüğümüzü anımsadım. Yıllar sonra İzmir’e geldiÄŸimizde krem Pertev ve Arko ile tanışacaktık. ÇeÅŸme’nin ayazından Soma’nın tarlalarına uzanan anılar yürüyüş adanın ucuna geldiÄŸimizde geniÅŸlemeye baÅŸladı. Hangi tarlalarımızda ne tür anılar belleÄŸimde yer etmiÅŸti ?
1.Uzak Tarla: KırkaÄŸaç’a daha doÄŸrusu Soma ile KırkaÄŸaç arasında her zaman senin, benim kavgasına konu olan “BoÄŸaz“a yakın, Güllüce DeÄŸirmeni (!) karşısındaki yamaçta bir kenarı ormana dayalı ak topraklı kıraç bir tarlaydı. BuÄŸday ekerdik. Hasat zamanı olunca bir tepsi tatlı ile kutlanırdı her zamanki kır yerindeki öğle yemeÄŸi. Belki de rahmetli annemin yaptığı içi cevizli “Saray Burma” tatlısıydı. Tarlanın ormana yakın kısmında kırk elli aÄŸaç yeni zeytin fidanı dikmiÅŸ rahmetli babam ve ben ilkokul çağımda ellerimle küçük aÄŸaçlardan “Çizme Zeytin” için alacalarından, büyüklerinden, düzgün ÅŸekilli olanlarından zeytin topladığımı dün gibi anımsıyorum. Bu tarla iki yoldan gidilirdi. Biri Soma-KırkaÄŸaç Åžosesinden, düz yoldan gitmekti. Bu yol daha kısaydı ama ben pek sevmezdim. DiÄŸeri Akpınar’dan, Uzun Tarla’nın yanından, arka taraflardan, dar, iki tarafı yüksek boylu çalış formundaki aÄŸaçlarla kaplı, ak topraklı yoldan gitmekti. Daha uzundu ve çok severdim. Hoplaya zıplaya giderken çalı diplerinden Kuzukulağı toplamaya bayılırdım.
2.Uzun Tarla: Akpınar’dan dere tepe aşılarak gidilirdi. Tepeye geldiÄŸimizde suyu devamlı akan, önünden hayvanlar için yalağı olan, içmek için çam aÄŸacından yapılmış tası olan “Çamlı Faslak“tan birer maÅŸrapa su içip henüz madenin atıklarıyla kirlenmemiÅŸ, yaz kış akan küçük dereden geçtikten sonra tekrar küçük bir tepeye çıkılan yoldan Uzun Tarla’ya varırdık. Küçük derenin üst taraflarından küçük bir arkla ayrılan bir kolu da biraz daha yüksekçe yerlerdeki genç kavak fidanlarını sulamaya yarardı. Uzun Tarla sanırım anneannemindi. Tarlaya ilk giriÅŸinde bir keson kuyu vardı. Kuyunun etrafındaki üç beÅŸ dönüm yer meyve bahçesiydi. Birkaç yer asması ile daha çok Zerdali (Kayısının yabanisi) ve armut aÄŸaçları vardı. AÄŸaçların üstündeki top gibi, kışın bile yemyeÅŸil olan parazit bitkilere hayran hayran bakardım. Büyüdüğümde bunların Ökseotu olduÄŸunu öğrenecektim. Uzun Tarla’nın meyve bahçesi olan giriÅŸindeki kuyu ile ilgili olarak rahmetli babam rahmetli annemle dalga geçerdi. ÇocukluÄŸumda evimizdeki tek ÅŸaka ya da gülmeye neden olan konu bu kuyunun hikayesiydi. Sözde annemin babası rahmetli HaÅŸim Dedem bu kuyuya para kesesini (cüzdan diyelim) düşürmüş. Eline bir sopa alıp kuyunun başında nöbet tutmuÅŸ, kimse