“…Cemaata yaptığım bir konuşma sırasında Hitler’den kötü bir lider olarak söz etmiştim. Daha sözümü yeni bitirmiştim ki izleyicilerden biri karşı çıkmak için ayağa kalktı ve şöyle dedi : “Hitler, ahlaki anlamda “kötü”yle kastedilen biçimde “kötü” olabilir. Ancak son derece etkili olması anlamında iyi bir liderdi“. Adam haklıydı…Çoğu insan çoğu zaman akılcı davranır. Hitler Almanya’sında seyirciler kötü davrandılar; çünkü ya Nazi gündemiyle herhangi bir sorunları yoktu ya da direnmenin bedelinin hiçbir şey yapmamanın bedelinden çok daha ağır olacağını hesaplamaktaydılar. Kötülük edenler, kötü davrandılar; çünkü onlara öyle davranmaları söylenmişti. Yardakçılar da kötü davrandılar; çünkü istedikleri kötü davranmaktı. Yardakçılar kendilerini lidere öyle adamışlardı ki onun arzusunu harfiyen gerçekleştirmek gereken bir buyruk olarak algılıyorlardı…Liderlik endüstrisinin benim yıllar önce “Hitler’in Hayaleti” diye adlandırdığım bir sorunu vardır (*)...”
(*):Barbara Kellerman, 1999: Hitler’s Ghost: A Manifesto. Burns Academy of Leadership.
Merhaba
Sessizdim daha bir sessizliğe büründüm. Dün gecenin bir vaktinde Çeşme’ye doğru yola çıktığımda arabamın farlarını bile yakmadığımı zor anladım. Arkadan gelen aracın sellektör yapması, yürüyüşe çıkmış olanların bana şaşkın şaşkın bakmaları bile yetmedi hatamı anlamaya ta ki cep telefonundan hatamı bildiren uyarıyı aldığımda. Bu dalgınlıkla gecenin ilerleyen saatlerinde Çeşme otoyolunda aklımı baskı altına alıp “sen bu gece 120 km/saat hızı pek geçmesen iyi olur” uyarısına gerçekten kulak verdim. Biraz zor olsa da…
Gezi Parkı’ndaki sessizlik; Kordonboyundaki küçük çadırlar; Başbakanın grubuna konuşmasındaki zor maskelediği “kibir ve öfkesi”; tava tencere çalarak, gecenin bir vaktinde buluşup şölen gibi yola çıkıp meydanlarda sakince toplanmak; Olmayan muhalefetin beni bunaltan boşluğu; sarılmak için yılan bile arar oluşum ve bu sabah Hürriyet Gazetesinin Ege ekindeki iki AK partili mebusun cılız da çıksa “Aman abicim ne olur…” benzeri sözcükleri… karmaşık duygularla beni önce çatıya çıkardı ve raflardaki kitaplarıma şöyle bir baktım. İzin verdim yüreğime “sen seç” dedim ve Harvard İş Okulu Kitapları (Harvard Business Review /HBR) serisinden bir kitabı alıp indim aşağıya.
Kitap mı gazete mi ?
Neden böyle bir seçim olsun ki ? Hem kitap hem gazete dedim ve bu yazımı dünü ait kitabın örneklerle öğretisini bugüne ait gazetenin olaylarla öğretisini buluşturmak istedim. Kendime kızsam da son zamanlarda sevmekten korkar olduğum bir gruba daha çok değer verdiğimi görüyorum ve bunu yakın çevreme söylemekten de çekiniyorum. Çünkü daha düne kadar onlara da karşıydım yakıp yıkarak çözüm sürecini dayattıkları için. Bugün Gandhi’ nin “Pasif Direniş”ine benzer yaklaşımlarıyla “Gezi Parkı” için daha bir fazla korkum var içimde “Gençleri Harcayacaklar” diye. Endişeliyim. Kaygılıyım. Çünkü “Kötü Liderlik” işliyor ve de yedi ölümcül günahın en etkili olan “Kibir, Açgözlülük ve Öfke” tohumlarıyla. Bu nedenle SSÖ benzer gerçekten milletin vekili olan “mebus” gibi adama bakıp da sabah kahvaltısını etmeden yola çıkmayan, saat ondan önce gelmeyen, geldiğinde ne için geldiğini bilmeyen “etkisiz, lidersiz” grupla kıyaslama yaptığımda daha bir fazla kahroluyorum.
