Yaşam Büfesinde “Bataklık Gülü”

“…Önce bir büyük bataklık vardı. Sazları, dikenli garip çiçekleri, kocaman kanatlı böcekleri, derinliklerinden zehirli renkler yansıtan yeşil, bulanık sularıyla büyük bir bataklık… Bataklığın bir kıyısında, yeni doğmuşları, emekleyenleri, henüz yürüyenleri, okula gidenleri, okulu bitirenleri, kızları, erkekleri, bekarları, evlileriyle her dilden ve her renkten, yaşı henüz çürüklük yaşına varmamış, yığın yığın insan kaynaşıyordu, milyonlarca insan, milyarlarca insan…Hepsi de çürüklük yaşına basmadan önce, yolunu yordamını bulup bataklığın gözle görülmeyen öteki yakasına geçmeye uğraşıyorlardı. Çünkü çürüklüğe uğrayanlar karşıya geçme şanslarını yitiriyor ve yavaş yavaş bataklığın bir parçası oluyorlardı. Ve bataklık umut sınırının sonuna gelip dayanmışlarla birlikte, onları da içine alarak gün günden daha büyüyordu (Ç.Altan; 14.10.1989)…”

 

Sekiz yıl önce Netgillerdeki otobüs yolcularıyla, kendi enerjisini kendi üreten veri merkezi olmanın haklı gururuyla eskimeyen mesajlar kümesine 2012 den bakış

Merhaba

Rahmetli Çetin Altan bu yazıyı yazdığında 62 yaşındaydı. Bu yazıdan 26 yıl sonra 2015 yılında vefat etmezden önce kendini “çürüklük yaşında” görüyor muydu ? Rahmetli Altan’ın türevleri olan Ahmet ve Mehmet’ten hangisi babasına daha çok benziyordu ? Çetin bey, “bataklık” analojisiyle dünyayı mı yoksa hayatı mı anlatıyordu ? Bir zamanlar rahmetli anam babam bana “dünya iki kapılı bir handır; birinden girer diğerinden çıkarsın” derken doğum ve ölümü anlatıyorlardı. Bu handaki girişle çıkış arasındaki yaşamda mistik öğretilerle duygu ve düşüncelerim nasıl şekilleniyordu ? Hancı Tanrı mıydı ? Daha doğru soru ile “Tanrı hancı mıydı ?” Aradan yıllar geçti ve tüm zorluklara rağmen dünyadaki zorbalıklara bakıp ya da dünyadaki yaşam kavgalarındaki zorlukları yaşayıp da ben neden “bataklık” olarak düşünmedim deneyimlerimi çevreleyen koşulları ? Daha sonra yaşam kavgalarında sistematik kazanımlar elde edebilmek için neden “Büfe” düştü aklıma deneyimlerimden öyküler yaratırken ? Yaşam neden benim için bir AVM değildi; neden en azından bir market değildi de “Büfe” gibi ürünleri sınırlı, mekanı dar bir yapıya sığdırmaya çalıştım yaşamı, neden ? Büfenin önünde “Sıraya Girmek” için neden onca uğraş verdim ? Sıraya girmek, “Doğruyu bulmak” gibi belleğime girerken bu seçim için ne kadar akıllıydım ? Akıl ve akılcılık bir yana zaman zaman “kurnazlık” ataklarıyla sıraya girmek için gereğinden yüksek bir bedel ödediğim oldu mu ? Sıraya girmek, ya da doğruyu bulmak için gerekli olan akla geçen 76 yılın her aşamasında sahip olsam da sırada kalmak o kadar kolay mıydı ? Sırada kalmak için  bulduğum doğruyu seçmek, sahiplenmek, içselleştirmek, oyunu kuralına göre oynamak, ayakta kalmak, mücadele edip büyüyüp gelişmek için yeterli “irade“ye sahip miydim ? Buraya kadar henüz bataklığın farkında değildim. Hana girmiştim ve çıkış kapısı da görünmüyordu sırada kalma iradesini gösterdiğimde. Neden sırada kalacaktım, kalmalıydım ? Bu seçimi neden yapmıştım ? Yaşamın dinamiklerinde çarkların dişlerinde yitip gitmemek için sistematik olmak hem gerekliydi, hem de yaşamı kolaylaştırıyordu. Öngörüde bulunup geleceği kestirmeye çalışırken sırada olmak “Kassandra Sendromu“ndan koruyordu. İnandırıcılık en azından yolun devamı için kendime kendimi inandırmak için inandırıcılık sürüyordu. Bir süre sonra “sırada öne geçme sevdası” başlıyordu. Bunun için de “güç” gerekiyordu. Akıl, İrade ve Güç…Ve yaş yetmişi aştıktan sonra “Yaşam Büfesi” analojim zaman zaman “Kıyı göründü” bağırtılarıyla “Yaşam Gölü” ne dönüşüyordu. Bu ikilem, büfe ile göl arasındaki bu gelgitler aslında rutinlerdeki iki karşıt gücün çatışmasında ortaya çıkıyordu. Gün oluyor beyaz köpeği besliyorum ve “statükoyu koruyarak“, suyu bulandırmadan büfenin önündeki sıranın önlerinde aldığım yeri korumaya çalışıyorum; gün oluyor kara köpeği besliyorum ve yaşam gölünde attığım kulaçların yorgunluklarını aşmak için yeni yollar bulma gayretiyle yaşıyorum. Rahmetli Altan 88 yıla sığdırdığı yaşamında hangi yıllardan sonra bataklığa bakıp da “Karşı Kıyı”nın yolcularını düşünmeye başlamış ola ki ?