gelip de kuyuya inip parasını çalmasın diye. HaÅŸim dedem çok sakin, yumuÅŸak huylu biriymiÅŸ. Öyle ki rahmetli anneanneme kıyamazmış sarma yaparken harcadığı emeÄŸi görünce ve yaprakları pirincin içine kıyıp piÅŸirtirmiÅŸ. Ortanca oÄŸlum Eray’a ikinci isim olarak “HaÅŸim” adını da ekleyince oÄŸlumun da huyu suyu rahmetli dedeme benzemiÅŸ. Biz bu benzerlikten çok memnunuz da acaba Eray da aynı memnuniyete sahip mi ? Düşünmeye deÄŸer. Her neyse Uzun Tarlanın büyük bölümüne (en az seksen dönüm) tütün dikerdik. Tarlanın doÄŸu sınırı cebel (çalılık) alandı ve buradaki beyaz toprak pekmez yapmakta kullanırdık. Uzun tarlanın kuzeye yakın orta kısmına tütün çardağı kurulurdu. Buranın kuzeyinde rahmetli Aksekili İbrahim‘in tütün tarlası vardı. Özellikle kış gecelerinde sıcak soba başında babam anneme “Hatırlar mısın bizim tütün İbramaki’nin tütününden daha kaliteli idi. Tütün parasıyla 250 lira verip Siera Radyoyu ben aldım; o alamadı” diye kıyaslama ile kendini iki kere överdi. Babamın sözünü ettiÄŸi radyo benimle yaşıt ve çatıda hâlâ duruyor. Yine dağıldım yazarken. Amacım bu tarladan ve tütünden bahsederken çardakta metal bidona el vurarak söylenen türküye eÅŸlik ederek oynamanın keyfini nasıl hüzne dönüştürdüğümü kayda geçirmekti amacım. Yaramaz bir çocuktum. Yaramazlıktan öte şımarıktım. Koruyucu meleÄŸim annem olmasına raÄŸmen onu gereÄŸinden fazla üzerdim. Gün aÄŸarmadan kalkılır ve tütün kırılırdı. “Tütün Kırmak” demek olgunluÄŸa eriÅŸmiÅŸ olan yaprakların tek tek koparılmasıdır. Daha sonra çardakta yere oturulur ve yapraklar ÅŸiÅŸlere dizilirdi. ÅžiÅŸten ipe aktarılan yapraklar daha sonra kurutmak için tellere (biz “Izgara” derdik, NezuÅŸ’lar ise Alaçatı’da “Kırmander” derlermiÅŸ) asılırdı. Tüm bu iÅŸler öğleye kadar sürerdi. Gerek bu iÅŸler yapılırken yorgunluk atmak için türkü söyleyip oynamak adettendi. Söylenen türkü dün gibi belleÄŸimde “Öyle mi derler tombul gelin, böyle mi derler” ve rahmetli Hamiyet Yüceses‘in özgün sesi. Tütün kıran genç işçiler de vardı ve annemin otuzlu yaÅŸlarındaki ÅŸen ÅŸakrak hali ile oynamasını babama söylemiÅŸtim. Babam da çok kızmıştı. Åžarkının keyfi ve babamın kızgınlığı iç içe geçmiÅŸti. Dedim ya ben Somalı taÅŸra çocuÄŸu iken hem çok yaramazdım, hem de şımarıktım. Neye güveniyorsam ! Ne babam hoÅŸ görülüydü ne de annemin babama karşı beni koruyacak fazlaca gücü. Sadece yüksek olan ve sığındığım sanırım annemin sabrı ve sevgisi idi. Tarlalarımıza belleÄŸimdeki anılarıyla kısaca deÄŸineyim ve yazımın giriÅŸinde yarım kalan öyküleri tamamlayıp yazımı sonlandırayım.
