“…1.Bu sayı bal arıları için 440 tır ve bu sırada çıkardıkları ses “La“dır. Bal taşırlarken ise nota “Si“ye düşer (1996)…2.Kötü niyetli Willie Suttan’a sürekli neden banka soyduğunu sordular. O da “Çünkü orası paranın olduğu yer” diye yanıtladı…Yüzlerce küçük şirket ruhuyla, büyük bir firma olarak bütünü oluşturmak. Küçük bir firmanın avantajlarına sahip olmak ve büyüklük ile dünyaya yayılmanın nimetlerinden yararlanmak…(2002)…3.LEGO sertifikalı eğitmenler bu oyuncakları kullanmak suretiyle strateji geliştirme, inovasyon ve ürün geliştirme, değişim yönetimi, kurumsal gelişim gibi konularda eğlenceli ve tamamen katılıma dayalı…(2010)…4.Bugün KÜME, Netdirekt’te hızlı gelişmeler içindeyse; Pakistan’dan verilen emekler Bursa’ya İzmir’e erişiyorsa, Çeşme’de huzurlu, keyifli günler geçiyorsa; Karşıyaka’dan Japonya’ya uzanan yollarda dün Kanada, bugün Fransa varsa, KÜME de mutlaka “enel hak” benzeri “Tanrı Parçacığı“nın farkındadır…(08.10.2013)…5.Şu anda BC nin en önemli avantajı “sessiz sabrı“, tam bu ortam için sanki, Allah Vergisi…Yarım saat geçti ve BA hâla BC a tek bir söz, göz vermedi ve saat 10.40 da BC a döndü ve ilgi başladı…Ailecek yenen öğle yemeği ve beklenti üstü sohbetin doyumu > iyi dinleyici olmak ve soru sormak; Amerikan Koleji ortak paydası; Hak ediş ve Kısmet; Fazlasıyla değdi (22.12.2015)…”
Yerli ve milli Avarel’i neden dinlemekte zorluk çekiyorum ? TED’li Bay Hazineci ve HAGEM’li Musto Dede
Merhaba
Gecenin yarısından sonra fırtına şiddetlendi. Hava soğudu. Sanki kışa döndü. Güzün ilk “Sütlü Kahve“sini kabaran denize bakarak yatak odasında içtik. Sanki mesaiye gidecek gibi erken kalktık. Bugün “9 Eylül” ve ne yazık ki Çeşme’deki korkunun kısıtladığı yaşam biçiminde “İzmir’in dağlarında açan çiçekleri” göremiyoruz; ama hayal ediyoruz. “Yaşa Mustafa Kemal Paşa; adın yazılıyor mücevher taşa” diye fıfıldıyor ruhumuz 330 kanat çırpışının “Si” notasıyla… Bunu bir de bizim Avarel ve takımı anlayabilse. Öğleye kalmadı hava duruldu. Deniz sakinleşti. Sıcaklık otuzların aştı. Tipik Eylül güzelliği. Bu günü bir de aşure ile taçlandırıyoruz bugün. Daha önce de yazdım “Ben eylülü çok severim; özellikle Çeşme’de ve hatta Les Barges’da”…Otuz dört yıl önce ilk defa İsviçre’nin güzelliklerini “Öğrenme Yolculuğu Heyecanı (ÖYH)” içinde duyumsarken de aylardan Eylüldü. Pek çok defa İsviçre, Fransa, İngiltere’deki toplantıların çoğu Eylül ayına rast gelmişti. Dün öyle güzeldi Eylül geleceği şekillendirmeye çalışırken; bugün aynı güzellikte Eylül “Hak ettiğimin bir fazlasını yaşadığım her güne şükrederken“. Bu düşüncelerle TED Konuşmalarına yeniden baktım aşure olgunlaşırken. Çatıdan aşure tenceresini almaya çıktığımda “Beş Benzemez” kitap elime takıldı; tencerenin içinde camlı bölmeye geldiler. Camlı bölmeyi kışa hazırladık. Oturma takımlarını depoya kaldırdık. Köşe