Yaşam Büfesinde “HAIL”

“…İnsanların daha güzel görünmelerine, kendilerini daha iyi hissetmelerine ve hayattan daha çok zevk almalarına yardımcı olmak… Özümün, ailemin sevdiklerimin ve iş arkadaşlarımın daha sağlıklı, daha mutlu ve daha başarılı olmaları için kendilerine yardım etmelerine yardımcı olmak …”

 

27 Eylül Plus 2020 Eylül Bereketi; 2005 den 2020 e 

Merhaba

Çeşme’de Eylül gerçek bir med cezirle başladı. Önce sıcaklık kırk dereceye yaklaştı. Ardından hava karardı. Sanki yağmur yağacak gibi kapandı. Bir gün sonra kasırgaya dönmesinden korktuğum şiddetli bir fırtınaya döndü. Yerin tozu toprağı havaya savruldu. Dün duruldu. Bugün de gerçek bir Eylül güzelliği ile yeniden deniz sefamız başladı. Bu güzelliklere bir de yeğenim Bülo’nun ikinci torunu “Büyük Ailemize” katıldı. Uzun ömürlü olsun. Analı babalı büyüsün. Bahtı açık olsun. Bülo’nun iki kızı var (Kumsal ve İklim). Kumsal’ın ikinci kızı oldu: Ada’ya gelen kardeş Ela. Eylül ayı bizim için bereketli bir ay. İrem’in doğum günü: 27 Eylül. Nezuş’un doğum günü: 14 Eylül ve evlenme günümüz: 19 Eylül. Çatıdaki çeyizleri karıştırırken annemle babamın evlilik cüzdanlarında gördüm; onları da evlenme tarihi: 20 Eylül. Demek ki eylülün bereketli işlere katkısı diğer aylardan bir hayli fazla; en azından bizim için. Peki ya 2020 nin eylülü için ne demeli ?

Henüz Korona için yasaklar kısıtlar yeniden gündeme gelmemiş olsa da doğruluğu kuşkulu bile olsa rakamlar korkutucu. Baharda olduğu gibi “Ne Biliim Kurulu” ndan bir Allah’ın kulu (!) açıklama yapmıyor. Bay Koca da sıkıntılı görüntüsüne rağmen sesini yükselt(e)miyor. Bilmem hangi yöntemle verilerin revize edilmemiş hali bile ürkütücü. Günlük ölüm sayısı elliyi aşıyor; yeni hasta sayısı iyileşeni katlıyor ve fısıltının korku dozu artıyor. Aşı geliştirme konusunda yerleşik kuralların ardına dolanıp süre kısaltılmaya çalışılıyor. Aşıya inancı pek gelişmemiş olan biz bile yetmiş beşinden sonra zatürre aşısı bulmak ve olmak için ilişkileri zorluyoruz. Tüm bunlara rağmen “korkunun eyleme etkisi” Mart ayındaki gibi değil. Artık sosyal mesafe ile konuk kabul ediyoruz. Artık “Sözcü“nün ön sayfasını aramıyoruz. AVMlere gitmesek de gereğinde süper marketlere gidiyoruz. Maske takıp hızla pazarın bir ucundan girip hemen çıksak da pazar alışverişi yapıyoruz. Uzak dursak da denize gidiyoruz ve yolda karşılaştığımız dostlarla sohbet ediyoruz; periyodik olarak ev temizliği için komşumuzun evimize girmesine izin veriyoruz. Evet hâla çocuklarımızla öpüşmüyoruz; Güzelbahçe’de evin bahçesine girerken bile ayakkabılarımızı değiştiriyoruz; ağrısını çekip dişçimize gitmiyoruz; berberde günün ilk sırasını almak için uygun güne razı oluyoruz ama…

Aması şu; korkuyu kanısakdık. Korku, artık korkutmuyor bizi. Bunun anlamı ölüm için “RAW” mıyız ? Hayır, henüz 1/3 ünden fazla değil bu sorunun yanıtı en azından kendi adıma. Hazır mıyım ? Evet, hazırım. Yetkin miyim ? Hayır, değilim. İstekli miyim ? Hayır, değilim. Yaşamayı seviyorum. Yaşamayı hem de keyifle, huzurla, gururla, hissederek ve şükrederek etkili olarak, birlikte yaşamayı seviyorum. Şükür ve şükranla 2005 yılında Urla’nın çimlerinde yere çömelmiş dört kişiydik.

