Yaşam Büfesinde “Game Over”

“…Gücün var mı? Sevgilim / Derin sularda inci tanesi aramaya / Cesaretin kaldıysa Hala benle aşktan konuşmaya / …/ Söyle canım sevgilim / Hayat bize oyun oynuyor olabilir mi? / Yorgun gibi bir halin var / Duyguların karışık olabilir mi? / …/ Sil baştan başlamak gerek bazen / Hayatı sıfırlamak / Sil baştan sevmek gerek bazen / Her şeyi, unutmak / …/Sanki bugün son günmüş gibi / Dolu dolu yaşamak istiyorum ben / Her ne çıkarsa yoluma / Selam verip yürümek istiyorum ben / …/ Sil baştan başlamak gerek bazen / Hayatı sıfırlamak / Sil baştan sevmek gerek bazen / Her şeyi, unutmak…”

 

Sil baştan başlamak gerek bazen; Pigmalyon Etkisi (Kendini gerçekleştiren kehanet) ve ITO da kahvaltı sohbetinde “dönüşüm”

Merhaba

Uyarılara ve özellikle C13 içinde hekim çocuklarımızın uyarılarına ciddiyetle kulak veriyoruz ve uyuyoruz (uyumak değil uymak; cinsiz tonik dahil). Şanslıyız; hani Almancadaki ünlü söz gibi “glück und unglück” yani “şanssızlık içinde şans” ve esas soru “Nereye kadar ?” Bir süredir olgular beklentilerin dışında, öngörülerin tersine oluşuyordu. Otorite sürekli olarak olmayan dövizi satıyor ve hem dövizi hem de faizi düşürüyordu. Ege bey gibi, Murat kardeşimiz gibi ve belki de Erol bey gibi konu uzmanları buna kuşkuyla bakıyorlar ve “çok değil yakın zamanda ellerinde patlayacak” diyorlardı. Bu arada Borsa da yüzyirmibinleri aşıyordu. Okyanus ötesinin tehditleri, S400 açmazı, ısıtılıp ısıtılıp sofraya sunulan yaptırımlar, Suriye’den Libya’ya uzanan savaş senaryoları ile gündem İstanbul’un kanalından, katar katar katarlanan tank fabrikasının gidişine ya da kanal yanı sayfiyelik arsaların kapışılmasıyla aklımız meşgul edilirken Çin’den yayılan virüs her şeyi allak bullak etti. Borsa %20 düştü; seksenbinlere çakıldı. Dolar %10 yükseldi, 6,5 TL nı aştı. Bereket petrolün varili 27 $ a kadar düştü de benzin istasyonlarında damping var (hoş benzin alacak kişiler evde saklanıyor; ben yarın kalorifer için biraz daha mazot alsam iyi olacak). Şimdi ne otoritenin uçaklarından, ne saraylarının oda sayısından ne de yandaşların gemiciklerinden söz etmiyoruz. Hele hele MEZE Dörtlüsü kasasıyla, kutusuyla ve kolundaki saatiyle unutuldu gitti. Yılmaz yazmasa hapisteki Barış’laı bile unutacağız kendi derdimizin olası korkularına kapılınca. Virüsle yatıp virüsle kalkıyoruz. Kağıtta beş gün bile kalsa sanal ortamda gazete okumak yerine izole olduğumuz evimizden, bahçemizden yine de Sözcü alıp geliyorum. Şimdi eskisinden on kat fazla sabun kullanıyorum. Ada yürüyüşümüzü yapıyoruz ve denizin en temiz yerinden, Adanın ucundaki kayalık kısımdan çizmelerimi giyip deniz suyu koyuyorum şişeye ve içine bir kaşık da yemek sodası atıyorum. Bakkaldan gelince ya da laf aramızda Reisdere pazarından kimseyle temas etmeden (2 m den yakın durmadan) soğan, patates alıp geldikten sonra günde en az (ve daha fazla yapıp da boğazı tahriş etmekten korkarak) üç defa gargara yapıyorum(z). Bu gargaradan sonra yaklaşık bir saat hiçbir şey yiyip içmiyorum(z) ki denizin tuzu ile soda boğaza yapışıp kalsın. Kaldı ki ben bunu Coronasız günlerde de mevsim geçişlerinde hep yaşadığım hafif boğaz enfeksiyonlarını hissettiğimde yıllardır hep yapıyorum. Böylece ne boğaz pastili ne de spreyi kullanmam gerekmiyor.