koltuğu uzun görüşlü güneye çevirdik. Televizyonu kış güneşine göre konumlandırdık. Bu arada İzmir Evleri 70 numaranın yemyeşil bahçesinde otururken yaptığımız sohbetin yan ürünü olarak Urla’dan şöminelik odunlarımız geldi. Koronanın korkusu fazla gelmiş olmalı ki odunun dozunu kaçırmışım. Yaz günü alınan oduna bakınca rahmetli babamı anımsadım. O da yaz sıcağında odun alırdı ve ben bunu anlamakta zorluk çekerdim otuzlu yaşlarımda. Bugüne kadar yıl oldu, kuruyan Jakaranda’nın odunlarıyla kışı geçirdik. Hoş Jakarandanın kurumasının suçlusu da benim. Jakaranda, Cango, Cactus ve Teknenin motoru küçük birer adımı atmadığım için yitirdiklerim ve pişmanlıklarım…
1.Beş Bilinmezin Bal Arıları (> Masum Fısıltılar)
Doksanlı yılların sonları CINOS‘un ikinci evresindeki çatışmalarla doluydu. Rakibini doğuran CIgiller, kısa süre sonra SAgillerle birleşince kimyaları uyuşmadı. İçlerinde yanan yakıcı ateş bütünleşmeyi sağlamadı. Çatışmalar açık gizli sürdü. Sadece ülkemde değil global olarak da aynı şeyler yaşanmış olmalı ki üç yıl sonra İngiliz ZEgillerle birleşip Synleştiler. İşte bu sürecin başlarında (1996) kitaplığıma bir TÜBİTAK yayını girdi: Gündelik Bilmeceler. Yazarları Partha Ghose (FNASc, Hintli bir fizikçi, yazar, filozof, müzisyen ve eski S.N. Kolkata Bose Ulusal Temel Bilimler Merkezi. Kalküta Satyajit Ray Film ve Televizyon Enstitüsü eski Başkanı ve Kalküta Güzel Sanatlar Akademisi Mütevelli Heyeti üyesi) ve Dipankhar Home (Kalküta Bose Enstitüsü’nde Hintli bir teorik fizikçidir. Kuantum mekaniği ve Kuantum iletişimi de dahil olmak üzere kuantum mekaniğinin temel yönleri üzerinde çalışmış. Çay Fincanı’ndaki popüler Riddles adlı kitabın Partha Ghose’su ile birlikte yazmış – Gündelik Bilimsel Bulmacalarla Eğlence)
Bu kitaptan bir bilmecenin cevabına baktım ve … Arılar ve böcekler uçarken vızıldarlar. Vızıltı sesi bu böceklerin kanatlarını çırpmaları sonucunda oluşur. Herhangi bir şey saniyede 16 kereden fazla titreştiğinde belirli bir perdeden ses çıkarır. Bilim adamları bu sesleri belirli bir müzik notasıyla eşleştirmişler. Bu sese bakarak böceğin saniyede kaç kanat çırpışı yaptığını hesaplamışlar. Örneğin Karasinek kanatlarını saniyede 352 kere çırpar ve çıkardığı vızıltı “Fa” notasına denk düşüyormuş. Bal arısı bal taşımıyorken saniyede 440 kez kanatlarını çırpıyor ve çıkardığı sesin notası “La”oluyormuş. Bal taşırken nota “Si” ye denk düşüyor ve bu sırada saniyede 330 kere kanat çırpmaktaymış. Acaba biz de bal taşıyan tatlı sözlerimizle hangi notadan görünmeyen kanatlarımızı çırpıyoruz ? Ve acaba yerli ve milli Avarel kindar sözlerle, kararmış gözlerle, öfkeli yüzlerle hangi kanatların vızıltısında dertlerimize dert katıyor ? Çarşambayı sel alsa da Perşembe günü halka hangi çıkmaz ayın son pazarı için umutları karartıyor yapılmaması gereken mitinglerde ?
