Yaşam Büfesinde “Metronom & Sarkaç”

“….Şimdi ve buradayız…Peki kaderimizi kontrol etmek elimizde mi ? İnsan karar verirken ve o eyleme geçerken özgür müdür yoksa tüm karar ve eylemleri dış güçlerce mi (soya çekim, çevre, tarih, kader,..) belirlenir ? Aşağıdaki fıkradaki kartal, kurbağa ve kamyon şoförü büyük olasılıkla eylemlerine özgür iradeleriyle karar verdiklerini düşünmektedirler…”

Selway Tepesine gelince, vigorum düşüyor; Korkularım var “Ya duaların gücü yetmezse…” 

Merhaba

Her şey gerçekten güzel olacak mı ?” kuşkusu içinde yaklaşık üç ayın stresi sanki bugünlerden daha fazla vigor (dinçlik) sağlıyordu. Adına stres dediğimiz şey içimizde biriken öfke ile birlikte belki de akılla ayak arasındaki dengeye pek fazla etki etmiyordu. Belki de stres değil “Fire of the Life / Yaşam Ateşi” dediğim adrenalindi bunu sağlayan. Ya da önümüzdeki çukuru görmemek için miyop körlüğüne sığınıyorduk. Bu düşüncelerle bugün, 23 Hazirandan sonra, “Onlar”dan sakınmaya çalışsam da zorla beynime giriyorlar. Restorana giren zengin ve yakışıklı adamın omzundaki kuş gibiler; yedikçe doymuyorlar. Eşeğin ereksiyon halindeki penisine bakıp da “anne bu ne ?” diye soran oğluna “hiç oğlum hiç” diyen kadına çıkışan adam gibi “Allah gözünü doyursun” diye haykırırken içim yakışıklının omzundaki kuşu anlatayım.

“…Adamın biri restorana telefon eder: “Bana 200 kişilik bir sofra hazırlayabilir misiniz ? Para önemli değil; yeter ki kuş sütü bile eksik olmasın…” Restoran sahibi olumlu yanıt verir ve saat tam yedide restoran hazırdır. İki yüz kişilik uzun bir masa ve bir o kadar sandalye süslenmiş olarak zengin bir sofra kurulmuş; yirmiyi aşkın garson hizmet servis için hazırolda beklemektedirler. Kapı açılır ve içeri omzunda bir kuşla yakışıklı bir adam girer. Adam kuşu masaya kor. Kuş on dakika içinde masadaki tüm yiyecekleri silip süpürür; yer bitirir. Tıpkı Süper İstihare Komitesinin edepli üyesi gibi (Kusura bakmayın bu kurulun kısaltılmış ismini yazmaya edepsizliğim izin vermiyor)… Herkes şaşkındır. Patron dayanamaz sorar: “Bu nasıl bir iştir ?”. Yakışıklı ve zengin adam anlatır: “Çölde seyahat ediyordum. Susuzluktan ölmek üzere olan yaşlı bir adam gördüm. Matramdaki suyu ona verdim. Onu kurtardım. Meğer o bir ermişmiş ve bana “Dile benden ne dilersen ? Üç dilek hakkın var” dedi. Sevindim ve üç dilek diledim. Dünyanın en yakışıklı adamı olayım dedim; ve gördüğünüz gibi dünyanın en yakışıklı adamıyım. İkinci dileğim dünyanın en zengin adamı olmaktı; dünyanın en zengin adamıyım. Üçüncü dilek olarak da “öyle bir kuşum olsun ki yesin yesin doymasın” dedim ve ne bileyim ermişin bu kadar gerzek olduğunu…”

Bizim edepli “Süper İstihare Komitesi” üyesi de belki böyle bir gerzek ermişin ocağına düşmüştür. Belki de o ocak tee okyanusun ötesindedir. Arsızlığın, edepsizliğin, nursuzluğun zirve yaptığı suçsuzların suçlularca cezalandırıldığı kaos eşiğindeki ülkemde gidişat, maskeli balo beni korkutuyor. Korkularım beni daha da sessizliğe sokuyor. Boynumdan mı yoksa ayaklarımdan mı bağlı olduğumu bilemiyorum ilgi alanım, etki alanım ve odak noktamdan yola çıkan gelgitlerimde. Bu nedenle metronom gibi sallabaş oluyorum ve bu halime “akılsız baş” diyorum sağ uçtaki “ilgi alanım”da yer alan ülkemin insanlarına kaos eşiğinde yaşamaya mahkum edenlere baktıkça. Daha sonra silkiniyorum ve sol uçtaki etki alanımdaki C13 e bakıp şükürler, şükranlar ve dualarla sahip olduklarımız için. Peki ya ortadaki “Start” durumundaki “Ben” ve “Selway Sendromu” ne demek oluyor ?

