Yaşam Büfesinde “Eşik (Araf)”

“…Zorlu kariyer yolumuzda ilerlerken, bizi yeni ve beklenmedik bir göreve yöneltecek iniş çıkışlarımız olabilir (Kuşkusuz 31 Marttan sonra baharı bekleyen ya da baharı istemeyen politik savrulmalar içinde değilsen). Eskiden doğal malzemelerle doktorluk yapan bir tanıdığım, evine aynı gün ulaşan Doğal Doktor ve Popular Science dergileri arasında elini ilk uzattığının Popular Science olduğunu ve asıl tutkusunun bu olduğunu fark eder. O günden bu yana bilgisayar programcılığı ile uğraşıyor. Bir başka arkadaşım da avukat olarak çalışıyordu, ta ki bir gün masöre gidip hayattaki gerçek amacının ne olduğunu keşfedene kadar (masör mü oldu yoksa masöre müşteri mi bu bilgi net değil) …”

HBR Blog ve www.copcu.com dan seçmeleri buluşturmak (baharı beklerken can sıkıntısından)

Merhaba

Bir arkadaşımdan duymuştum; ya da sosyal medyanın ilk temsilcilerinden “doktorlar her şeyi yaparlar, doktorluk dışında” demişti espri miydi; değil miydi !!! Kimilerine (Müftüoğlu gibi) ve oğluma imreniyorum gayretlerini ve önerilerine baktıkça; kimileri de soytarı gibi geliyor (siz kimler olduğunu tahmin edersiniz). Fabrika doktorumuzdu ÖU ve standart beklentilerimizden daha çok “Kiraz Bahçesi”nin derdindeydi. Sözleşme gereği imha etmek için geri almak zorunda olduğumuz Şeker Fabrikalarının elek altı ürünü için “Eşik Anı”nda sorunu fırsata çevirmiştik. Bahçesi pancarla yeşillense de ziraatçı doktorumuz halinden memnundu. Sevgili ÖU ları 1963/64 den anımsıyorum. Önce EÜZiraat Fakültesine başlamıştı bizimle birlikte; bir yıl sonra EÜTıp Fakültesine yatay geçiş yapmıştı. O yıllarda bu geçişler kolaydı. Çünkü Üniversitede ilk yılı “FKB” olarak üç Fakülte (Ziraat, Tıp ve Fen) birlikte okuyorduk. Demek ki ÖU’ların 1964 de terk ettiği ziraatçılık kırk yıl sonra hekimliğinin yan ürünü olarak onu bulmuştu. Ya da ruhunda yeşermişti. Gelelim elimizdeki ürüne; bulunmaz bir karışıma sahipti elek altı ürün. Toprak altı zararlılarına karşı ve kök çürüklüğü hastalık etmenlerine karşı kombine bir çözüm sunuyordu. Benim de 1989 yılında özel sektöre uyum sıkıntılarımın depreştiği anlarda “Eşik Seçeneğim” vardı: Cafe-Germ. Yaşımız (MNC) uygundu; yerimiz (Esenyalı-Kermenyalısı) uygundu. Ancak “Kırılma Noktası”nın eşiğindeki yaşam hep bildiği yolda sürdü. Böylece 3-5 yılda bu iş biter diye düşündüğüm onca “Eşik Kararı“nda CINOS süreci 24 yıl sürdü. Bugün Mestleşmenin arka bahçesindeki Korelilere tanık oldukça Y Kuşağımızda da “Eşik Günleri“ni görüyorum. Otuz yıl önce zorlukların etkisinde “Cafe-Germ/1989″; bugün yetmişi aşan yılların kaçınılmaz zorlukları için proaktif olarak öngördüğüm “Last/Rest Room 2019″ yine eşikte kalacak gibi görünüyor. Çünkü; bu ikisi “Eşikte Yaşama”da hedef haline gel(e)meyen “TOMBUL’laşamayan Hayallerim” olarak kalmaya mahkum…

AReF’in “RE”si: Kırmızı Reno (1993)