2.Eylülün 30 unda, 2003 yılında İstanbul Atatürk Havalimanı “CEOların Bilgeliği”
On yedi yıl önceydi. Radikal önlemler alınmış ve şirket merkezi İstanbul’dan İzmir’e taşınmıştı. Yeni milenyumun ilk yıllarındaki kriz derinleşmişti. Amerikalı Derviş‘in “Acı Reçetesi” uygulanmış ve sol kanat iyileştirmenin bedelini ödeyip iktidardan ayrılmıştı. Hep böyle oluyor. Umutsuzluğu artan halk denize düşen adam gibi sarıldığının yılan olduğunu anlayamamıştı. Anayasa kitabını fırlatan ve kendini hâla yargıç sanan devlet memuru yapılı otorite rahmetlinin istifasına neden olan yolu açmıştı. Tansu’dan Yılmaz’dan umudunu kesen halk ampule inanıyordu. On yedi yıl önce henüz paramızda altı sıfır fazlası varken “cehenneme uzanan yolun taşlarının döşendiği“nin farkında değildik. Biz Syngiller yıllık toplantıdan dönüyorduk. Bugün bir Japon şirketinin CEO su olan sevgili İrfan elindeki kitabın üstüne “Mustafa Bey, Zevkle okumanız dileklerimle. Saygılarımla. 30.09.2003″ yazıp imzalamış ve Atatürk Havalimaninda vedalaşmadan hemen önce kitabını bana armağan etmişti.
Kitapta 8 bölüm ve 29 Kuruluş liderinin sözleri vardı. Bu bölümlerden kimilerinin konu başlıkları bana o gün pek fazla ilginç gelmişti. Örneğin Bölüm 6 nın başlığı “Radikal Teknolojiler / Büyük Şirketler” idi ve EMC Corporation’ın başkanı ve CEO su Bay Michael R. görüşlerini “Radikal ol ya da yok ol” diye çerçevelendirip bilgi depolama teknolojisinde geleneksel düşünce biçimini yıkmaya çalışıyordu. Yıkabildi mi ? Meraklısı Bay M.Reuttgers’in yaklaşımı ile süreçteki gelişmeleri inceleyebilir. Aynı bölümde R.Ackgerman “Uçurumun Kenarında Yürümek” başlığı altında “Doğru Teknoloji Dengesine Ulaşma“nın yollarını açıklıyordu. Bu 29 CEO dan biri de biz NO’dan Synleşmeye geçtiğimiz 2003 yılında hâla NO’nun beşeri ilaçlarında Novartis’in CEO su olan Bay Dan Vasella idi. Ben Dan beyi “SKILL” akrostişi ile hedeflediği “Umbrella Projeler Demeti” yaklaşımıyla anımsıyorum. O günlerde bu kitabın içindeki Unilever’e ait girişteki kırmızılı kısım pek fazla dikkatimi çekmiyordu. Ne zaman ilgim yükseldi ? Girişteki son mavili kısma (5) ait kitap 2015 yılında Barış’la Ankara’ya giderken elime düştüğünde ve Bay Karaca’yı tanıyınca…
3.LEGO Sertifikalı Eğitmenler ve Ankara’da bir öğle yemeği (> Bana bi akıl ver hocam !”
“Beş Benzemez”in üçüncü kitabını alış nedenim Mor İnek‘e kadar uzanır. Seth Godin, “Vadiyi Aşmak” deyiminden yola çıkarak “Mor İnek” metaforuyla benim “DOD2” dediğim yaklaşımı şekillendiriyordu. Yeni milenyumun ilk yıllarında CINOS‘un üçüncü evresinin gelişme sürecinde Bay Fusco ile yaşıttaşı Taner‘in beraberliğinde Antalya’da yaptığımız toplantıdaki “Ana Mesajım: İşler Eskisi Gibi Değil (BUS)” idi. Üç ana televizyon kanalının ankormanları Ali K., Reha M. ve rahmetli Mehmet Ali B. idi. Bunlardan Bay Reha “Mor İnek” gibi görülürdü. Globalin “Mor İneği” yerelde “Mor İneğin Akıllısı” olarak boy gösteriyordu. Rahmetli Prof.Dr.Arman Kırım‘la İstanbul’da bir sohbette birlikte olmuştum. Ona ilgim giderek artıyordu. İtalya seyahatimizde elimde “Tazesi Makbüldür” kitabı vardı. Hürriyet’te hafta sonları “Gevrek ve Havyar” başlıklı köşe yazılarını keyifle okuyordum. Arman hocam onulmaz bir hastalığın pençesindeydi. Genç yaşında vefat etti. Vefatından hemen önceki hafta Ayşe Arman’a konuk olmuştu. Onu hep rahmetle andım ve özledim. İşte Arman Hocanın “Bana Bi Akıl Ver Hocam !” isimli kitabındaki iki bölüm bugün yeniden ilgimi çekmeye başlıyordu. Birisi Sayfa 105 deki “Anjioplasti“; diğeri de Sayfa 138 deki “LEGO” konusuydu. Anjioplasti neden şimdi ilgimi çekiyordu ?
