“…AÅŸk ve arkadaÅŸlık bir gün yolda karşılaşırlar; aÅŸk kendinden emin bir ÅŸekilde sorar: “Ben senden daha candan ve daha yakınım, sen niye varsın ki bu dünyada ?”. ArkadaÅŸlık cevap verir: Sen gittikten sonra bıraktığın gözyaÅŸlarını silmek için“…”
@BİDE Olgunlaşırken zorlanan sınırlar / Tartışma Kültürü 1 / Anadol (MC), Fiesta (ÜEKC) ve Scirocco vs Porsche (KC)
Merhaba
Bugün “The Day After” ve hem İstanbul’dan ruhuma ve ülkemin tüm insanlarına yayılan “her ÅŸeyin çok daha güzel olacağı umudunun tohumu ekildiÄŸi için” hem de “OÄŸullarım: Üç Birader“in küçüğü Kerem’in 38 nci yaşına bastığı gün olduÄŸu için çok mutluyum, çok mutluyuz ve umutluyuz. Son birkaç yazım yine taslak olarak kaldı. Çünkü dün akÅŸam saat 17 ye kadar umutlarım korkularımla karışıktı. Çok şükür ki g*tünün kılı aÄŸarmış adamların yalanlarını, sözlerinden akan riyanın karalarını, nursuz yüzlerdeki hırsızlıkların ve arsızlıkların lekelerini bir süre olsun görmeyeceÄŸim. En küçük Copcumuz Duru son bir kaç beraberliÄŸimizde kamerayı eline aldığında sorduÄŸu bir soru vardı: “Allah’ın sopası var mı ?” Dün gördük ki Allah’ın sopasının ucunu 31 Martta görenler ve baÅŸta … olmak üzere valizlere doldurdukları yedi kiÅŸilik satın alma belgeleriyle 31 Marttan 6 Mayıs yoluyla 23 Hazirana gidenler “kimlerin ne çalmadığını” anladılar yedikleri sekiz yüz binlik Osmanlı Tokatıyla…Neden ve ne alaka Ökse otu ?
Ben ökse otunun ellili yılların baÅŸlarında tütüncü Fahrettin’in oÄŸlu kara kuru Mustafa olarak rahmetli anne annemin “Uzun Tarla”sının giriÅŸindeki kuyunun yanındaki meyve bahçesinde kayısı (zerdali) ve armut aÄŸaçlarından anımsıyorum. Kuru dallar üstündeki top gibi yemyeÅŸil duruÅŸuna hayrandım. Altmışlı yıllarda İzmir’deki günlerde rahmetli annemin artan öksürüğünü kesmek için özellikle kayısı aÄŸaçlarındaki Ökse Otundan medet umar olmuÅŸtuk. Daha sonra Ziraat MühendisliÄŸinin eÄŸitim ve uygulamalarında “Parazit Bitki” olarak Ökse Otunu öğrenmiÅŸtim. Bir Amerikan filminde Ökse Otunun kutsal kabul edildiÄŸini bir düğün töreninde görmüştüm. Allah Ökse Otuna kök vermemiÅŸti. Ona kök yerine üstüne konakladığı bitkinin öz suyundan yararlanmak için emeçler vermiÅŸti. Önceleri Ökse Otunun tam bir parazit olarak görürken (kayısı bahçesi bizim olunca) daha sonraları “Yarı Parazit” olduÄŸunu kabul ettim (Ziraat Mühendisi olunca yeÅŸil yapısıyla fotosentez yapıp konukçu bitkinin da yararlanmasını saÄŸlaması nedeniyle). Sanırım on yıl önceydi Antalya’dan dönüyordum. Korkuteli yaylasında gördüğüm duruma kadar Ökse Otunu akıllı sanırdım. Yaylada tarlalarda pek çok hüda-i nabit (KendiliÄŸinden