Bugün dünden güç alarak yarınlara uzanır” diyordu “Cesur Sorular” kitabında Dost Can Deniz. Hangi dün ? Örneğin gerçekten dün mü, 21 Mart 2021 mi ? Dün bizim için “Onuncu Nevruz” idi. Dün, 21nci yüzyılın, 21nci yılının, 21nci günüydü ve “En Küçük Copcu” olan torunum sevgili Duru’nun biz “C13Plus” a armağan ettiği “Onuncu Nevruz” idi. Duru ile torunlarım “Beşi Bir Yerde” olarak “ABİDE”leştiler (Aslıhan, Barış, İrem, Duru ve Eren). Pandemi kısıtlarında dün buluşamadık. Güzellikleri sanal olarak görüp yetindik; avunduk. İnşallah gelecek hafta, aydınlık bir hafta sonunda İzmir Evleri’nde keyifli bir mangal partisinde öpüşürüz, kucaklaşırız (!). Laf aramızda; böyle yazsam da, aşılarımızı tam olarak yaptırsak da “Öpüşmek / Kucaklaşmak” bir başka bahara; bataklık bu arada bizi yutmazsa…Bir teselli ver…

Filmi biraz daha geriye sararak, sekiz yıl öncesine “dün” diye bakarak teselli aramaya çıkıyorum. Dünden yarına uzanacak eskimeyen mesajlar bulmak istiyorum “Yaşam Büfesi önünde Sıraya Girmek” için yardımcı olmaya çalışıyorum genç Netgillilere, CINOS’taki 24 yılın öğretileriyle…

Yıl 2013

Adına “MASlaşmak” dediğim “Mustafa Artık Serbest“le geçen dört yılın ekstra kazanımlarıyla daha bir fazla keyifliyim Yaşam Büfesi önündeki kavgalardan sıyrılmış olarak. Temsil Plaza‘da kapı komşusu olan Syngillerden ayrılalı bir ay oldu, olmadı; bir teklif geldi Alevli PLN dostlarından. Afyon’a çağırdılar. Ki aynı Afyon’da 1992 yılında sevgili Alev’le birlikte standart SSTC (Satış Becerilerini Geliştirme Eğitimi) öğrenme yolculuğumuz olmuştu. Son günün arifesine katılan Nezuş da keyifli iki gün geçirmişti Afyon ‘un şifalı sularında o vakitler adeta tek tabanca olan Oruçoğlu’nun konforunda. Böylece 2009 da yine Alev’le ve PLN’nin kurucu ortaklarıyla modüler SSTC nin ilk uygulamasını gerçekleştirme olanağım oldu. Finalinde yere serdiğim otuza yakın kitapla “Kitapla Ağ Oluşturma” uygulaması yapıp “Teşekkür etmeyi sistematik kılma ve özgünleştirmeye” çalışmıştım. Ben de, onlar da çok keyif almışlardı. Bir ay sonra da yine Syngillerden ayrılan sevgili Mehmet’i ziyaret ettim; “Akıllı Büyüyerek Gelişme”ye çalışanlarla da bir SSTC beraberliği sağlamak için. Buluşmanın ürünleri beklentimi aştı. Birkaç gün sonra Balçova’da ünlü bir otelin lobisinde başlayan tanışmanın bereketli ardılının bir yıl sürmesini beklerken 28 ay sürdü. Ta ki Temmuz 2011 de Kırıkhan’da bir pamuk tarlasında kırmızı tulumumla bir ağacın altına sığınıncaya kadar. Tarlada sıcaklık 47 derece idi ve kendime sorduğum soru “Ne işim var benim burada ?” oldu. Bir kaç gün sonra Adana’da Emir Royal’daki odamda yazdığım “Otorite kim ?” başlıklı mail ile İzmir’e dönüşte yollarımızı ayırdık en güzel şekilde. Bunu Utku’lu Filli Boya, Aykutsan, Simo gibi farklı sektörlerden şirketlerle öğrenme yolculuklarımız izledi ve Temmuz 2012 de odağımı buldum: Netgiller… Böylece “mum dibine ışık vermeye” başladı. Meğer gözümün önündeymiş “kazan-kazan” mutluluğunu oluşturan “GAT Dünyası“…