Haziran sonunda EMOT‘ta diz proteziyle başlayan süreç Ata Yoluyla Temmuz sonunda sürpriz bir şekilde Medikal‘de anjioplastiye uzanınca Nezuş’un sağlık yolculuğu, kitabın 105 nci sayfasını yeniden okumaya başladım. Bu konuya verdiği konu başlığını sevdim. Aynen şöyle yazmış Arman hocam: “Beceri noksanlığı nedeniyle tüketemeyenler”. İlginç ve doğru… Doksanlı yıllarda anjioplasti ortaya konduğunda neden yeterince uygulanmıyordu ? Kardiyologların beceri ve yetki alanında cerrahi işler olmadığı için… Ve daha sonrası nasıl gelişti ? Birkaç yıl önce İzmir’de bir göz hastanesine gittik ve “Hemen katarak ameliyatı” dediler. Apar topar kaçtık. Aydın’da oğullarımızdan biri gibi olan sevgili doktorumuza sığındık (Prof.Dr.EK). Ve doktorumuz dedi ki “Ne kataraktı ! Gözünüz benden daha sağlıklı sadece göz tansiyonunuza bakalım ki...”İşte bütün mesele “Güven“. Beş yıl önce, 2015 yılında Aralık ayının sonlarına doğru torunum Barış’la birlikte Ankara’ya doğru yola çıktığımızda elimde olan kitapla kiminle buluşacaktık ? Bu yolculuk öncesinde neler yaşandı ? Nasıl ısrarcı olduk ? Neden Bay Baybars’ı seçtik ? Sayın Altuntaş’a olan ilgimiz nasıl gelişti ? “En Zayıf Halka” da sert, acımasız bir sunucu profili çizen Bay Baybars ile diyalogumuz nasıl gelişecekti ?
4.İnancı güçlü tutmalı ki…Başarıda Tanrı Parçacığı (22.12.2015)
Yazımın girişindeki “Beş Benzemez“in dördüncüsü için şöyle söze başlamıştım: “Bugün KÜME, Netdirekt’te hızlı gelişmeler içindeyse; Pakistan’dan verilen emekler Bursa’ya İzmir’e erişiyorsa, Çeşme’de huzurlu, keyifli günler geçiyorsa; Karşıyaka’dan Japonya’ya uzanan yollarda dün Kanada, bugün Fransa varsa, KÜME de mutlaka “enel hak” benzeri “Tanrı Parçacığı“nın farkındadır…(08.10.2013)”
Elimde basıldığı yıl kitaplığıma girmiş olan Sayın İzzet Karaca‘nın kitabı, aklımda SSTC öğretileriyle “Etkili Yaklaşım” ile AIDA’yı uygulayabilme yolları, Ankara’nın Rixos’unda gece yarısına doğru Barış’la prova yapma ve kimi “Küçük Beceriler” ile yarına hazırlandık (22.12.2015). Bundan iki yıl önce Kurban Bayramı’nın arifesinde “Başarıda Tanrı Parçacığı” kitabını almıştım. Sayfalarına hızla göz gezdirince aynısından üç tane daha aldım. Her birinin (kendim için ayırdığım da dahil) ilk sayfasına oğullarımın 2013 yılındaki “Başarı Yolculukları”na ve “Geleceği şekillendirme” adına katkılarını, eylemlerini düşünüp yukarıdaki cümleyi aynen yazdım. Bu yazının hemen üstüne Duru’nun “Montajları izleyeceğim” dediği sevdiklerinden “Kişiye Özel” kolaj yaparak birer CD ekledim. Ayrıca bu sayfaya ABİDE’nin “Bayram Harçlıkları“nı koydum. Güzelbahçe’de koltuğuma (!) oturdum. ABİDE’m sırayla elimi öpüp harçlıklarını aldılar ve kitapları da babalarına