Önceki yazımdan kalan konuya devam edeyim. Kırk iki yıl önce devlet memuru olmanın kısıtlı koşullarında “Anadol-1968” ile başlayan arabalanma sevdamız şirket aracına sahip olmakla uzun bir süre (1985/93) kişisel araba sahibi olma hevesimizi kamçılamadı. Ne zaman ki ailemizin doktoru Eray fakülteyi bitirip hekim oldu; bir arabamız olsa iyi olur “Eşik Kararı”nın etkisini hissetmeye başladık. Şirketim süresini doldurmuş olan araçlarını çalışanlarına öncelik vererek satıyordu. Beş yaşında bir Renault 12 ye talip oldum. Satın aldım. Aracı teslim almak için bir pazar günü İstanbul’a gittim. Satın aldığım araç şirketim tarafından Mecidiyeköy’deki katlı otoparka terk edilmişmiş (!). Rengi kırmızıymış. Ancak uzun süre üzerinde biriken tozla rengi beyazımtırak idi. Kapısını açtım. Çalışmadı. Aküsü bitmiş. Çevreden bir oto elektrikçi buldum. Günlerden pazar olduğu için zor buldum. Aküsü ile geldi; takviye yaptı. Çalıştı. Çalıştı ama kaputu açtığımda motor yağı havaya fırlıyordu. Şaşırdım. Hiç böylesini görmemiştim. Yedek yağ aldım. Yol boyunca ekledim. Lastiklerine baktım. Dördünde de get (dış lastiğe yapılan kaba yama) vardı. Belli ki otoparkta sahipsiz kalınca üstündeki lastikler çalınmıştı. Yoksa şirketimizde hiç bir araç lastikleri bu hale gelinceye kadar kullanılmazdı. Buna şirket kuralları izin vermezdi. şirket kuralları netti. Ancak şirketteki krallar duyarsızdı. Şirketin İstanbul’da ve hemen her bölgede satışa çıkardığı araçlarını satılıncaya kadar koruyacak otoparkı vardı. Krallar kuralları takmayınca satılan şirket aracı “Eşikte Bekleme” sürecinde zarar görüyordu. Bu haliyle ve dualarla ve kralların kulaklarını çınlatarak aracı İstanbul’dan İzmir’e getirdim. Şirkete bir yazı yazdım. Eleştirilerimi fazlaca yaptım; “Şirkette hırsız var” dedim. Başta İK olmak üzere birkaç otorite iletişim biçimimi hiyerarşiye uygun bulmadığı için geri bildirimlerinde benim tarzıma göre ilişkiyi germekte sakınca görmediler. Daha sonraki şirket aracı satışlarında daha dikkatli oldular mı ? bilmiyorum. Ancak İsmail Ustamız “Kırmızı Reno“yu aracı gıcır gıcır yaptı.

Kırmızı Reno bize neler öğretti ?

Kırmızı Renonun öncülü olan “Mavi Anadol (1977/85)” bize “Zorlukların Üstesinden Gelmeyi” ve “Yerli MacGyver Olmayı” öğretmişti. Kırmızı Reno kuralları yazılı kılmanın gereksizliğini ve gönüllü, kendiliğinden paylaşmanın güzelliğini öğretti. Kırmızı Reno, İsmail Ustanın elinden gerçek kırmızı ve gerçek Reno olmanın artılarını sorunsuz yaşamamıza olanak verdi. Kurallarım vardı. Ancak kardeşler arasındaki paylaşımın dürüstlüğünde bunları dillendirmek gerekmedi. Bu arada ailemizin hekimi Eray’ın İstanbul-Yedikule’de uzmanlığının ilk turu başladı. Kırmızı Reno da yeniden İstanbullu oldu. Bir süre sonra COPCUların ABİDE’sinin ilki olan “A”sı, Aslıhan’ın rahatsızlığı ortaya çıktı. Tam da bu sırada CC Manisa-Muradiye’deki konsantre fabrikasını kapattı ve büyük oğlum Ümit’in Bursa’ya tayini çıktı. Aslıhan rahatsız ve Ümitgiller Bursa’da gurbette olunca Kırmızı Reno bu defa Bursalı oldu. Ne çocukluklarındaki oyuncakların paylaşımında ve ne de ergenliklerinin paylaşımlarında ve ne de Kırmızı Reno’nun el değiştirmesinde ben hiç bir zaman en küçük bir “Eşik Tereddütü” görmedim. Allah da onları CC daki 26 yılın güzelliklerinin paylaşımında, Netgillerin başarılarının paylaşımında ve Mestleşen hekimimizin mesleğindeki ödüllü gelişmelerin, Kanada, ABD ve Kore’ye açılımların paylaşımında hep kucaklaşmalarla ve omuzlara gururla dokunan ellerle bütünleşik kıldı; kılıyor; kılacak…Daha ne ister insan !

