Yaşam Büfesinde “SUUM CUIQUE”

“…Boş konuşan valiler, vahşi toprak ağaları, aptal generaller, sorgusuz itaat eden “onurlu” tavşanlar, hayatı efendisinin emriyle boğazlanarak sona eren sadakat timsali köpekler, sözüm ona adalet dağıtan ama gözleri ve kulakları hakikate tıkalı savcılar, bütün ömrünü korku içinde karanlıkta geçiren “bilge” kayabalıkları, kendisini kurtarsın diye bir “yiğit” bekleyen o ülke…”

Çeşme’de Kasım 2019 ve “varken var gibi; yokken yok gibi yaşamak gerek” > suum cuique

Merhaba

Artık Kasım ayı geldi; Mavişehir’e dönsek” diye düşünüp Çeşme’den ayrıldıktan hemen iki gün sonra tekrar Çeşme’ye döndük. O iki günlük Karşıyaka yaşamına birkaç doktor ve bir de üç kadehle paylaştığımız keyifli rakı sofrası ekledik. Her ne kadar “Fırında Karnıbahar” için İti’ye öğretmen olmaya ve ID’i yemek için zorlamaya yardımcı olmaya çalışsak da işe yaramadı. Bundan sonra ya Kurufasulye, ya mantı veya sarma ile yakınlaşabiliriz yeniden ABİDE’nin “ID” sine. İki günün sabahında da “yorgun uyanınca” ve bize özel kılınan randevu ile gittiğimiz doktor “sende bu metabolizma varken aç kalsan da kilo alırsın; veremezsin; yürü, yürü, yürü” dese de yürüyecek ayak kalmadığını görmüyorsa doktor ve üstelik seni de dinlemiyorsa “yandı gülüm keten helva” diye ya sabır çekip yeniden Çeşme’nin güneşinde Kasım ayında kavrulmaya geldik. Zaten karaydım daha doğuştan…Üstelik “hortum topla, hortum ser” diye sevgili Eray’a bile “Çeşme açık ceza evi algısı” yaratan zorunlu su bulma gayretleriyle yıldan yıla daha da karardım Çeşme’nin güneşinde. Yetmedi; yaş yetmiş beşe bir ay kala yaşam gölünün karşı kıyısı görünürken 64 den 62 e inince kilom daha daha karardım büzülen derilerle. Ruhuma soruyorum: “Aydınlığım ne alemde ?” diye ve yanıt olumlu olunca “yola devam” diyorum. Fazla uzadı, girizgah ve demem o ki bugün 20 Kasım ve Çeşme hala yaz güzelliğinde. Şükür ve şükranla yola devam.

Kasım ayında üç yeni kitabım oldu. İkisi yine iş odaklı (bu yaştan sonra ne işe yarayacaksa !) üçüncüsü ise oğlum Ümit’den hediye ve içine yazdığı notu da yazıma eklediğim kolajda görebilirsiniz (Bilge Kayabalığı; http://mithatsarcan.blogspot.com/2018/07/bilge-kayabalg-scedrin.html). Yazımın başlığı da o kitaptan ve Ümit’in notuna eklediği anahtar Latince söz: “suum cuique / herkes hakettiğini alır“. Yazımın girişindeki mavili kısım da Türkçeleştiren Hazal Yalın‘ın tanıtımı olan arka kapak. Sanki bugün ve ülkemi anlatmış yüzyıl öncenin Rusyasında. Ne zaman değiştirmiş, ne yer ve millet…Her neyse ! Gazete bile okumak istemiyor ruhum. Dr.Nedim Türkmen‘in köşesine bakıyorum ve “Piyasaları bekleyen en büyük 20 risk” başlıklı yazının baş aktörlerinin  Zeynep Gürcanlı’nın “Filmler ve Gerçekler” yazısındaki anlatılanları Saltikov’un masallarında görmek olanaklı…Bu nedenle ne gazete okumak ne de haber dinlemek istemiyorum; Portakal bile sunsa. Hep aynı hikaye. Çeşme gecelerinde camlı bölmenin güneş ışığı sıcağından içeri çekilince televizyonu açıyorum. Adını Azize koymuşlar; yeni bir dizi başlamış. Belki bir şeyler değişmiştir diye bakayım dedim. Bakmaz olaydım. Birkaç dakika sonra zapladım, zıpladım ve “DeadWind” (https://www.netflix.com/tr/title/80243728) e döndüm. Azize’de devlet hastanesini basan tabancalı adamlar; kindar gözler, haykıran adamlar, bağırıp çağıranlar, ifade almaya gelip de kuyruğunu kıstırıp geri dönen adalet görevlisi ve Fin filmindeki akılcı, mantıklı, mesajlı, anlamlı, amaçlı sahnelere bakınca ha bizim dizi ha ülkemdeki günlük yaşam yok aslında birbirinden farkı ve “lanet olsun” diyerek “ölü rüzgar“a dönüyorum.

Süslü hemşire “Burası devlet hastanesi, diğer hastalar var” deyince Azizenin hanım ağası “biz o hastaları diğer özel hastanelere sevk ettiriyoruz” diyor. Mantık güzel. Bereket “Şehir Hastanesi” demedi; yoksa mazallah sayıyı tutturmak için ne tür mehmet ali cengiz oyunları varmış diye niyetler açığa çıkacaktı. Öte yandan sıradanlıkla mükemmel mesajlar veren filmin memleketi olan Finlandiya, İskandinav ülkelerinden biri ve gerçekten de batmışlardan biri. Onların dizisinde bile ne lüks araba, ne lüks villa ve ne de lüks giyimler, şatafat, şaşaa ve israf yok. İsraf edecek paraları olmasa gerek ki sıradan bir dizi yapmışlar. Bu nedenle olsa gerek ki sesleri de güçlü çıkmıyor; haklı olsa bile hiçbiri “heyyyt” diye bağırmıyor. Ellerinde silah sağa sola, havaya ateş edecek mermiye verecek paraları bile yok. Bunu yapacak maganda türü pahalı kiralık adam yapılı artistleri bile yok. Belli ki bu tür becerikli, hünerli, kalite, ünlü adamları oynatacak finansal kaynaklardan da yoksunlar. Bu nedenle bizimkiler azize, kadın, çocuk ve çukur derken Finliler “ölü rüzgar”a takmışlar kafayı. Bu gidişle daha da batarlar; adam olmazlar.

Bu kadar yetsin; Kasım ayında gördüğüm bu Çeşme güzellikleri sonu kötü bitecek bir iklim olmasın. Sağlık ve esenlik dileklerimle.

Öykücü

NOT:

* Bu arada aklım 2013 yılında 26 yaşında intihar ederek ölen Aaron Swartz‘da ( İnternetin Doğurup İnternetin Öldürdüğü Kahraman:  https://listelist.com/aaron-swartz/) ve SOPA

https://hbrturkiye.com/blog/aaron-swartz-in-sucu-ve-kanunlari-cigneme-isi linkinden  James Allworth‘e de kulak vermek istiyorum https://www.jamesallworth.com/