Şöyle bir genelinde hepsine bakıyorum ve en yaşlı liderimizin çağın gerisinde kalan ve kavga odaklı liderliğinde bir “fayda” bulamıyorum. Doğu odaklı ve genç başkanlı grubun liderine empati duyamadan kırmızı ince çizgiyi aşıp sempati duymaya başladığımı ve bundan korkmakta olduğumu da hissediyorum. Ana muhalefetin yerli Gandhi’sinde “Liderliğin Üç Temel Kriteri” adına beklentilerimi göremiyorum. Diğer taraftan sinirlerim gerilse de, kıskanarak “Kibirli, öfkeli ve açgözlü Lider”i lider yapan üç temel özelliğin hepsinin fazlasıyla olduğunu görüyorum. Onu lider yapan,
- Bir hedefi var (başkanlık, padişahlık gibi).
- Bu hedefe ulaşmak için bir stratejisi var ve
- Bu hedefe inanan ve bu strateji ile bu hedefe ulaşılacağına inanan takipçileri var.
Daha ne ister böyle bir lider ? Allah yardımcımız olsun.
Yazımın girişindeki anlatımı HBR dan Barbara Kellerman’ın “Kötü Liderlik (Bad Leadership)” isimli kitabının satır aralarından cımbızladım. Kitabı 27 Ekim 2011 de Karşıyaka İş Bankasının yanındaki bankanın kitap satış yerinden almıştım. Aynı zamanda İrem’e de iki kitap almıştım. O tarih ablamın vefatından yaklaşık on gün sonraydı. Hüzünden birazcık uzaklaşabilmek için Eskişehir turuna katılmak üzereydik. Kitabın ilk sayfasına şu notları düşmüşüm:
“… İlginç ! Ben raflara baktım; biraz okudum ve ruhumun arayışında bu kitabı seçtim. Dört gün sonra Capital’in Kasım sayısında bu kitap öne çekilip tanıtılıyordu. Orijinal baskısından yedi yıl sonra benim satın almam ve medyada gündeme düşmesi nasıl bir ardışık buluşmadır ki…”
Gelelim gazeteye…Aynen buraya alacağım.
“… Şortunla Gezi’ye gitsen çapulcu olursun” başlığı altında verilen bu sözler daha bu başlıkla beni yüreğimden vuruyor; içimden ağlamak geliyor. Onları kıskanıyorum. Devam ediyor,
“… Gezi Parkı eylemlerine karşı Başbakanın hâla öfke dilini kullandığını belirterek “Benim naçizane tavsiyem, kaşıntıyı bırak. Başbakan olarak şortunuzu, tişortunuzu giyip Gezi Parkı’na gidin. Gece orada kalırsanız, sabaha çapulcu olarak uyanmazsanız, birşey bilmiyorum. Oradaki özgürlükçü ortam sizi de etkileyecek”. dedi ve partisinin grup toplantısında şunları söyledi: “Siz ODUN GÖRÜRSÜNÜZ…
Yıllardır yaptıklarınız Gezi Parkı’nda bir ağaç şahsında dışa vurmuştur. İnsanların kişiliklerine bu kadar egemen, üstten bakış açınız bu isyanın nedenidir. Tabii siz ağaca bakınca sadece odun görüyor olabilirsiniz. Ama Gezi Parkı’ndaki insanlar ağacın dallarında yapraklarının arasında özgürlük aramışlardır; o ağaca baktıklarında özgürlük görmüşlerdir. Öyle üç beş çapulcu diye küçümseyemezsiniz. Kaldı ki ülkenin bir tek çapulcu tarafından yönetilmesindense 3-5 çapulcu tarafından yönetilmesi daha demokratiktir…” ve “BİRA YA DA ZEMZEM SIKSAN” alt başlığı ile konuşma devam ediyor.