Dört aylık (Temmuz/Aralık 2012) test sonunda “GAT Koordinatları” netleşti: İç ve Dış İletim. Yeni yıla “Good To Great” kitabındaki dört analojiden “Otobüs” odağında söz ederek “PreMOTES (PazarlamaTeknikSatışOperasyonlarıİyileştirme Ön Toplantısı)” başladık. Kurumsallaşıyorduk. Bu yoldaki adımlar “ISO“larımızla çerçeveleniyor; “Kurallar” ve “Disiplin” kimilerine zor geliyordu. Bu nedenle kısa süre sonra, kimi gitti, çoğu kaldı ve “Otobüs Yolcuları” belli oldu. Böylece hedefe kimlerle gideceğimiz, kimlerin bizi zorlu yolda, yarı yolda bırakmayacağı netleşti. Şansımız vardı; Netgillerin hepsi gençti ve kurum kültürleri daha kolay şekilleniyor ve çoğunlukça benimseniyordu; içselleştiriliyordu. İki ilk amirin (Teknik ve Muhasebe Müdürleri) işleri benimseyişindeki ciddiyet, özveri, sıkı kontrol ve asıl önemlisi sistem disiplini “Lider Yönetici” olarak etkilerini hemen gösterdi. Yine de “Kuralların olması ama kuralların kral olmaması” en önemli konuydu. Çünkü biz misyon ve motto olarak “Kesintisiz Kolaylık” sağlamayı söylem ve eylemlerimizde esas alınca kimi uykusuz gecelerde kurallar yeterli olmuyordu. “İnisiyatif kullanmak” gerekiyordu. Bu nedenle Ocak 2013 de “Otobüs Yolcuları“nı sohbet konusu yaparken Şubat 2013 de konu “İnisiyatif Kullanmak” şeklinde ilerliyordu. Bu sözel yaklaşımın örneğini yedi ay sonra sevgili Deniz’in bir müşteriye olanakları aşan (!) bir söz verişinin özveri ve “uykusuz gecelerle” nasıl bir “başarı öyküsüne” dönüştüğünü teknik müdür övgüyle dile getiriyordu.

Sekiz ay sonra Mayıs 2013 e gelindiğinde bir yanda sahnede söylenen sözler diğer yanda sınırları zorlayan bir yatırımın beslediği umutlar birbirine karışıyordu. Bir şeyler bizi aşan hızda gelişiyordu sanki. En büyük servis sağlayıcı “Teknoloji Zirvesi” düzenlemişti. Netgillerin ana şirketinin kurucu ortağı olan oğlum Kerem zirvedeki “Fark Yaratan Şirketler Panelinde” konuşmacıydı. Panelin kapanış konuşmasını, değerlendirilmesini Kerem yaptı. Üç dakikalık konuşmanın içinde “Başarı Formülümün” tüm bileşenleri vardı. Ana mesaj, “kendini sorgulamak” idi.  Yeni bir adım atılırken yapılan “RAW Sorgusu (Cevher Sorgusu: Hazır olmak; Yetkin olmak ve İstekli olmak)“; ilerleme sırasındaki soluklanmada ya da “uykusuz gecelerde” “MAS Sorgusu (Potansiyel kullanmak ve yetkinlik geliştirmek sorgusu)” ve “beklenen ile elde edilen farkı” ya da tek sözcükle “Mutluluk Sorgusu (GAT Sorgusu: Ver ki Alasın)” ile Kerem “Emek ve Yemek Dengesi”ni şükür ve şükranla üç dakikaya sığdırmıştı hem de doğaçlama olarak. Sekiz yıldır belki seksen defa paylaştığım o üç dakikalık video kaydı bence hiç bir zaman eskimeyecek, her zaman geçerli olacak olan “temel mesajlar kümesidir”. Bu nedenle 2013 yılı benim için, Netgillerle beraberliğimin bana verdiği doyum için en önemli yıldır. Çünkü güncel olaylar ve olgular içinde, rutinin hay huyunda söylediğim sözlerin böylesi bir demet şeklinde, kendiliğinden sahnede, içtenlikle söylenmiş olması sözlerimin nerelerden nerelere nasıl ve kimlere ulaştığını ve içselleştirildiğini görmenin hazzı bana daha nice sekiz yıl yeter; Allah ömür verirse. Bu nedenle, ister büfe olsun isterse göl, yaşamda yer ve zamanın, kişiler ve olguların zaman zaman yarattığı kaçınılmaz kimi sıkıntılar beni hiç bir zaman ne “keşkelere” düşürdü ve ne de bu çırpınışlar bana bir bataklığı hissettirdi. Daha ne ister insan !