3.Bakla Tarlası: Soma’nın İstasyon’a doÄŸru olan kuzeyinde ÅŸehir merkezine yakın beÅŸ dönümlük bir tarlaydı. Derenin hemen yanındaydı ve içinde birkaç armut aÄŸacı vardı. Evden çıkınca önce doÄŸuya doÄŸru gider, mezarlığı geçtikten sonra Kemahlının ZeytinliÄŸini geçip dere boyunca yürürdük. Dere derinceydi ve taÅŸkın olmazdı. Derenin kenarlarında Kuzu Kulağı ve Hayıt çok olurdu. Hayıtın çiçeÄŸinin kokusu pek çok parfümden çok daha güzel gelirdi bana. Daha çok Hayıtın dallarındaki “Çatallanma“ya göz dikerdim. Çünkü sapan yapımında en güzel çatal ya Hayıttan ya da zeytinden olurdu. Ancak çatal için babam kesinlikle zeytin dalı kesmeme izin vermezdi. En sevdiÄŸim tarla yolculuklarından biriydi Bakla Tarlasına uzanan yol. Tarlalı Fadime’nin meyve bahçesinin yanından geçerken annem ve babamdan özel uyarı alırdım “Sakın bir ÅŸey koparma !” . Belli ki Tarlalı Fadime biraz ÅŸirret (bu sözcüğü kullanmama raÄŸmen sevmedim. Belki “huysuz” demek daha doÄŸru) biriydi. Kendisini Karılar Pazarı Sokağının yukarısındaki evinde kara kuru, yüzü gülmez biri hayal meyal hatırlarım. Yine de ilkokul Tabiat Dersi ödevlerimden olan armut, ayva ve elma çiçeklerini onun tarlasından koparıp defterime yapıştırdığımı anımsıyorum. Bakla Tarlasından aklımda kalan bir diÄŸer anı da babamı armut aÄŸacına astığı ceketini alınca elini “Kuyruklu” nun sokması ve aÄŸacın üstünde kocaman bir kara yılanı görmemdi. Biz o zamanlar “Akrep” nedir bilmezdik ve ona “Kuyruklu” derdik. Daha sonraları bu tarlanın batı yönünün ilerisinde “Tütün Fidelikleri” oluÅŸu ve fideleri gecenin ayazından korumak için örtüldüğü “Kapanca” lardan saz çalardım. Sözünü ettiÄŸim “Saz” kargı deÄŸildi. Hani ÅŸimdilerde parklarda beyaz püskül gibi çiçekleri olan süs bitkisinin yabanıl formuydu. Hem dayanıklı ve hem de hafifti. Bu nedenle “Kasnaklı Uçurtma” yapımı için idealdi. Lise yıllarımda Soma’ya gittiÄŸimde Bakla Tarlasının futbol sahasına komÅŸu olduÄŸu ve üzerinde evler olduÄŸunu gördüm.
4.Akpınar ZeytinliÄŸi: Üzerinde düzenli aralıklarla dikilmiÅŸ tamamen zeytin kaplı taban bir tarlaydı. Åžehre en yakın tarlaydı. Hemen yanında daha sonra mezbaha yapıldı. Bir yıl babam mezbahanın kan atıklarını zeytin aÄŸaçlarının dibine dökmüştü. O yıl zeytin meyveleri çok saÄŸlıklı olmuÅŸ ama hasat zor olmuÅŸtu. Zeytinlerin yere yakın dallarındaki zeytinler elle toplanır, üstlerdekiler ise sırıkla çırpılırdı. O yıl zeytinleri sırıkla çırpmak zor olmuÅŸtu; zeytinler bir türlü daldan kopup yere düşmek istememiÅŸti. Elle toplamda ise koparmak zor olmuÅŸ eller kan içinde kalmıştı. AÄŸaçların diplerine verilen kan bitkideki vigoru (canlılığı) artırmış ve rahmetli babamın deyimiyle “Zeytinler azmıştı”. Bu anı beni 1985 yılında sevgili Alev’in çaÄŸrısıyla özel sektöre geçtiÄŸimde karşıma çıkan ilk ürünlerden birini anımsattı. Åžirket “Alsol” adında bir “Bitki GeliÅŸme Düzenleyici” ürün geliÅŸtirmiÅŸ ve Avrupa’da zeytin hasadını kolaylaÅŸtırmak için baÅŸarıyla kullanılmıştı. Sanırım alkol bazlı ürün zeytinler hasat olgunluÄŸuna eriÅŸtiÄŸinde aÄŸaçlara püskürülüyor ve daha sonra vibratörle aÄŸaç sarsılınca zeytin meyveleri yere dökülüyordu. Bizde henüz vibratör yok gibi ise de sevgili Alev’den dinlediÄŸim öykü Alsol’un “Kritik BaÅŸarı Faktörleri“ni saptayamamış olmaktı. Yapılan denemelerde kimi yerlerde sonuçlar olumlu olmuÅŸ, kimi yerlerde aÄŸaçların bir yönünde zeytinler sarsıntı ile dökülürken bir diÄŸer yönünde dökülmemiÅŸ ve hatta bazı uygulamalarda sarsıntı ile yapraklar dökülmüş ve meyveler aÄŸaçta kalmış. Bu anı ile Akpınar ZeytinliÄŸimizdeki kan uygulaması zihnimin zaman tünelinde buluÅŸur zaman zaman. Akpınar ZeytinliÄŸimize komÅŸu tarla “Terzi Fevzi” nin idi ve içinde bolca nar aÄŸacı vardı. O bahçeden nar çalmak da en büyük keyfimdi. Terzi Fevzi’nin evi bizim eve yakındı ve iki kızı vardı. Büyük kız Boysan rahmetli ablamın, küçük kız Zerrin de benim ilk okul sınıf arkadaşımdı. Onları ablamla birlikte Belediye Parkından çekilen bir fotoÄŸraftan net olarak gözümde canlandırıyorum.
