“…Efsaneler tekrarlandıkça gerçeğe dönüşür…Öyküler önce dedikodular olarak başlar. Tekrarlanır. Zamanda ve mekanda gelişerek yayılır. Zaman zaman masallaşır. Yeniden gerçeğin yoluna döner. Mesajı netleşir. Öykülenerek öğreticilik kazanır. Efsaneleşir. Efsaneler tekrarlanır ve gerçeğe dönüşür. “Kırk kere söylerseniz olur“… Kişi önce kendi etrafına bakmalıdır. Tanrı, insan denen varlığa söylemek istediği her şeyi karşısına koymuştur. Buna “Güneşin Geleneği” denir. Güneşin geleneği sıradan insanlar içindir. Güç, insanın yolculuğunu meydana getiren her küçük parçada gizlidir. Dünya bir dersliktir. Yüce sevgi, senin yaşadığını bilir ve sana öğretir…”
Netsgillerle beraberliğin öğretici gücü; öyküm 2001; “Evet, biz hazırız”
Merhaba
Yazımın girişindeki mavili kısım “Hippi“den alıntıdır. Genelinde roman okumam. Ancak oğlum Ümit “Babacım bu kitap sana göre” derse mutlaka okurum. TED’lerin nefeslenme süreçlerinde okuyorum. Brezilya’dan Amsterdam’a uzanan kısmını bir çırpıda okudum. “Çırpı” ne demek ola ki ? “Çalı çırpı” olarak odunsu bitkileri anlatıyor ise de burada ne işi var ki ! Yazarı Paulo Coelho “Hippiysen hep öyle kalırsın !” demiş. Kuşkularım var. Öylesi bir çağda yaşıyoruz ki değişmezsen bitersin. Gerçi bu bakış açısı biz sırada insanlar için. Paulo bey de kitabının 38 nci sayfasında “Güneşin Geleneği“ni açıklarken “sıradan insanlar“dan bahsetmiyor mu ? Biz, sıradan insanlarız. Bu nedenle biraz önce Sam’den gelen mesajı okuyunca kahroluyoruz. Çok şükür birey olarak yaşam konforumuz yerinde. Evimiz, yazlığımız, arabamız ve ortalamayı aşan yaşam standardımız var. Çok şükür çocuklarımız bizden de öte. Ancak ülke olarak beceriksizlerin nasırsız ellerinde batıyoruz. Arafta yaşıyoruz. Betona gömülen olanakları gördükçe üzülüyoruz. Floridalı dostum Sam’leşen Şükrü bile okyanus ötesinden kurtuluş reçetesi veriyor. Bakan damat görmüyor mu ? Artık toplumun her kesiminden şikayetler artarak geliyor. Kimi yandık diyor piyasadaki zamlardan; kimisi donduk diyor satılmayan binalardan… Edepsiz Ali bile sıkıntıyı dillendiriyor. Milletin orasına burasına koyma meraklısı Mehmetin şimdilik sesi çıkmıyor. Elmor’un yıllar önce sorduğu bir soru vardı: Yöneticimiz uyuyor mu ?
Yaz yağmuru geçecek diyorum. İstanbul’u sel alıyor. Eskiden Çarşamba’yı sel alırdı. Doğanın huyu değişti. İnsanın huyu değişmiyor. Ders olmuyor. Bulutun gösterdikleri akla ziyan oluyor. Bereket fesli can çekişiyor da tarihe takılmıyoruz. Yoksa feslinin dikiz aynasında görülen tarihle kaosun eşiğini çoktan aşardık. Dibi boylardık. Şimdilik hâlâ arafta yaşayıp kurtuluş umudunu koruyoruz. Nereye kadar ? Bugün yine berberde bedava traş için evdeki yüz dolara göz dikti otorite. Ne işine yarayacaksa ! Sözcü’de soruyor Necati: Man adasından gelen on beş milyon doları bozdurdular mı acaba ? Yoksa %50 fazili hazine bonosunu mu bekliyorlar ? Soner’in köşesindeki yazının içindeki bir kavramı sevdim: Fikirlerin Çiftleşmesi. Tam bu kavramda olmasa da yıllardır 1+1=4 diyorum. Bu denklemle ne demek istiyordum ?