Bu arada önceki yazılarıma eklediğim “Yeşil Şifa” ile görselleştirdiğim maydenoz, nane ve zencefil esaslı yeşil suyu ve posasını da her gün kahvaltının ilk içeceği olarak hazırlamaktan keyif alıyorum. İki günlük zencefil kaldı. Migros’a gidip alsam diyorum “evden çıkma” uyarısı yüksek sesle kulaklarımda çınlıyor. Keşke yakın yarınlarda tüm sorunlar zencefilli ya da zencefilsiz olsun gibi seçenekler içinde önümüze çıksa…Eve kapanma günlerinde ve hatta ondan önceki emeklilikte evde “İki Başına Keyifle Yaşama” günlerinde (son 11 yıl) bulaşık yıkamayı özellikle istiyorum ve yine laf aramızda seviyorum. “Hadi canım sen de !” demeyin lütfen açıklayacağım.

Ben bulaşık yıkamayı neden seviyorum ? Birkaç neden sayabilirim. Kimilerine göre bu nedenler kabul görmeyebilir ve özellikle de C13 için de “İkinci derece olarak saydıklarım birinci olarak değerlendirilebilir”. Fark eder mi ? Hayır. Hemen her bulaşığa başladığımda Nezuş “Ben gelip çalkalamaya, durulamaya yardım edeyim mi ?” der ve yanıtım net “Hayır” olur. Ya da çoğu zaman “Neden makineye koymuyorsun ?” der. Ben de “Ya sabır !” çekerim hep aynı soruya aynı yanıtı vermekten sıkılınca. Neden bulaşık yıkama görevimi gönüllü olarak üstleniyorum ?

Öncelikle bulaşık yıkarken düşünme şansım oluyor. Günü düşünüyorum. Günün öncül ve ardılını, neler olduğunu ve nelerin beni (bizi) beklediğini akan suya, köpüren suya, suyun sesine bakarak odaklı olarak düşünüyorum. Ve hemen bu düşüncenin yanında kendime “şimdi düşüncelere dalıp giderken dikkat et bir şeyleri kıracaksın” diye bir uyarı geliyor içimden ve bu uyarıyla bu kez “Acaba hangisi kırılırsa daha çok üzülürüm ?” düşüncesi öne çıkıyor ve elimdekileri buna göre gruplandırıyorum. Geçen gün (Coronodan çok önce) bir büyük alış veriş merkezinde çok güzel, ince, zarif, hafif, el yapımı kahvaltı için saplı ve büyücek bir bardak gördüm. Etiketine baktım 9.99TL idi ve buna değer diye düşünüp iki tane aldım. Kasaya geldiğimde meğer tanesi 9.99 değil, 19.99 muş. Kısa bir tereddüt yaşadım satın almaktan vazgeçip geçmemek konusunda ve aldım. Şimdi her sabah kahvaltı bulaşıklarını yıkarken bu iki bardağı “Aman kırılmasın” diye ilk önce yıkayıp özenle bulaşıklığın özel bir yerinde kurumaya bırakıyorum. Demek ki “Altı Sigma” düşüncesi ile “Fire ve Kayıpları Azaltmak” konusunu bulaşık yıkarken yaşama aktarıyorum.

Bulaşık yıkarken bazen mırıldanarak bazen de sesimi yükselterek güne başlama şarkı ve türkülerimi söylüyorum. Her türkü veya şarkıda neden onu seçtiğimin anıları da beraberinde geliyor. Çoklukla hep aynı dört beş şarkı türkü oluyor dilimde. İlk olarak “seni kırda görmüşler, saçına tel örmüşler, yedi yıl düşünmüşler, bana layık görmüşler” diye başlıyorum. Ve duruyorum ve kendime soruyorum: Yedi yıl mıydı ? Yoksa yedi gün müydü ?” Fark eder mi ? Etmez ama takıntı bu. Bu şarkı Duru için. Çünkü çocukluğunun ilk evrelerinde (4/5 yaş) mutfakta beraberken Duru da bana eşlik ederdi bu şarkıya ya da bazen tek başına kaldığında da bunu mırıldanırdı. Demek ki iz bırakmışım (L4:Leave A Legacy) diye mutlu olurdum (hâla da oluyorum). Bunu söyler söylemez “aman haksızlık olmasın” diye düşünüp Duru’nun ablası İrem için aynı yaşlarda söylediğim türküye gelir sıra: “Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar“. Buradan Erzurum’a uzanır yolum ve sevgili arkadaşım rahmetli Aydın Erten‘le geçen on sekiz ayın son günlerinde Allahü Ekber Dağlarında yaptığımız “Ordugah“ı anımsarım. Sevgili Aydın bir grup arkadaşıyla birlikte otorite subayları ürküten dönemin siyasetini hırsızlıkla suçlayan bir türkü vardı dillerinde: “Sevda yüklü kervanlar senin kapından geçer“i revize edip “Altın yüklü kervanlar” diye söylerlerdi. Bunlar “12 Eylülün Ayak Sesleri” idi. Bundan ürken otorite onları bir ay önceden terhis etmişti ve benim gibi kurallara uyanları son güne kadar tutmuşlardı. Daha sonra yıllar öncesine giderim. “A Fadimem hadi senle kaçalım / Beyce pazarına dükkan açalım…” Beyce Soma’nın (!) büyücek bir köyü ve rahmetli annemle gittiğimi anımsarım hayal meyal. Böyle sürer gider bulaşık yıkamak ve keyfim yerindedir.