Sekiz yıl önceki MOTES’ler artık şimdi yok. Pandemiden dolay değil; artık öylesi öğretici beraberliklere ihtiyaç yok. Sistem yerine oturdu. Otobüs yolcuları yerlerini ve rollerini benimsedi. Netgillerin ikinci kolunda kimi gelişmeler ve değişkenleri özümsemeler biraz daha zor olsa da “aklın yolu bir” anlayışı ile onlar da rayına oturuyor. En sıkıntılı dönem 2013 yılı Mayıs ayındaki toplantıda iki kurucu ortağın sözünü ettikleri enerji konusunda atılan adım oldu. Işık gördük. Heveslendik. Projemiz kabul edildi. Bir milyon liralık hibe kredi koşullu olarak bize sunuldu. Rüzgar enerji santralı (RES) için yola çıktık. Bergama’nın Yunt Dağı’nda karlı bir kış günü olmayan yolları aşındırdık. Rüzgar direğimizi diktik. Tarlayı satın aldık. Büyüklerin sınırları içinde kalıyormuş. Yer kabul görmedi. İkinci bir tarla daha aldık. Yer tamam. İhale tamam. Hibenin iki katı kredi aldık. Bir yıla varmadan kontrollü gelişmelerle kanatlar dönmeye başladı. Ancak bürokrasinin çarklarını iki yılda aşamadık. Ürettiğimiz enerjiyi enterkonnekte sisteme bağlamak için yitirdiğimiz iki verimli yılın bedeli iki milyon lira kayıp oldu. Bereket ki Bay Collins’in “Dört Metaforu“ndan biri olan “Kirpi” nin verdiği mesajı iyi anlamışız. Eğer Netgillerin kredi geri ödemesi için bu yitik iki milyon liraya ihtiyacı olsaydı ayakta kalmamız çok zor olurdu. Bereket ki Netgillerin “Ana Motorunu” döndüren iş ya da gelir bu enerjiden olmadığı için “Tilki gibi kurnazlık” değil “Kirpi gibi basitlik” esas olduğu için iki yıl gecikmeli de olsa bu konuyu da başarıyla sonuçlandırdık. Ne var ki; kolay olmadı. Böylece kendi enerjisini kendi üreten ilk ve tek veri merkezi olduk; Netdirekt olarak. Gururluyuz.

Sekiz yıl önce olduğu gibi bugün de Netgillerde kârlılık, rekabet gücü ve itibarı korurken, müşterilerimize tüm internet servislerinde kesintisiz kolaylık sağlarken, finansal durumumuzu, ürün ve hizmetlerimizi, değerlerimizle (4UPs: Update/Güncel olmak; Upgrade/Gelişmek; Upskill/Becerili olmak; Upcreate:Yaratıcı olmak) geliştirirken, gelişmiş olan iç ve dış iletişimizle “Disiplini, Motivasyonu ve Huzuru koruyoruz“.

Sözün özü; yakın düne baktım ve “C13 Yaşam Mimarları” ile “ABİDE” mizin Duru‘sunun “Onuncu Nevruz” ile baharı hissedip Allah’a dua ettim; uzak düne bakıp Netgillerin kurumsallaşma yolculuğundan bugüne uzanan sürecin öğretilerine kattıklarım için keyif aldım ve yaşam gölünde karşı kıyı görünürken iyi ki hiç bir zaman zorlukları bataklıkta çırpınmaya benzetmemişim diye; rahmetli annem gibi “dikenlerin arasındaki güle” şükrettim.

Sağlık ve esenlik dileklerimle yolunuz açık ve aydınlık olsun.

Öykücü