YetiÅŸen) armut ve yabani armut, ahlat aÄŸaçlarının hemen hepsinde Ökse Otu vardı. Sezon ilerlemiÅŸti. AÄŸaçlar yapraklarını dökmüşlerdi. Ancak Ökse Otu top gibi yemyeÅŸil uzaktan görülüyordu. Arabamı durdurdum. Kameramı çalıştırdım. AÄŸaçlardaki farklı görüntüleri çektim. Dikkatimi çeken “Parazitin Akıllısı / Akılsızı” çerçevesinden bakınca gördüğüm durumdu. İşte on yıl önce Korkuteli’nde armut aÄŸaçlarının üzerindeki “Akılsız Parazit” son yıllarda ülkemin hemen her yerinde kamu kaynaklarında kendini gösteriyordu. Biraz akıllı olsalardı konukçularından emdikleri kan olurdu, can deÄŸil ve zor da olsa emilen kan yerine gelirdi. Bunun için hadlerini bilirler, insafa dikkat ederler ve hırsızlıkları arsızlık boyutuna taşımazlardı. Ne var ki hırla, nurla birlikte ar da gidince sınırlarını bilmediler, yeyip yeyip doymadılar ve sandılar ki alem kör ve halk cahil. Bıçak kemiÄŸe dayanınca, arsızlıklar arÅŸa uzanınca tokatı yediler. Korkuteli’nde ne görmüştüm ?
Akıllı ökse otu bir aÄŸacın üstünde beÅŸ, bilemedin en fazla on küme olarak yerleÅŸip parazitliÄŸini sürdürüyordu. Armutun kanını emerken ona ürettiÄŸi enerjiden veriyordu. Böylece armut zayıflasa bile ortaklaÅŸa yaÅŸam sürüyordu. Ancak akılsız ökse otu armutun hemen her dalına yerleÅŸiyor ve sonunda can suyunu eme eme aÄŸacı da kurutuyordu. Böylece kendisi de ölüyordu. İşte son zamanlarda “yaÄŸma hasanın böreÄŸi” misali, “kırk haramiler” gibi aksırıncaya kadar öksürünceye kadar kasalara, kutulara sığmayacak kadar yemeyi hüner sayan ve bunu herkesin gözüne baka baka hayasızca, arsızca, yapanlar üstüne üstlük bir de “çaldılar” demekten utanmayınca armut aÄŸacı son nefesine varmak üzereyken fırtına silkelemeye baÅŸladı. Önce İstanbul’dan baÅŸladı. Fırtına arttı. Bu artış devam eder. SevdiÄŸim bir söz aklıma düştü: “Fırtına meyvelerin olgunlarını deÄŸil çürüklerini düşürür”. Çürüklerin yedisi de, uÅŸağı ve efendisi de tümü de “ateÅŸin yaktığını ve taşın sert olduÄŸunu” anlayacaklar. İnÅŸallah ders olur ve 2023 e kalmadan baÅŸa devÅŸirilen akıllarla ülkeyi uçurumun kenarından, kaos eÅŸiÄŸinden kurtarırlar. Ortak çabayla kurtuluÅŸ için umudum ne kadar ? diye sorarsanız “Serdar Ortaç”ın ÅŸarkısıyla “Binlerce Dansöz“ün olduÄŸu bu gayya kuyusunda bence önündeki çukuru görmeyen turfa müneccimlerle bu iÅŸ “Umutsuz Vak’a“. Bu nedenle ilgi ve etki alanımdan çıkıp odak noktama dönmeliyim sahip olduÄŸum umudumu korumak için. Bu durumda yine Seyir Tepeleri’nde, Keremgillerde yaza merhab derken yaÅŸadığım iki “Tartışma Kültürü”nden iki küçük örnekle kendimi avutmalıyım. EklediÄŸim kısa kolajda neler var ?