verdiler (Koronalı günlerin kısıtlarında “elöpenleri” özlüyorum. Biliyor musunuz biz Soma’da “Süleymancıklara elöpen”derdik. Ancak benim özlediği elöpenler bunlar değil: ABİDE Plus). İşte bu kitap Ümitgillerin “Akademik Öğrenci Çalışması” için seçmek istedikleri kişinin Bay Baybars Altuntaş olmasına neden oldu. Uzunca bir süre diyalogu geliştirmek kolay olmadı. Baybars beyin yurt dışı yoğunluklu programında uygun zamanı bulmak zor oldu. Nihayet 2015 yılının Aralık ayının sonlarına doğru Ankara’daki bir programına dahil oldu Barış. Ve öylesine güzel geçti ki Altuntaş Ailesi ile birlikte Sakarya’da (!) mükemmel bir öğle yemeğine konuk olduğumuzda kendimizle (özellikle Barış’la, Barış’ın duruşu: Raport Building) gurur duydum. Mükemmel bir fırsattı. Rahmetli Kırım’ın sözünü ettiği LEGO’yu oyundan öteye eğitim amaçlı kullanmanın ilk sohbetini yaşamıştık (www.seriously.com). Üstelik Pınar’ın önderliğinde Barış’ın ilgi alanından seçimle öğle yemeğinin “LEGO Hediyesi” ile süslenmesi beklenti dışı fırsatların kapısını aralamıştı. “Fırsatın Fısıltısı”nın “La” mı yoksa “Si” mi olduğunu bilemediğimiz için bu fırsatı Kerem’in “İnternet Kafe”si gibi “Geleceğe Taşıma Becerisi“ni göstermedik. Halbuki “Uykusuz Geceler” bize yabancı değildi. Eksik olan “İnanç Eksikliği” miydi ? Baybars beyin kitabının 90 nci sayfasından bir alıntı ile “Beş Benzemez“in beşinci kitabına geçeyim.
“…Girişimci, Yüce Allah’a da inanacak ve güvenecek. Aksi takdirde, istediği kadar yenilikçi fikri olsun, istediği kadar çevresi olsun, istediği kadar atıl (boş, işlevsiz) kapasiteyi görsün, istediği kadar da ikna yeteneği süper olsun; “İlahi Rüzgarı” da tam bunların peşine takmayı başarabilirse işte o zaman turnayı gözünden vurmuş olacaktır…Allah’ın karşınıza çıkaracağı insanların ne kadar pozitif (o tarihlerde Korona olmadığı için “Pozitif” olmak iyi bir şeydi) veya ne kadar negatif olacağını sizin Yüce Allah’a olan samimi hisleriniz belirleyecek. Yüce Allah Kuran’da diyor ki: Allah dilemeden, siz dileyemezsiniz“
Gelelim “Beş Benzemez“in beşincisine…Doksanlı yılların ortalarında yazılmış “Gündelik Bilmeceler” den 2015 yılındaki Bay Karaca’nın kitabına kadar “Barış ve Baybars’ın LEGO Tutku“suyla neler yaşandı ?
5. Farklılaşmaya çalışırken “Papağanlaşma” > Yeni CEO Sensin (22.12.2015 Barış’la Ankara Yollarındayız)
İki Hintli Fizik Profesörü Platon’un “Hayat Oyun Gibi Yaşanmalıdır” sözüne inanarak Bal arılarının ballı balsız kanat çırpış sayılarından “La” dan “Si”ye geçişi bilmeceleştirdiklerinden yirmi yıl sonra Bay Karaca’nın kitabındaki bir yargıya erişirken rakibin ataklarıyla korkuları pik yapan pazarlamacıların çırpınışlarını hesaplayabilirler miydi ?