Diğer taraftan bulaşıkları yıkamaya başlamadan hemen önce yıkama sırası için gözümde (ve bazen elimde) gruplandırıyorum. Bu gruplamadan beklentim kurutma kısmına doğru bir şekilde sıralayabilmek. Her ne kadar çevre korumacılar ve bulaşık makinesi ve deterjanı satıcıları kirli bulaşıkları durulamadan makineye koy deseler de ben bulaşıkları özellikle fiziksel atıklarından temizlemek için mutlaka duruluyorum. Durulama suyunu ya çeşmeyi en az açarak ya da lavaboda mevcut suyu kullanarak tasarruf ediyorum. Ben bulaşık yıkarken çeşme hiçbir zaman sürekli akmıyor; çok açık olmuyor. Böylece bulaşık yıkamayı özellikle istememenin nedeni bizim evdeki herkesten daha çok su tasarrufu yaptığım içindir. Bunu kesinlikle iddia ederim ve ispat ederim (bu sözlerin aynısını 1998 yılında Malatya’da baraj gölünün kenarında Dilek’te Atmalı Aşiretinden Gedik Ailesinin en küçük oğlu söylemişti Kayısıda Monilya hastalığına karşı yaptığımız demonun sonucunda CRS ilacının sağladığı verim artışını görünce –ki video kayıtlarında aynen vardır. Çeşme’deki 2020 yılının Coronalı günlerinden 22 yıl önce Malatya’nın kayısı bahçelerine gittim. Bu da bulaşık yıkamanın faydalı yan ürünlerinden biri benim için, anıları her daim canlı tutuyor). Böylece durulama yapınca daha az deterjanla daha temiz bulaşık yıkamış oluyorum. Bu da ikinci fayda: Deterjandan tasarruf. Bu kadar mı ? Hayır. Asıl benim için önemli olan bulaşık yıkamayı bir oyun haline getiriyorum. Kurduğum oyunun temelinde “Mikadonun Çöpleri” yatıyor.

Mikadonun Çöpleri nedir ?

Mikadonun Çöplerini bilir misiniz ? Japon kökenli bir dikkat ve konsantrasyon oyunudur ve özellikle Coronalı günlerde evde oynanması tavsiye edilir (benim tarafımdan). Yıllar önce (sanki altmışlı yıllardı) bir tiyatro oyununda duymuştum “Mikadonun Çöpleri”ni ve aklımda kalan kadarıyla park cezasına itiraz eden adam oyunun sonunda idam edilmişti. Demek ki “taşlar yerinden oynamaya görsün”. Ortalık toz duman olunca, bireysel panikler ülkesel güç gösterilerine dönünce fareler gemiyi terk etmeye başlayınca ve bir ses yukarılardan “Game Over” diye haykırınca kim öle kim kala… Henüz ufukta böyle bir olasılık yok gibi ise de sen sen ol düşün ve işte tam bu noktada Dale Carnegie’in bir sözünü anımsıyorum. Buna “Üç Adım Teorisi” demiş (ya da ben uydurmuşum doksanların ortasında özel sektör satış yönetimi sorumluluğunu alınca): “Düşün; onu kabul et ve Allah’a dua et !” Gelelim bulaşık yıkamaya ve Mikadonun Çöplerine. Benim için bulaşık yıkarken keyif aldığım, kendimi sorguladığım ve “hırsız, polis, sopacı” diye çocukluğumda oynadığım oyundaki gibi kendi kendimi yargıladığım duruma. Grupladığım bulaşıkları deterjanlayıp da lavabonun içine koyarken öyle bir sıralama ve yerleştirme yapmaya çalışıyorum ki durulama için birini aldığımda diğeri yerinden oynamasın, ses çıkmasın ve bir diğerinin hareket etmesine neden olmasın.