“… Gençleri alkolden uzak tutacağız ayağına gaz bağımlısı yaptınız. Yakında gece ondan sonra gazı da yasaklarlar. Meseleyi “gençler alkol istiyor” diye saptırmayın. Siz panzerlerinizden fıçı bira da sıksanız, zemzem de sıksanız bu bu özgürlük arayışını artık durdurmazsınız. İtiraz eden, sorgulayan, boyun eğmeyen gençlere saygı duymanız lazım. Böylesine eğitim sistemi içinde bir çapulcu kolay yetişmiyor, bunun kıymetini bilmemiz lazım. Korkmamız gereken şey hiçbir baskıya ses çıkarmayan, boyun büken, diz çöken gençliktir…” Helal olsun. Onu yüzündeki sevimlilikten seviyordum (sevmekten korksam da) ve uyarıyor (inşallah sazı sokmak gerekmeyecektir anlaması gerekenlerin anlamaları için)
“… Bugün zavallı devlet, zavallı hükümet konumuna düştünüz. Geri dönüp baktığınızda pişman olmak istemiyorsanız yarından itibaren demokratik adımlar atmalısınız. Gün gelir iktidarınız biter, gün gelir o özel mahkemeler sizi yargılamaya kalkar. Olmaz demeyin geçmişte yaşanmıştır. Müzakerelerde kritik bir aşamaya geldik…”
Afyon’da toplanmıştık (Haziran 1998). Lider görünümden mutlu değildi. Hedeflerin yükseltilmesini, hırsın artırılmasını istiyordu. Grup, liderin isteğine önem verip gerçekçi senaryolarla yeni hedefler belirliyordu. Vakit gece yarısını aşmıştı. Kestirimler derlenip toplandı. Sonuç eskisinden daha kötüydü. “Alın çantanızı gidin” deme gafletinde bulundu lider. Sonra aklı başına gelip dondurmayla herkesin gönlünü almaya çalıştı gün yeri ağarmaya başlarken. Bu anı beni “Hitler’in Hayaleti” anlatımında, güncel medyada taraf olmadığım ama önem verdiğim muhalefet liderinin sözlerinin etkisi altında elimdeki kitabın 36 ncı sayfasındaki bir kavrama götürdü:
“Işığa bakmak ve karanlıkta görmek arasında bir denge kurabilmek” ki bunu da kötü liderlikten iyi liderliğe geçmek için herhangi bir umudumuz varsa… diye istiyor Bayan Barbara.
“Kapı gibi yanınızdayız” demek, ne demek ?
Hani yukarıda yazdım ya “yılana sarılmak” düzeyinde çaresizce arayışlarımda yıllardır yer alan ve İzmir’li olmakla yine tek seçeneğim görülen ana muhalefetin (bence o da kötü bir lider) aynı gazetedeki sözlerine bakıyorum da; mecliste onlarla çözüm arayışı umutlarım zayıflıyor. “Gençlerin kapı gibi yanındayız” manşeti bana laf-ı güzaf (boş laf) tan başka bir şey anlatmayan eski bir kalıp. Hocası kimse ona yanlış yaptırıyor. Hoş ona “sen niye Gezi Parkı’nda değilsin ?” diye sormak bile geçmiyor içimden. Çünkü bence Gezi Parkı’ndaki o gençler böylesi silik bir politik çehreyi aralarına alırlar mıydı ? kuşkularım var. Çok yazık. Şimdi sorsam o gençlerden birine “Biri sizin yanınızda kapı gibi duruyorum” dese siz bundan ne anlarsınız ?” Ne işe yarar yanımda duran kapı ? Kaçmak için mi ? Girmek için mi ? Lafa bak ! Yanımda kapı gibi durduğunu söyleyen, söylemden öteye geçmeyen, eriyip gitmekte olan, çağın gerisindeki bir zihniyetin böylesi bir oluşuma ne faydası olur ki ! Yanımda kapı gibi duracağına orada tüm dünyaya açılan, uydu yayınıyla gençlerin gerçek sesini tüm dünyaya, tarafsızca duyurmaya yardımcı olan bir mobil teknoloji odağı kursaydın ya ! Azıcık olsun işe yarasan; zaman ve zemine uygun bir farklı eylem yapsan ! Desteğini ve inancını politik, kısır çıkarlarından sıyırıp, grubunun genç bilişim uzmanlarını oraya toplayıp bir katkın olsaydı ya böylesi beylik, zamanı geçmiş, etkisiz ve anlamsız sözler söylemek kolaycılığı yerine. Nerede sende o yürek… Ve bence bu gidişle korkarım ki Gezi Parkı’ndan da bizim “Kibirli Lider” yine kazançlı çıkacak.
Barbara Kellerman kimdir ?
Beş yıl önceki bilgilere göre; Harvard Ünüversitesi, J.F.Kennedy Kamu Yönetimi Fakültesi, Kamu Liderliği Merkezi araştırma direktörüdür. Bayan Kellerman çeşitli kurum ve üniversitelerde ders vermiştir. Yüksek lisansını Rusya’da Doğu Avrupa Araştırmaları alanında, doktorasını ise Yale Üniversitesi’ nde Siyaset Bilimi dalında yapmıştır. Çeşitli dergilerin yayın kuruluşlarında görev yapmaktadır. Liderlikle ilgili çok sayıda kitap yazmıştır. New York Times, Washington Post, Los Angeles Times ve Boston Globe gibi dergi ve gazetelerde makale ve yazıları yayımlanmaktadır.