5.Vargel Altı (Sarıkaya) : Akpınarın biraz daha güneyindeki bir başka toprak yoldan gidilen yamaç bir tarlaydı. Çalıların da yaygın olduğu yaşlı zeytin ağaçlarıyla kaplıydı. Sanırım anneannemin tarlasıydı. Biraz ilerisinde vargel (Maden-İstasyon arasındaki kömür taşıyan havai hat) vardı. Bu tarlaya ait anılarımda çatlayan ve kanayan ellerimle zeytin dal ve yapraklarını yakmaktan duyduğum keyifti. Yağlı dumanın isi üstüme siner, ateş tutuşsun diye üflemeye çalışırken gözüme kaçan dumandan canım yanardı. Yine de keyifliydi.
6.Yassıtepe ZeytinliÄŸi: Yamuk yumuk ve yamaç bir tarlaydı. Åžehrin hemen güneyinde beyaz topraklı çevresinde Somak (!) bitkileri olan en sevdiÄŸim tarlalardan biriydi. Bu da sanırım anneanneme aitti. Åžimdi düşünüyorum da rahmetli annemin de babam taşınmaz mal katkısı olmuÅŸ epeyce. Bu tarlanın içindeki incir aÄŸacına tırmanmak en büyük zevkimdi. Öyle ki yamaç olduÄŸu için yere yakın olan alt dalların ucundan aÄŸacın üst dallarına tırmanırdım. Tarlanın uzağında Tarhala Köyünden Soma’ya akan dere vardı. Derenin etrafı büyük ceviz aÄŸaçları ile yem yeÅŸildi. Derenin öte yanında Tarhala yolu ve yolun hemen batı yanında “Cennet ÇeÅŸmesi” vardı. Her Hıdırellez günü bu çeÅŸmenin etrafında piknik yapılırdı.
Sözün özü; Soma’da taÅŸralı çocukluÄŸumun tütüncü, kahveci ve köfteci oÄŸlu olmanın kısıtlarında keyifli anlarım da oldu. Neden “kısıtlı” dedim ? Hep memur çocuÄŸu olmak istemiÅŸtim. Çünkü özellikle köfteci çırağı olduÄŸum ilkokul yıllarıma günden iki saat sokakta oynama iznim vardı. Bu da bana yetmezdi. Ne var ki, ister arka yollardan Uzak Tarla’ya “Atçılık Oynarak” gitmek, ister Bakla Tarlası yanındaki dereden sapan için hayıt bitkilerini izlemek, isterse Akpınar’da komÅŸu bahçenin narlarından çalmak yaramaz çocukluÄŸumun renkleriydi. YetmiÅŸ yıl önceden bugüne neler aktı kim bilir yaptıklarım ve yapmadıklarımla…Bugün bu yazıma neden olan Hamiyet Yüceses’in ÅŸarkısı (türküsü) dür rahmetli annemin bir anlık keyfini hüzne çevirmiÅŸ olmamın içimdeki izleri…Bunu yazımın giriÅŸindeki mavili kısımdaki anlatımın öğesi olan “Ben dünüm senin dostun yarın” baÅŸlıklı Dr.Frank Crane (https://en.wikiquote.org/wiki/Frank_Crane) ın yazısından alıntı ile anlatmaya çalıştım. Ancak “dün” için yapılan bu haksızlık (!) belki gençlik yılları için geçerli ama bugün yetmiÅŸ yediye merdiven dayarken ve YaÅŸam Gölünde “Karşı Kıyı” görünürken yarının dostluÄŸuna pek fazla güvenim ve inancım yok. Ben “Dünün Anıları“nın sıcaklığı ile “Bugünü Isıtırken” yarınlardan kuÅŸku duymadan yaÅŸamayı sürdürüyorum; günlük rutinlerimden keyif almayı sürdürüp şükür ve şükran dolu olarak. Gelelim yazımın giriÅŸindeki kırmızılı bir diÄŸer öykünün ana fikri ise “Ne kadar yaÅŸamış olduÄŸunun ölçüsü nedir ?” sorusuna kendimce bulduÄŸum bir somut örneÄŸe dikkat çekmektir. Bu sorunun yanıtını son günlerde okuduÄŸum iki farklı kitaptan alıntı ile aynı odakta buluÅŸturmaya çalışacağım.