Öncelikle “@BİDE“miz olgunlaşırken karşıt görüşlere dayanma gücü ile “Tartışma Kültürü“nü geliÅŸtiriyor. Büyük amca tahrik ediyor. Küçük amca “sana İstanbul’da dediÄŸimi unutma” diyor. Kırk yıl önce yetmiÅŸli yıllarda ziraat mühendisi olup araÅŸtırıcı olarak doktoruma yaparken ancak dokuzunca yılda (1977) dokuz yaÅŸlı bir arabam, Anadol’um olmuÅŸtu rahmetli babamın finansal desteÄŸiyle. Onun verdiÄŸi mutluluk ve keyfi bir daha yaÅŸamadık. İlk olmanın, sıfırdan ilk sahip olmanın hazzı bir baÅŸkaydı. İlk defa milli olmak gibiydi. İkinci olarak yirmi altı yıl önce (1993) CINOS’un ilk evresinde kullanılmış ÅŸirket aracı aldığımda oÄŸullarım ÜC/CC (Manisa) ve EC/Yedikule (İstanbul)da iÅŸ hayatına atılmışlardı. OrtaklaÅŸa kullandıkları aracın verdiÄŸi hazzı pek net anımsamıyorum. Çünkü o yıllarda aynı zamanda sürekli olarak ÅŸirket aracı kullanıyordum. Kullanılmamış, ilk elden, sıfır araba alışım ise on dokuz yıl önceydi. Ford Fiesta Kerem’in boyuna özellikle de ayak boyuna pek uygun olmasa da o gün için orijinal yapısı ve özellikleriyle hepimizi mutlu etmiÅŸti. Hele bir de NezuÅŸ altmış yaşından sonra tek seferlik sınavlarla baÅŸarıyla ehliyet alıp da Aslıhan’ı denize götürme olanağını yaratınca ayrı bir keyif de katmıştı ailemize. Sonrasında sıfır arabalarımız hızlı deÄŸiÅŸimlerle sürdü. Citroen C4Exc den Cactus’e geçiÅŸ ise piÅŸmanlık dolu üç yılı aynasız ve ıslık çalarak geçirirken mutsuzluÄŸum zirve yapıyordu. Bu gereksiz deÄŸiÅŸim sadece ve sadece şımarıklık sonucuydu. Hele bu günlere bakınca Allah hepimizi, Allah’ın gücüne gidecek şımarıklıklardan korusun diye dua ediyorum. Geçen gün bir profesör hekim arkadaşımla sohbet ederken dediÄŸim gibi, benim anam babam zamanında da obezlik vardı. Ona obez demez ÅŸiÅŸman derdik ve o ÅŸiÅŸmanlık aslında yokluÄŸun ya da yetersizliÄŸin baskısındaki beslenme alışkanlıklarımızdandı. Hamur iÅŸlerinin, yaÄŸlı etlerin, margarinlerin ve ekmeÄŸin baskın olduÄŸu beslenme rejiminin yerini bugün hazır, fast food gıdaların, lezzeti artıran katkı maddelerinin ve çokluÄŸun, varlığın etkisindeki aşırı beslenme aldı. Ne deÄŸiÅŸti ? Daha mı kötü oldu ? Yanıtını siz verin. Bugün insanlar, ülkemde yokluktan deÄŸil, açlıktan deÄŸil, aşırı varlıktan, doyduÄŸunu hissetmeyen tokluktan ölüyorlar (gençler inen kalp krizleri; yüksek tansiyon vb). Bu nedenle bugün temel korkum “Varlık Etkisi / Çokluk Etkisi” ve bugün artık “ÅŸiÅŸman” deÄŸil “obez” diyoruz ya da boyoz… (arif olan anlar).
SaÄŸlık ve esenlik dileklerimle, sahip olduklarımızın deÄŸerini ve şükrü bilen mutlu, umutlu bireyler ve aileler olarak “her ÅŸeyin daha güzel olacağı günleri ağız tadıyla yaÅŸayabilmek” için öğrenme ve ustalık yolculuklarımızın sabırla yoÄŸrulduÄŸu açık ve aydınlık yollarda keyifle geçmesine dua ediyorum.
Öykücü