AReF’in “F”sinden neler öğrenmiş olabiliriz ?

On sekiz yıl önceydi. CINOS’un üçüncü evresinde “Krizin Ayak Sesleri”ni duyuyorduk ve gerçek anlamda bir “Kaos Eşiğinde” yolda kalmaya çalışıyorduk. İsviçreli olmanın katılığı, Amerikalı aile yaşamının sertliği ile buluşunca sınırlar aşılamıyordu. Bir yanda “Push/İtici“lerin baskınlığında “rabbena hep bana” zihniyeti ile pastanın paylaşımı göz göre göre bir bölüme giderken, diğer yanda “Pull/Çekici“lere olan ihtiyacın hızla arttığı görülüyordu. Dayanamayıp bir mektup yazdım: “Böyle giderse pek yakında taşın sert olduğunu ve ateşin yaktığını anlayacaksınız” dedim. Onlar da görüyorlardı, iç iletişimde de “Kırılma Eşiğinde” olduklarını. Henüz İstanbul ekibinin deneyimli ustaları (CEO ve CFO İkilisi) iş başındaydı. Ben de İznik taraflarında, Müşküle Bağlarında, Kırmızı Tulumumla “Nane Yağcılık” yapıyordum SWT için. Bir telefon geldi ve İK Müdürü müjde verdi. Mektup işe yaramış, mesaj yerine ulaşmıştı. Verdikleri satış/başarı primiyle sıfır kilometre araba alma olanağım oldu. “Lacivert Ford Fiesta” ailemize katıldı. Tam da Kerem’in delikanlılık günleriydi. Bu araç da bize 65 inden sonra tek seferde Nezuş’un ehliyet almasına neden oldu. Böylece yeni arabanın ne demek olduğunu da öğrenmiş olduk. Fiesta ile birlikte şirket arabaları sürdü. Kapımızın önünde iki araba oldu. CINOS’un son evresinde kullanmakta olduğum şirket arabası Opel-Vectra idi ve emekli olup ayrılırken (02.2009) benim oldu. Ancak hemen takasa verip “PeCA Üçlüsü“nün ilk aracını aldım. Bu konuya daha sonra değinirim. Çünkü bu üçlü ile tanımladığım 2009/2019 arasındaki on yılın ortalarında üç yıl yaşadığım, dillendiremediğim bir “Pişmanlık Eşiği“m vardır. Pişmanlığımın temelinde “sahip olduğunuz değerlerin farkına varın” dememe rağmen farkına varamadığımın itirafı vardır. “Aynasız Kaktüs” ve üstüne üstlük “Islık Çalan Kaktüs” ile geçen üç yılımda yan koltuğumdan sürekli eleştiri aldım. Haksız da sayılmazdı. An geldi araç kullanma hazzım dip yaptı ve tıpkı “Rollar-coaster” gibi dipte yaşamak “Eşik Pişmanlığı” idi. Buna daha sonra ayrıntılı olarak “Öğrenme Eşiği” çerçevesinde değineceğim.

Sağlık ve esenlik dileklerimle 31 Marttan bu yana, baharı geciktiren araftaki yaşamların hüznü ve yarın beklediğim adil kararların baharı getireceği umuduyla…

Öykücü