Kitaplardan ilki yine rahmetli Çetin Altan’ın “Åžeytanın Gör DediÄŸi” kitabının 249 ncu sayfasındaki “Gerçekte ne kadar yaÅŸadılar ?” baÅŸlıklı yazısından ve ortaya koyduÄŸu seçenekler ÅŸunlar:
*Ne kadar sevişmişse o kadar yaşamıştır.
*Yok hayır, ne kadar sevilmişse o kadar yaşamıştır.
*Sevindiği kadar yaşamıştır, güldüğü kadar yaşamıştır.
*Umutları gerçekleştiği kadar yaşamıştır.
*Çöküntülerle kırıklıklara uğramadığı kadar yaşamıştır.
*Yaptığı işlerden hoşlandığı kadar yaşamıştır.
*Pişmanlıklara düşmediği kadar yaşamıştır.
*İstemediği bağımlılıklara mahkum olmadığı kadar yaşamıştır.
*Kendini başarılı hissettiği kadar yaşamıştır.
*Yaşamaktan bıkkınlık duymadığı kadar yaşamıştır.
*Yaşamanın hangi bölümlerini yeniden bir kez daha yaşamak istemişse o kadar yaşamıştır.
ve yazımın girişindeki kırmızı anlatımın tamamını paylaşayım:
“…Bir keÅŸiÅŸ araÅŸtırma yapmak için bir köye gitmiÅŸti. Önce o köyün mezarlığına girdi. ÇünkÄŸ kültürlerin, yaÅŸam felsefesinin böyle yerlerde gizli olduÄŸuna inanıyordu. Gözleri birden mezar taÅŸlarının üzerindeki rakamlara takıldı. Mezar taÅŸlarında 8, 167, 960, 2005, 4378 gibi birbirlerine hiç benzerliÄŸi olmayan rakamlar vardı. Uzun uzun düşündü, fakat bu rakamların anlamını çözemedi. Köyün en bilge kiÅŸisine gitti, ona sordu : “Nedir bu rakamlar Tanrı aÅŸkına ?” dedi. “Bu rakamların gösterdikleri ay mıdır, yıl mıdır, saat midir ?” Bilge kiÅŸi gülümseyerek yanıtladı: “Bizler bebeklerimiz doÄŸduÄŸu zaman, bellerine bir ip baÄŸlarız” dedi “YaÅŸamı boyunca her güldüğü an, o ipe bir düğüm atarız. Öldükten sonra ise, bellerindeki düğümleri sayar, düğüm sayısını mezar taşına yazarız”. Bilge kiÅŸi, karşısındaki keÅŸiÅŸin bir ÅŸey anlamadığını görünce açıklamasını sürdürdü: “Böylece onun, ne kadar yaÅŸamış olduÄŸunu anlarız“.
…ve WhatsApp’taki grubumuzda (ZM68) sevgili arkadaşım Ersin, MaviÅŸehir’de açık alandaki bir masadaki fotoÄŸrafını paylaşınca ben de ÇeÅŸme sahilde yürüyüş sırasındaki bir fotoÄŸrafımı paylaÅŸmıştım. Buna sevgili Alev’in fotoÄŸrafını eÅŸi sevgili FatoÅŸ paylaÅŸtığında yukarıdaki fıkrayı anımsadım. Çünkü üçümüz arasında yüzünde eksilmeyen gülümseme olan tek kiÅŸi Allah selamet versin sevgili Alev’di. Ki Alev her zaman öyleydi. Korona sonuçları eskisine oranla daha ciddi sıkıntıları iÅŸaret ediyorsa en yakın zamanda Ersin ve Alev’i eÅŸleriyle birlikte ÇeÅŸme’de NezuÅŸ’un Kurufasulyesi odaklı sofrasına konuk edip sohbet etmek arzusu içimi dolduruyor.
Sağlık ve esenlik içinde nice özlem dolu yılların gönlünüzce geçmesi dileklerimle yolunuz açık ve aydınlık olsun.
Öykücü