Kitabın “Giriş” bölümüne W.B.Yeats’ın şu dizeleriyle başlamaktadır:
“Besledik yüreği hayallerle,
Bunun için acımasızdır 0.”
ve de 7 kötü liderlik örneğine ait “Kötü Yönetmek” bölümüne geçerken de şu sözleri en öne çıkarmıştır:
“İnsan, kendi ördüğü anlam ağlarına asılı kalmış bir hayvandır (C.Geertz)”
Kötü liderlik türleri nelerdir ?
Sorusuna kısa yanıt vererek yazımı bitirmek istiyorum:
1.Yetersiz Liderlik : “… Lider ve en azından bazı yandaşları etkili eylem sürdürme iradesi ve yeteneğinden (ya da her ikisinden birden) yoksundur. En azından bir önemli liderlik sınamasından olumlu bir değişiklik yaratamazlar…” İşte tam da ana muhalefet partisini anlatıyor bana. Çok yazık !
2.Bağnaz: Lider ve en azından bazı yandaşları inatçı ve ödün vermez kişilerdir. Yeterli olsalar bile, yeni fikirlere, yeni bilgilere ya da değişen durumlara ayak uydurmaya gönülsüz ya da yeteneksizdirler. Bence bizimkinde her ikisi de fazlasıyla var. Alt yapısı yetersiz. Çevresi kendisinden farksız. Salı günleri bile tribüne oynuyor ve hep mitingle geçen yaşamında “müzakere” ye, doğru yolu bulmak için dost sözlerine ayıracak zamanı da yok hevesi de. Niyet ve zihniyeti çok net ve ne yazık ki gidiş pek hayre alamet değil. Allah encamımızı hayreylesin.
Henüz bitmedi ve yazmaya ara vermek zorundayım. Ertesi gün, bugün (13.06.2013) devam ediyorum. Ancak ruhumda düne benzer bir yoğunlaşma hissetmiyorum. Ben en iyisi “Kötü Liderlik” kitabının diğer beş modeline değinmekle yeniden başlamış olayım.
3.Taşkın: Lider kendini kontrol etmekten acizdir; etkili bir şekilde müdahale etme gücünden yoksun ya da buna gönülsüz yandaşlarından yardım ya da teşvik görür.
Buna örnek gösterilen Amerikan senatörü Gary Hart’ın öyküsündeki şu kısa pasaja bakınca bakalım siz neler hissedeceksiniz ?
“… 1987 yılında Hart, kişisel davranışlarından kuşkulanan gazetecilere, kendisini izlemelerini söyledi : “Umurumda değil. Eğer birileri bana kulp takmaya çalışıyorsa, hodri meydan !” Hart’ın umut vadeden başkanlık adaylığını darağacında asan ilmek , işte bu sözleri oldu…” İster Amerika ister Türkiye ve aradan geçen 26 seneye rağmen değişen bir şey yok. Ders olmuyor. Başkalarının hatalarından ders almak aslında en etkili ve oldukça maliyeti düşük bir öğrenme yolu olmasına rağmen bizimki ille de ben de aynı hataları yapacağım, ben de öyle olacağım diyor. Hem taşkın, hem öfkeli, hem kibirli ve de bağnaz.
Taşkın modelli kötü liderlik örneği olan kişinin karısı bir televizyon programında muhabirin sorduğu soruyu ustaca geçiştirmek yerine açıkça şöyle demeyi yeğlemiş ve bundan hiç gocunmamıştı:
“… Kocam dürüst bir adam, mağrur biridir ve zaten siz de öyle olmasını beklersiniz. Öyle olmaya hakkı vardır. Mağrurluğu karizmasına uygundur. Onda sokaktan gelmenin cakası vardır…” Vay canına bizimkinin eşi için de böyle bir fırsat çıksaydı ve geleneklerimiz ve onların kuralları kadının konuşmasına yeterince açık olsaydı bence aynısı söylerdi. Buna bakınca Taşkın Kötü Lider yerine en yakınındaki yandaşına daha çok kabahat buluyorum. Adama yazık oluyor. Gaza geliyor ve taşkınlığı artarak sürüyor.