Önce “Sendrom” sözcüğüne bir bakalım. Kısaca “Bir hastalığı karakterize eden ve aynı anda ortaya çıkan belirtiler” en anlaşılır olanı bence. Ben önce meslek yaşamımda, yetmişli yılların ortalarında karşılaştım “sendrom” sözcüğü ile. Daha sonra 1993 den bu yana C13 içinde birlikte yaşadım ve öğrendim “sendrom” sözcüğünü. Ailemiz hekimi profesör Copcu’ya sorduğumda “nedeni net olmayan belirtiler kümesi” gibi aklımda kalmış “sendrom nedir ?” sorusunun yanıtı. Daha önce de yazdım; bir kez daha yazayım. Yetmişli yılların ortalarında (1974/79) çeltikte doktora yaparken dümdüz ve yemyeşil çeltik tarlasında kimi bitkilerin daha uzun boylu, daha dik ve daha erken olgunlaşıp sararıp aklaştıklarını gördüm. Önce çeltik üreticilerine “Bu nedir ?” diye sordum. Yanıtları net ve ortaktı: “Erkek Çeltik” dediler. Çeltiğin bile erkeği olurken kırk yıl sonra metronomun sağ ucunda yer alan arsız S*K Grubu üyelerinin neden dik duramadıklarını anlamakta zorluk çekiyorum (yine devreler karıştı. Çokomilk gibi oldu “Hiç aklımdan çıkmıyor ki…”). Daha sonra literatüre baktım ve bu görünümün adının “Man Rice” olduğunu gördüm. Demek ki aklın yolu birmiş (aklın yolu birse neden S*K Grubuna ihtiyaç var ki ? Bir türlü kurtulamadım şu takıntıdan). Peki ne sebep oluyor da kimi çeltik bitkilerinin boyu iki kat uzuyor; başları dik duruyor ve vaktinden önce sararıp soluyor ? Bunlar uzaktan bakınca görülenleri; peki yanına varınca, suyun altı incelenince neler görülüyor ? Öncelikle yalnızlık dikkat çekiyor. Diğer çeltikler birkaç kardeş verip grupça yaşarken erkek çeltikler tek başlarına kalıyorlar; kardeşlenmiyorlar. Ayrıca suyun altında kalan gövdelerinin ilk boğumlarından havai (adventif) kök veriyorlar. Belli ki kök sistemlerinde bir sıkıntı var ve yeni köklerle tutunmaya çalışıyorlar. Buna rağmen bu erkek çeltikler asılınca kolayca topraktan sökülmüyorlar. Neden asılıyorum ki ? Güzel bir soru. Asılmak aynı zamanda bir başka görüntü ile olan farkı anlamak için en basit, en kolay ve en kesin tanı yolu (bizim S*K Grubunu asılsak farklı bir şey ortaya çıkar mı ? Yine mi aynı terane; vaz geç abicim, bir gidiş gidiş değil). Kimi zaman “Hububat Zararlıları Laboratuvarından” rahmetli Ayla Teoman ile ve bazen de sevgili Hasan Kavut’la birlikte esas olarak Manyas/Gönen çeltik tarlalarını gezerken erkek çeltik gibi sararıp solmuş çeltik bitkilerini çektiğimizde kolayca kök boğazlarından kopup gelirlerse bu görünümün bir hastalık değil bir zararlının emgisi sonrası olduğunu anlıyorduk. Konu fazla uzadı ve fazla mesleki oldu; ikinci sendrom olan ve C13 yaşamımızda “Sessiz Meleğimiz @BİDE’ nin “A” sı” nın bizlere öğrenme ve ustalık yolculuklarında kattıklarına daha sonra değinmek daha doğru olacak. Son bir cümleyle çeltikteki “Erkek Çeltik” görüntüsünün sendromla ilgisine değinip bu konuyu kapatayım. Çeltikte bir hastalık olan ve bir karakteristik belirtiler kümesiyle tanıyı kolaylaştırıp bu duruma “Bakanae Sendromu” deniyor (pek yakında kokusu çıkar ve bize bir sendrom verir S*K Grubunun edepli üyeleri ve söz veriyorum bu son olacak).