İzzet Beyin kitabının 44 ncü sayfasındaki birkaç cümle 1998 yılını anımsattı bana. Ege Bölgesinin en önemli tarımsal ürünü olan çekirdeksiz üzüm (Sultaniye) alanlarında en potansiyel bitki koruma sorunu (daha doğrusu “çözümü”): Külleme Hastalığı (hastalık etmeni Uncinula necator) dır. Diğerlerine benzemez; “Şu koşullarda çıkar; bu yıl görünmeyebilir vb” yargılardan etkilenmez. Bağcı her yıl, her bağda düzenli olarak tarım ilacı (fungisit) kullanarak hastalıkla savaşır. Bu nedenle başta Manisa’nın Alaşehir ve Sarıgöl ilçeleri olmak üzere tüm çekirdeksiz üzüm bağlarında Nisan Ortasından Temmuz sonuna kadar düzenli aralıklarla üzümlerde külleme olmasın diye, verim ve kalite yüksek olsun diye ilaç kullanılır. Hatta Sarıgöl’de örtü altına alınan bağlarda ilaç kullanımı Ekim ayına kadar uzanır. Sözün özü; bağda külleme tüm ilaç firmalarının odaklandığı, rekabetin en yoğun olduğu bir alt pazardır. CINOS’un üç evresinde de TPS isimli ilacımız pazarın lideri olma konumunu yirmi yıl sürdürmüştür. Yirminci yılında Brezilya (Rio)da yaptığımız yıllık toplantıda TPS i bir “Başarı Öyküsü” olarak anlatmıştım. Başarısının nedenlerini burada yazmayacağım. Ancak bu örnekte “Papağanlaşma Sendromu“na değineceğim ve bunu da Bay Karaca’nın kitabındaki 44 ncü sayfadan bir alıntı ile yapacağım:
“…Rakip çok başarılı bir ürünü, beklenmedik bir zamanda lanse ederek size pazar payı kaybettirebilir. Buna karşı “Hoş geldin Planları” yapılmalıdır…Rakibin yeni ürününe hızlıca bir cevap hazırlayın…”
Doksanlı yılların sonlarına doğru kimya şirketleri yeni bir grup fungisit (bitki hastalıklarına karşı kullanılan tarım ilacı) aktif maddesini geliştirmeye başladılar. Rakip (İngiliz ZE) bizden hızlı davrandı. Bizim TPS pazarın lideriyken rakibin STR Grubu ilacı (AZ) pazara hızla girdi. Hem yeni bir grup aktif madde olması hem de “Kombine Çözüm” sunması pazardaki rekabetin boyutunu etkiledi. Bir şeyler yapmalıydık. Hemen yapmalıydık. Üstelik yeni gruba her hangi bir zarar vermemeliydik. Çünkü birkaç yıl sonra bizim de aynı gruptan yeni bir ilacımız olacaktı. Geleceği etkileyecek olan söz ve eylemlerimizde ek olarak “kanibalizm“den de sakınmalıydık. Bunun için ilk iş “İnancı Güçlü Tutmak“tı. Tıpkı Bay Baybars’ın dediği gibi ve iç iletişimde ilk uyarımız: “İnanırsanız inandırabilirsiniz” oldu. Çünkü özellikle satıcılar her hangi bir ilacın peformansında en küçük bir şikayet duysalar hemen “dayanıklılık oluşumu” konusundaki “Teknik Liman“a sığınıyorlardı. Halbuki çözüm SSTC nin öğretilerinde net olarak veriliyordu. İlk iş “Etkili Yaklaşım“dı. İkincisi “Soru Sorma Becerisi” ve esas olan “Müşteri Responslarının Ele Alınması” idi. Yeni etkili madde için, yeni ürün için (hele hele ticari ismiyle) tek kelime edilmeyecekti. Varlığı, etkisi ve önemi yadsınmayacak; ancak tüm varyasyonlarda (!) TPS e odaklanılacaktı. İşte bunun uygulama detaylarına “Papağanlaşma Sendromu” ismini taktım ve İsviçre’deki “STR Forumu“na katılıp da geri döndüğümde