4.Duygusuz: Lider ve en azından bazı yandaşları duyarsız ya da kabadır. Grup ya da örgüt üyelerinin çoğunun özellikle de astların gereksinimlerini, isteklerini ve arzularını yok sayarlar ya da bunlara aldırış etmezler. Bu tanımı burada olduğu gibi bırakıyorum ve bizimki adına bir şey eklemek istemiyorum. Allah en azından çevresinde dudaklarını kemirip de gıkları çıkmayanlara sabır versin. Onların işi benden de zor; tıpkı doksanlı yılların başında, CINOS evrelerinin ilkinin son anlarındaki gibi. Satışın bölgesel liderinin karakteristikleri bana çok tersti. Kişilere güvensiz ve olumsuz odaklıydı. SSTC Ustalık yolculuğuna 1987 de Yalova’da birlikte katılmış isek de zerre kadar nasibini almamıştı yaşam becerilerini geliştirmek, yönetimde işleri kolaylaştırmak adına. Grubu bölüp parçalamayı, elinde kırbaçla, hart hurt etmeyi ve hatta eşinin nöbetinde hastane duvarının köşesinde neler oluyor acep diye izlemeyi bile uygulamaya koymuştu. Benim onunla birlikte geçen günün sekiz saatine dayanmam elbette güçtü. Ancak ona, kendisine açıkça söylediğim gibi, onun işi benden de zordu. Çünkü o kendisine 7/24 dayanmak, sabretmek zorundaydı. Sanırım CINOS’un ikinci evresinde rakibe geçip iş doyumunu artırınca ve daha sonra üçüncü aşamada devre dışı kalıp kendi işini kurunca “ateşin yaktığını ve taşın sert olduğunu” daha iyi anlayıp kendine çeki düzen verdi ki son Adana görüşmemizde yüzü gülüyordu. Değişmişti. Allah bizimkine de nasip eder inşallah ve ciddi sağlık sorunları yaşadığı şu sıkıntılı günlerde Allah ona da acır ve yüzüne bir nebze olsun mutluluk ışığı yansıtır ve bugünlerde en azından gezi Parkı gençlerinin kaygılarını giderecek bir aydınlık bakış sergileyebilir diye onun için de dua eder oldum.
5.Ahlaksız: Lider ve en azından bazı yandaşları, yalan söyler, aldatır ve hırsızlık yapar. Kendi çıkarlarını, olağanı aşan ölçüde, kamu çıkarlarının önünde tutar. Hemen aklıma “keriz feneri” davası ve baş sanıklarından birinin alenen en etkili yerlerden birinde ısrarla, yüzsüzce yer alması ve bunun grubunca savunulması düşüyor. Dudaklarımdaki acı gülümsemeye dur diyemiyorum. Yine de bayan Kellerman bu modeli tanımlarken “olağanı aşan ölçüde” diye bir niteleme, nicelleme, bir ölçüt eklemek gereğini hissetmiş ki aklıma o kısa fıkra geldi:
“… Meyhaneden çıkan adamı polis durdurur ve “Sen sarhoşsun” der. Adam gülümser ve “meyhaneden geldiğimi görüyorsun, oraya içmeye gittim; mevlut okumaya değil ki…” der…” İşte bu fıkrada olduğu gibi siyasete giren ve kötü liderlik modellerinden birini seçen kişinin (ve belki de iyi olanların bile) bir dereceye kadar kişisel çıkarlarını önde tutmaları doğal karşılanıyor. Bu durumda bizim yerli Gandhi örneğinin gözüme neden bu denli etkisiz göründüğünün zihnimdeki arka planını şimdi daha iyi anlıyorum.
Bugün iktidarın yandaşı gibi olduğu için ve bana hep aynı grubu çağrıştırdığı için “Ahlaksız Kötü Lider” modeli ile “Keriz Feneri” etkileşimi yüreğimi serbest bırakmadığı için Kellerman’ın kitabından bir paragraf alıntının duygularıma tercüman olmasını istiyorum:
“… Kâr amacı gütmeyen örgütlerin, özellikle de hayır kurumlarının liderlerinin, kâr amaçlı şirketlerin başındaki kişilerden farklı olduklarını düşünürüz. Onun zorlu yolu seçtiğini ve bir şekilde çıkar duygusundan bağışık olduğunu düşünürüz.Bu nedenle hayır kurumlarına ilişkin beklentiler yüksek ve kötü davranışa karşı hoşgörü düşüktür. Hayır kurumları daha yüksek bir ahlaki standart tutturmak zorundadırlar.