Dervişler gibiydik. Ellerimizi birbirine kenetlemiştik. Hepimiz İzmir Atatürk Lisesi mezunuyduk. Bununla gurur duyuyorduk. Lisemizin marşından bir bölümü koro halinde söylemeden önce kendimizi özel bir biçimde tanıtıyorduk. Yazıma eklediğim kolajın bir bölümündeki bu yaklaşım aradan geçen 15 yılda pek çok güzelliği beraberinde getirecekti. Evlilik ve ilk bebek oluşu tıpkı bize benzeyecekti. Biz de 1965 yılında evlenmiş ve talebe olmama, geliri olmayan bir baba durumuna düşecek olmama rağmen hemen ertesi yıl 1966 da ilk bebeğe sahip olmuştuk. Kerem ve Zeynep için de aynısı oldu. Evlenmenin ertesi yılında ilk bebek İrem dünyaya geldi. Bugün İrem 14 yaşında tam bir genç kız. Güzelliği yanında öylesine sakin, soft ve yüzünden gülümseme eksik olmayan mükemmel bir evlat. ABİDE‘mizin “BE AID” olmasında bence Copcuların “Z Kuşağı“nın erkeklerini yakın/uzak yarınlarda bir araya toplayacak nitelikte, düşünce yapısında tam bir hanım efendi. Yirmi gün sonra yeni bir yıldan yaş alacak ve meziyetlerine yenilerini katacak; hepimize gurur verecek. Allah onun ve ABİDE’mizin yolunu, bahtını açık ve aydınlık etsin; ayağına taş değmesin. Bunları düşünerek penceremize asılı Atatürk’lü bayrağımızı toplayıp 29 Ekime kadar çatıya kaldırırken kitaplığımdan rastgele (ve fakat zihnimin açık penceresinde giren) bir kitabı seçtim.

“Yeni CEO Sensin”

Benden dokuz yaş küçük olan sayın İzzet Karaca‘nın kitabı. Beş yıl önce Bay Baybars ile buluşmak için Barış’la Ankara’ya giderken almışım. Kendisi kariyerinin zirvesindeyken, çok uluslu bir şirketin CEO’su iken planladığından bir yıl önce emekliye ayrılmış ve bu yaşadıklarının öğretilerinde, deneyimlerinden damıttığı bilgilerle bu kitabı yazmış. Yazımın girişindeki mavili kısım Bay Karaca’nın CEO luğunu yaptığı şirketin kurucusu olan Lord Lever‘in on dokuzuncu yüzyıldaki rüyasıymış.  Kırmızılı olansa benim misyonum. Kitaba önsöz yazan Sayın Eczacıbaşı ve Sayın Özilhan’a ek olarak şirketinin CEO su (eski mi yeni mi bilemedim) Bay Paul Polman‘ı görüyorum. Bay Polman’nın 2015 yılında yazdıkları arasındaki VUCA kısaltmasını Korona pandemesini yaşadığımız 2020 yılında HBRBlog yazılarından birinde görmüştüm. Güncel ve yazının yazarına ait sanmıştım. Meğer beş yıl önce kayda geçmiş bir terimmiş (!). “VUCA” nedir ? diye internete sorduğumda 2000 yıllarında ABD ordusu tarafından ortaya konduğunu (https://stratejico.com/vuca-nedir) ve şunları anlattığını öğreniyorum:

Değişkenlik (Volatility): Çevredeki değişikliklerin sıklığı olarak tanımlanabilir. Değişkenlik eğilimi, önceden bilgilendirilmiş ve hazırlanan öngörü mekanizmalarının yokluğuyla hızlı bir uyum sağlamayı gerektirir. Değişken atmosferler, daha iyi beklenti sağlayacak makroekonomik perspektifleri olan dönüştürücü liderleri gerekli kılar.

Belirsizlik (Uncertainty): Geleceği iş açısından görememe olarak tanımlanabilir. Belirsizlik, karar verme yeteneklerini bulanıklaştırarak projelerde ve stratejik planlamalarda gecikmelere neden olur. Risklerin ve fırsatların açıkça tanımlanması ve kontrol edilebilir çözüm yolları, belirsizlikteki ilk önceliklerdir.

Karmaşıklık (Complexity): Şu anda verilerdeki veya durumlardaki nedensellik analizinde güçlük çekiyoruz. İş dünyası liderleri şimdi birbirine bağlı bir sisteme maruz kalıyorlar; hangi faktörün diğerini tetiklediği tahmin etmekte zorluk çekmektedir.

Muğlaklık (Ambiguity): Belirsiz ortamlar, iş liderlerini olayları ve verileri düzgün şekilde yorumlamada zor durumda bırakıyor. Bu kapsamda, veriyi anlamlandırmak yüksek belirsizlikte başarısızlığa uğruyor.

ve yine aynı yere varıyorum: Belirsizliği riske çevirip riski yönetmek. Ve yıllar önce Nazım abinin sekreterinin karşısına oturup da sıramı beklerken sehpanın üstündeki dergideki bir makale: How to live with risk and love it (Riskle Yaşamayı Sevmek). Sevsen de sevmesen de el mecbur… Ya da Nasrettin hoca ile terzi arasındaki atışmada olduğu gibi…

“Hoca eşeğine odun yüklemiş pazara satmaya götürmekte. Bunu gören terzi hocaya sorar: “Hoca eşeğindekiler ne ?”. Hoca safiyetle yanıtlar: “Odun”. Terzi “Ben sana kodum” der. Hocanın canı sıkılır. Ses çıkarmaz. Yoluna devam eder. Akşam üzeri köyüne dönerken yine aynı terzinin önünden geçer. Terzi elinde makas kumaş kesmektedir. Hoca “Terzi elindeki ne ?” der. terzi “Makas” deyince “Ben sana kodum” der. Terzi gülümseyerek “Hocam uymadı ki “der. Hoca istifini bozmaz ve “Uysa da kodum, uymasa da kodum” diyerek yoluna devam eder.