Afyon’da yıllık toplantının hazırlıkları başlamıştı. CINOS’un ikinci evresinin “Uyuşmayan Kimya” nedeniyle iç sıkıntıları hâla ciddiyetini koruyordu. Bu yaklaşımın ve inançlı/tutkulu SSTC uygulamalarının (Yaşam Büfesi önünde Sırada Kalma demek olan “İzleme Çalıştayları“nın) semeresini gördük. Beş yıl sonra bile TPS hâla zirvedeydi. Üstelik global birleşmenin yarattığı “Rekabetin Engellenmemesi” açısından, “Rekabet Yasası” na uyum açısından portföyümüzdeki iki STR’nin birini rakibe verme zorunluğumuza rağmen…Tam ve gerçek bir “Başarı Öyküsü“dür TPS’nin Sarıgöllü “Etkileyici Bay Necip”in bağından, Hacı Ömer etkisiyle, Mehmet’in yönetimindeki “Sultana Projesi Desteği” ile 20 yıl sonra Rio’da sahneye çıkarılan öyküsü”... Bu kadar yetsin ve İzzet beyin kitabının aynı sayfasındaki şu cümle ile bir öykünün daha ilk sinyallerini vererek yazımı bitireyim.
İzzet bey der ki; “En iyi ve kritik elemanınız beklenmedik bir şekilde işten ayrılabilir. Gitmek isteyeni tutmaya çalışmayın”. İki örneğim var bu beni bu söze bağlayan. İlki 1998 yılından. Malatya’da başarılı bir lansman için çırpınıyorum. Bitki Koruma Pazarının özellikle Adana’dan etkilenen çevre bölge pazarlarının (Niğde’nin patatesleri, Malatya’nın kayısıları gibi) disiplini iyice bozulmuş ve korkunun boyutları gerçekleri aşmış. Özel bir jeste ihtiyacım var. Bunu yapabilirsek (ki Basel’ın kurallarına göre zor) hedef satışı üçe katlayacağım ve bunu da TTTS (tripılties)i iki yıla indirgeyerek sağlayacağım. Yol kısalacak; satış katlanacak. “Fırsatın Fısıltıları” ballı arının “Si”leşmesi gibi. Malatya’dan fax çekip yanıt bekliyorum. Meğer otorite ayrılmış gitmiş. Neler olmuş ? Neden ayrılmış ? Yanıtları net ise de yeri ve zamanı değil. Sadece yerel merkezde (İstanbul’un Boğaz Keyfindeki Beyler) görünüm “Başı Kesilmiş Tavuk” gibi…”Tavuk”la ilgili diğer bir özdeyiş (!) de tam bu ortama uygun ve bana göre: Tavuk sersemken öpülür. Malatya’daki test sonuçlarıyla Mersin-Merit’in kırkıncı katında E.D.Bono”Nun “Siyah Şapka”sıyla sahneye çıkmanın öncüllerini yaşıyorum. Ardıllarında ise “NON: Seferberlik İlanı” açılımlarım var. Ne günlerdi ama…Kimse ayrılana dur demedi; bilakis ayrılması için kapıları sonuna kadar açtı. İlginçtir ki bir yıl sonra giden geri döndü. Radikal kararlar alındı. Banka kredisine dayanan kriz yılındaki eylemler iki yıl sonra İzmir’de kâra geçti. Deneyimli yaş almış otorite yerine gelen genç meslektaşımızın CEO’luk ve sonrası “Kariyer Basamakları” başarı öyküleriyle doldu. Kulakları çınlasın.
Sözün özü; İki Hintli Fizik profesörünün gündelik bilmecelerindeki bal arılarının notalarına, rahmetli Arman hocamın verdiği akılları, inancı tutkuya çevirerek yapılan girişimlerle yapılandıran bilgelik piramidinin tepesinden anılarla sorgulayan liderlerin öğretileriyle öğrenme yolculuklarınız hep açık ve aydınlık yollarda sağlık ve esenlik içinde bohçanızı zenginleştirsin; sadağınızdaki okları güçlü kılsın ve heybeniz sürekli dolu olsun.
Öykücü