Amerika’nın en büyük hayır kurumlarından biri olan UWA’nın başındaki bay Aramony bu beklentiye uymayan davranışları nedeniyle “Kendine Hayırsever” olarak tanımlanmış ve yolsuzlukları ayyuka çıkmasına rağmen yirmi iki yıl sonra istifa etmek zorunda kalarak üç yıl içinde dolandırıcılık, sahtekarlık, bilişim suçu, muvazaalı mal devri, sahte belge düzenlemek vb yirmibeş suçtan mahkum olmuştur…” Ya bizimkiler ! Nerde bizde böyle bir yargı sistemi ve işte halimiz ortada.
Bayan Kellerman, Bay Aramony’in bu gerçek öyküsünden söyle bir öğrenme payı çıkarmaktadır:
“… W.Aramony mesleki yaşamının önemli bir kısmında, bir dürüstlük abidesi olarak görüldü. UWA’nın CEO’su olarak ilk yıllarında başka türlü davrandığına ilişkin hiçbir kanıt yoktur. Ancak zaman içinde ahlaki pusulası parçalandı. Değişti ve kötüye gitmek konusunda kendisini serbest hissetti. Dürtülerini kontrol kapasitesinin yaşamının bu bölümünde sıfıra yakın olduğu söylenebilir. Onu bu kötü gidişten ancak bir dış müdahale kurtarabilirdi. Ne yazık ki onun bu kötüleşen liderliğine karşı hiçbir engelleme gelmedi. Ekibin üyeleri olan yandaşları da UWA’nın misyon ve amacından çok Aramony’e sadık kalmayı yeğlediler. Aramony onları da kolayca ayartmıştı…”
Ne Aramony’miş ama… Bizim keriz fenerciler bundan farklı mıydı ? Belki de bizimkiler üleşmede daha iyi anlaşmışlar ve elbirliği ile hem süreci hem de süreyi daha verimli, daha bereketli kılmışlardı. Bizimkiler işlerini daha iyi biliyorlardı. Aklım ve yüreğim Gezi Parkı’ndan yola çıktı; umutlarım artarken, durulmakta olan sular beni görünümün geneline ve arka planda süregelen kötülüklere yöneltti. Bu da geçer…
6.Umursamaz: Lider ve en azından bazı yandaşları, “ötekiler”in yani doğrudan sorumlu oldukları grup ya da örgütün dışındakilerin, sağlık ve refahını önemsemez ya da bunlara karşı kayıtsız kalırlar. “Hah” diyorum “Bu da bizimkine cuk oturuyor. O da bana aynen böyle görünüyor. Helal olsun be abicim bizimkisi hepsini bünyesinde toplamış gibi” diye sanki bir garip sevinç oluşuyor Türklük adına iliklerimde.
Bayan Kellerman’ın kitabında bu modelin örneği Bill Clinton’dır. Umursamaz liderlerin kendileri ve yandaşlarıyla geri kalanlar arasına sınır çekmelerini bir dereceye kadar insan doğasının bir yansıması olarak görse de bayan Kellerman bizimkisini de “benim evde oturan %50 lim” diyecek kadar sözü ortaya atmaktadır. Şu ifade güzeldir bence:
“…Bilgi devrimi liderin ve yandaşlarının bilgisizlik nedeniyle masum olduklarını iddia etmelerini olanaksız kılar. Kendilerininkinin dışında kalan gruplarda kötü şeyler olduğunu bilmeyen liderler, bilmeyi istemeyenlerdir…” Allah bizimkinin de gönül gözünü “ötekiler” için de açsın ve bizi gereksiz çatışmalardan korusun. Amin.
7.Şeytani: Lider ve en azından bazı yandaşları, canavarca şuçlar işler. Eziyeti iktidarlarının bir aracı olarak kullanırlar. Erkek, kadın ve çocuklara verilen zarar hafif değil şiddetlidir. Zarar fiziksel, psikolojik ya da her iki şekilde de olabilir. Altmış, yetmiş ve seksenli yılların başlarında akılsızlara ders vermek için başa geçenlerin “asmayıp da besleyelim mi ?” mantığı sanırım bizde de bu tür kötü liderleri işaret etmektedir.
Yaşam Büfesinde sıraya girmekle başlayan ustalık yolculuklarınızın hep aydınlık yollarda geçmesini ve engelleri aşarken bazen ayağa kalkıp konuşmak ve bazen de sessizce yerine oturmak cesaretini gösterirken Allah’tan hepimizi kötü liderlerden ve onların yandaşlarının zararlarından korumasını diliyorum.
Öykücü