Bundan önce 1+1=3 diye söze başlardım. Ana mesajı “sahip olduğunuz değerlerin farkına varın” olan bu denklem için bir Çin öz deyişi, fıkrası anlatırdım. At ve araba ikilisinden üçüncü seçeneğe dikkat çekerdim: “At arabası”. Böylece herkesin şuna benzer yaklaşım sergilemesini isterdim: Ben Netsli koordinatör Mustafa. Yaptıklarıma değer katan, şekil veren, süreklilik gösteren, geleceğe taşıyan üç değeri anlamalarını isterdim: Kurum, görev ve birey. Bundan sonra 1+1=4 formülü ile bir adım daha ilerlerdim. Yine kısa bir Çin fıkrası anlatırdım. Elinizdeki yumurtaları değiş tokuş ederseniz yine aynı sayıda yumurtanız olur. Aklınızdaki fikirleri değiş tokuş ederseniz daha çok fikriniz olur. Fikirleriniz çiftleşir. Sizin özgün tarzınızda yeniden hayat bulur. Ne yazık ki bugün ne damat ne de kayın babası fikirleri çiftleştirmeye yatkın değiller. Bildiklerini okuyorlar. Freni boşalmış kamyon gibiyiz. Duvara toslamak üzere olan kör şişman adam gibiyiz. Bizi şişiren yediklerimiz. Hak etmeden yediklerimiz. Ayranımız yokken tahtıravanla giderken içine ettiklerimiz. Pronoya rahatlatır mı; afyon gibi uyuşturur mu ? Biz bu sevdadan vaz mı geçmeliyiz ?
Silkinmem gerek. Kendime gelmeliyim. Etki alanımda yapabileceklerime bakmalıyım. Hippi’ye devam etmeliyim. Netsgillerle beraberliğimin satır aralarından yeni bir mesaj türetmeliyim. Odağımda C13 olarak ailem var. Yaşı yetmişi aşanları bekleyen karşı kıyı net. Yaşam Gölünde sular durgun. Fırtına yok. Korku yok. Akıbet net. Kulaçlar güçsüz. Can simidi şimdilik gereksiz. Bereket ve çok şükür ki elek sıralı olarak eliyor. Eskiden elek yerine kalbur vardı feleğin elinde. Delikleri genişti. Şimdilerde elenen daha dikkatli, daha bilinçli olunca felek de kalburu bıraktı. İnce delikli elek var elinde. İnşallah öyledir. Umarım yanılmam. Böyle olunca yolculuk boyunca etrafına dikkat edebiliyor insan. Telaş içinde olmuyor tükenmişliğe doğru yol alırken. Bu da iki şeyi kolaylaştırıyor. Bu iki şey insanın mecbur olduğu iki şey. Daha önce de yazdım. İşte bu içe dönüşte, odağımda ne var diye düşünüyorum. Odağımda ABİDE’miz var. “Z Kuşağımız” sanal ortamın bilgi bombardımanında. Başarı yolunda neler oluyor ? Onlar için ne söyleyebilirim ?
“Beyin ne ararsa onu buluyor”. Bu düşünceyle TED’e yöneldim. Hippi’yi şimdilik akşam üzerine bıraktım. TED’te Prof.Carol Dweck’in Eylül 2014 de yaptığı konuşmayı izledim. Bir daha izledim. Kare kare izledim. Her sözünü defterime yazdım. “Henüz’ün Gücü” ile “Ramak” aklımda buluştu. “Ramak“la araf öpüşmeye çalıştı ve ben “Henüz değil” dedim. Saçma görünse de; “Not Yet” gerçekten de güzel bir yaklaşım. Her ne kadar Bayan Carol’un sesi monoton, can sıkıcı, ise de mesajlarının basitliğini sevdim. On dakikaya sığdırdığı öyküyü sevdim. Anlatımlarını bilimsel kanıtlara dayandırmasını sevdim. Kitaplar kadar yaşamın içinde bilimin ilerleyişini sevdim. “Bilimin İlerleyişi” sözcüğü beni yazımdan kopardı. Çok gerilere götürdü. Seksenli yılların sonları olabilir. Sanırım yine Deniz Gökçe‘nin bir köşe yazısında geçiyordu. Şöyle bir şeydi: “Science improves funeral by funeral”. İfade edilmek istenen “firesiz olmaz bu işler; hatalardan öğrenir insanoğlu daha çok. Bazen çok da yüksek bedel öder“. Bunu “Bilim cenaze cenaze üstüne gelişir” demenin Türkçesi böyle bir şeydi. Bizler de özellikle “68 Kuşağı (ZM68)” olarak çok bedel ödedik. Bu günlerimize binlerce şükür. Şimdi yaşam gölünün karşı kıyısı görülse bile sakin sakin kulaç atmayı sürdürüyoruz. “Bir çok giden memnun ki yerinden, çok seneler geçti, çok seneler geçti; dönen yok seferinden...” Sadede gelebilsem yazımı bitireceğim. Odağıma döneyim ve Prof.Dweck neler demiş ?