Yeterince açık oldu mu bilmiyorum. Böylece gerek yerleştirmede ve gerekse alıp durulamada elime aldığım nesne (çatal, kaşık, bardak, tabak vb) lavaboda kalan nesnelerin hiçbirini hareket ettirmesin ve ses çıkarmasın. Demek ki bulaşık yıkarken “Farkındalığımı” geliştiriyorum. Böylece hangi nesneye öncelik vereyim sorusu için daha fazla seçenek olduğunu görüyorum; daha doğru seçim yapıyorum ve daha iyi sonuçlar alıyorum (son günlerde bulaşıkta fire oranım sıfır elim çoklukla hedefe dosdoğru gitmeyi beceremese de). Buna göre kaç nesneyi sessiz sedasız lavabodan alıp bulaşıklığa koyduğumu sayısal olarak ölçüp kendimi “doğru seçim” açısından değerlendiriyorum. Neden bu denli önemli benim için ? En basitinden yaptığım işe keyif katmak için, keyifle iş yaparken ekonomik olmak için ve olası elden düşürmeleri, kırılmaları, fireleri (ki yetmiş beşinden sonra olasılıklar fazla) işe odaklı olarak minimize etmek için on dakikalık sürede bunları yazacak materyal üretebilmek için benim için önemli. Hep söylediğim gibi “Ya sevdiğin işi yap, ya da yaptığın işi sev” (sana Polyanna deseler bile). Diğer bir deyişle bulaşık yıkamayı seviyorum. Hele bu günlerde ellerimi daha fazla yıkama olanağı verdiği için kimse kusura bakmasın bulaşık yıkama işini hiç kimseye veremem. Kerem’in iki yaşında dediği gibi “Yok öyle lava !”.

Biz Çeşme’de kalorifer, şömine, klima, elektrik sobası, jeneratör, arıtma, güneş enerjisi, kendi kuyumuz, Netflix ve TiviBu destekli vb ekstra olanaklarla Coronalı günleri sabırla (ve keyif katmaya çalışarak) geçirirken gözümüz, aklımız C13 için geride değil Biraz önce Çeşme limanındaki bir görevlide Corona testi pozitif çıkmış. Demek ki yakınlarımızda. Şimdi daha dikkatli olacağız. Eren de tam zamanında İstanbul’dan Sabancı’dan evine döndü çok şükür. Bugün sadece ailemizin koruyucu kalkanı hekim oğlumuz Eray muayenehanesini kapatmış olsa da; kamu görevlisi hekim kızımız Özgen’in her gün hastaneye gidiş gelişinden endişelerimiz yüksek ve sağlığı için daha bir fazla dua ediyoruz. Barış tam zamanında, Corona önlemleri alınmadan hemen önce Hollanda’dan salimen Türkiye’ye geldi ve Ümitgiller Nato’lu Malçik’le birlikte Kemalpaşa’da dağ evlerinde kendilerini izole ettiler. Keremgiller İzmir’de de olsa “İzmir Evleri”nin müstakil yapısı içinde sanal ortamın ekstralarıyla iş ve özel yaşamı dengeleyip salimen yollarına devam ediyorlar. Şimdi anlıyorum ki “Z Kuşağı” nın sanal ortam tutkusu günün zorlu koşullarında bir şans (glück und unglück) ve biz hepimiz “Artırılmış Gerçeklik” veya “Siber Fiziksel Sistemler” ile ve hatta “Nesnelerin Interneti (IoT)” ile bu günlere her zamankinden fazla hazırlıklıymışız. Şükür ve şükran doluyuz. Şikayet etmeye hakkımız yok. Peki ya ülkemin esas çoğunluğu ! Allah yardımcıları olsun. Bunlar da geçecek. Haklı (ya da haksız) yaratılan (ya da yaşanan) bu Coronalı günlerin etkisinde “Hangi israflardan kurtulduğumuzu, safraları nasıl attığımızı, kaynak kullanımını nasıl opitimize ettiğimizi özetle yaşamı nasıl sadeleştirdiğimiz anlayıp ders alacağız” ve umuyorum ki “Game Over” dediğinde yaşamın otoritesi (!) “sil baştan başlayıp (basü badel mevt), hayatı sıfırlamada ustalaşacağız”.

Sağlık ve esenlik dileklerimle yolumuz açık ve aydınlık olsun.

 

Öykücü