Her şey iyi güzel de ne oldu şimdi ? Ne demek istedi bunca sözcük ? Metronom mu sarkaç mı ? Çok mu önemli ? İster boynundan bağlı olasın ve ayaklarını salla sağa sola, ister ayaklarını bağlasınlar başını salla sağa sola ne fark eder ? Ne demek istiyorsun ? Neden akılsız baş dedin; neden ayakların yoruldu ? Üçüncü defadır Selway Tepesine geldiğinde sol şeritten saatte 120 km hızla giderken neden birden hemen sağ şeride geçip hızını 90 km ye düşürdün ? Neden buna ihtiyaç duydun ? Yazmalı mı; yoksa bu kadarda bırakmalı mı ? Bir sendrom arıyorsan çözüm arayışın da var mı ? Yoksa “sebep/sonuç” analizi ile sen kendin doğru yolu bulabilecek misin ? Her şey bir yana böyle bir arayışın var mı ? Yoksa, olacak mı ? Çoğu zaman yaptığın gibi “zaman kendi çözümünü bulur ya da dayatır inancını sürdürecek misin ? Sorular, sorular ve sorular. Unutma ki “cevap, doğru soru sorulduğunda önemlidir” veya “tüm yanıtları bulmaya çalıştığında soru değişecektir”. O halde… “Takma kafana tokadan başka bir şey” diyerek yazımın girişindeki kurbağa, kartal ve kamyon şoförüne  “Felsefe ve Mizah” çerçevesinden bakıp yazımı sonlandırayım.

“…Musa, İsa ve sakallı bir ihtiyar golf oynuyorlarmış. Musa uzun mesafeli bir atış yapmış; top çim alana inmiş ama dosdoğru gidip yapay gölcüğe yuvarlanmış. Aynı anda Musa sopasını kaldırmış, gölcüğün suları ikiye ayrılmış ve top yoluna devam edip çimlere ulaşmış. İsa da uzun bir atış yapmış. Onun vurduğu top da doğrudan gölcüğe gitmiş ama tam içine düşecekken havada asılı kalmış. İsa gitmiş, suyun üzerinde yürüyüp topu almış ve yeşilliğin üstüne bırakmış. Sıra sakallı ihtiyara gelmiş. İhtiyarın vurduğu top doğrudan çitlere çarpıp yola fırlamış. O sırada yoldan geçen bir kamyondan sekip gerisingeri golf sahasına yönelmiş. Bu top da gölcüğe gidiyormuş ama gitmemiş, çiçeklerin arasına düşmüş. Çiçeklerin arasındaki bir kurbağa topu görür görmez atılıp ağzına alıvermiş. Tam o sırada bir kartal süzülerek gelmiş ve kurbağayı kapıp yükselmiş. Kartal pençelerinde kurbağa ile golf sahasının ucuna doğru ilerlerken kurbağa topu ağzından bırakmış ve top süzülerek doğrudan deliğe girmiş. Bunun üzerine Musa, İsa’ya bakmış ve “Babanla golf oynamayı hiç sevmiyorum” demiş…”

Sözün özü; ister start durumunda bekleyen metronomda, odağımda yer alan “Selway Sendromu” nedeniyle içimdeki sorularda “ben için”; ister sarkacın sağın en uç noktasında yer alan ilgi alanıma düşen “S*K Grubu”ndan kararan ruhumun fırtınalarındaki ” onlardan kaynaklanan korkularım için”; ve isterse metronomun en sola vardığında, etki alanımda şükür ve şükranlarımda “bize ait dualardan umduğum medet için” arşivimden bulduğum bir görüntüyle yazımı görselleştirmeye çalışıyorum.

Sağlık ve esenlik dileklerimle.

Öykücü