Demem o ki; bugün koronalı günlerde “K Tipi Kriz“in etkisi altında riskle yaşamayı sevsek de sevmesek de korkunun okları bize koyuyor. Bize düşen görev elimizden gelenlerin bir fazlasını yaparak akıl ve beden sağlığımızı koruyacak önlemleri almak, C13 ün içindeki iki hekimi de düşünerek Fethiye’nn teknelerinden Antalya’nın otellerine uzanan süreçteki yaptıklarımızı ve yapmadıklarımızı (ya da yapmamamız gerekenleri) iyi düşünmek zorundayız. “Ben gencim; bana bir şey olmaz” düşüncesini bırakmak gerek. Yapılması gerekenleri, doğru olanları özellikle ABİDE‘nin “ID” si için yapmak gerek. Sibel Karamaraş 4 Eylül tarihli yazısında hangi cesaret türlerine dikkat çekiyor ?(https://hbrturkiye.com/blog/cebimizdeki-gorunmez-sozlukte-cesareti-kesfetmek). Bunlardan biri; Öğrenme cesareti: Latince deyişi sevdim: Sapere Aude! (Bilmeye/bilge olmaya cesaret et!)! S.Covey’in “4L” sinden biri de “L3:Learn / Öğrenmek” idi ve orada öğrenmek bir ihtiyaç olarak tanımlanıyordu.

Sözün özü; Eylül en güzel aylardan biri ve bereketli. Eskiden buğdayların çoğunluğu mutlak kışlık çeşitlerdi. Buğday ekiminin tarla hazırlıkları eylül ekimde başlardı. Yağmur beklenir. Tarla tava gelsin de sürülsün istenirdi. Daha sonra altmışlı yıllarda adına Meksika çeşitleri denenler (hiç unutamadığım beşli: Penjamo, Lerma Rojo, Nadadores, Pitic, Süper X gibi) geliştirilip ülkeye sokulunca buğday ekimleri Ocak ayına kadar kaydı. Mutlak kışlık olanların kış soğuklarından önce ekilmesi ve kış soğuğunda (vernalizayon) gelişimi tamamlaması söz konusuydu. Böylece daha yüksek verim alınırdı. Meksika (aslında Türk gen kaynaklarından) buğdayları ile buğday ekimi fakültatifleşti (farklı koşullara uyumlu oldu). Ama hani bir söz var ya “Tüfek icat oldu mertlik bozuldu“, işte onun gibi Eylülün bereketi gitti; hüznü kaldı geriye. Alpay bile “Eylülde gel” derdi bir zamanlar rahmetli Fecri Ebcioğlu’na inanarak.

Her neyse ! Bizim için 14 üyle, 19 uyla ve asıl önemlisi 27 siyle Eylül en güzel aylardan biri; hele bir de koronasız günlerde öpüşerek koklaşarak kucaklaştığımız günlere bakınca değme keyfime gitsin… Güzel günler olacak diyelim ve gerekli önlemleri alarak sabırla bekleyelim açık ve aydınlık yollarda “yola sağlıkla devam” edenlerle…

Öykücü

NOT: Yazıyı bitirdim. Yayımladım. Sonra geri dönüp baktım ve “HAIL” boşlukta kalmış. Neden yazımın başlığı “HAIL” idi ? Nereden çıktı bu “HAIL” ? Kışın başımıza gökten düşen sert şeyler miydi ? Yoksa hiç ilgisiz bir “Merhaba” mıydı ? Selam ya da selamlamak demek olan HAIL’in akrostik bir açılımı var mıydı ? Soyadının anlamı “Hazine” demek olan İngiliz Julien 2013 yılında Edinburgh’da bir konuşma yapar. Bu konuşmada “İnsanlar bizi neden dinlemez ?” sorusuna yanıt arar. Örüntüleri tanımadan başlayıp kültür ve dil filtreleriyle konuşmayı dinleme gayretimizi ya da dinlenecek nitelikte bir konuşma yapma becerimizi dört sözcükle akrostişleştirir. Bunların baş harflerinden HAIL’i oluşturur. Bunları bulmak da size kalsın. Meraklısı TED konuşmalarına bakar. Kalın sağlıcakla…