Carol hanımın sözlerini cımbızlayayım. Son iki paragrafın iki sorusuna birden yanıt bulayım. “ Sınavda yetersiz kalır da “başarısız” olarak tanımladığınız öğrenciyi “sınıfta bırakırsanız” kendini “işe yaramaz biri olarak görür. Ama ona “Henüz değil (not yet)” notunu verirseniz kendini “öğrenme eğrisi” üzerinde görür…” diyor sözlerinin başında Bayan Carol. Biz de SSTC Öğrenme Yolcuklarında “Ignore” sözcüğüne buna yakın bir bakışla önem veriyoruz. Dr.Maslow‘un sözlerini anımsayın: Yaşamda her gün eğitim. Herkes öğretmen ve her birimiz sürekli öğrenciyiz“. Bu durumda ABİDE‘mizin okul günleriyle Çeşme’nin Seyir Tepeleri’nde havuz başındaki yaz öğrenmelerinde her gün “Not Yet” diyebilmek ve “Not Yet”in temel prensiplerini uygulayabilmek bizden ne istiyor ?
Fazla bir şey değil. Biraz özen. Biraz emek ve asıl önemlisi “inançlı ilgi” için “hazır olmak”. İşte eklediğim filmin ana mesajı ve işte “Not Yet” için temel prensiplerin ortak alanı: Hazır mısınız ?
“Yavru Kurt“ların ya da “İzci Düşüncesi”nin yanıtı çok net: “Daima, daima, daima”. “Gelişen Zihniyet“i yaratmak için zorluk ve çaba ilişkisinde hevesi artırmak için: Elinizi görelim. Yapabilirsek eğer “... Şimdi’nin Zulmü“ne tutsak ettiğimiz çocuklarımızı “Henüz’ün Gücü” nün tadını çıkarma yolunda tutabilirsek eğer...” diye devam ediyor profesör hanım. Bu bakış bir çelişki değil mi ?
Daha düne kadar Eckhart‘a inanıp “Şimdi’nin Gücü” diyorduk. Hatta bunu kritik dönüm anlarında “NON” diye Elvis’e bağlıyorduk. On altı yıl önceydi. Yine Çeşme’deydik. CINOS‘un üçüncü evresinin ikinci perdesine geçmiştik. İstanbul ekibi devre dışı kalmıştı. Genç yöneticimizin patronu da gençti. İtalyan Bay Luca apayrı bir inceliğe de sahipti. Hem Çeşme’nin çimlerinde mükemmel bir konuk; hem de Milano’daki evinde fevkalade ev sahibiydi; ailecek. İşte ona “Emergency Management” çerçevesinde zorluk ve çabaları, umutları ve hedefleri aktarırken ana mesajım”NON” idi. Bir önceki yıl Uludağ’da “Oyunu Kuralına Göre Oynamak” mecburiyeti için MOB demiştim. MOB‘un açılımı “Mutually OBligation / Gönüllü Mecburiyet” idi. Bunun hemen öncesinde, aynı yılın başında “DOD1 / Do Or Die” demiştim. Otoritenşn havucu yoktu. Kırbaç elinde bekliyordu. Ölüm-kalım meselesiydi. Nitekim 30 hedefi gösterildi. Erişilemedi. Sazın sapı sahraya ince gelmişti. Herkes bildiğini okuyordu. Tıpkı ülkemin şimdiki hali gibi. Ertesi yıl Çeşme’de sahnede NON derken açılım da “Nov Or Never / Ya Şimdi Ya Asla” idi. Çünkü Çeşme 2002 geride kalanların varlıklarını kanıtlama yılıydı. Peki ne oldu da yaşamsal kritik anlarda “Şimdi’nin Gücü” derken bugün “Henüz’ün Hazzı” diyorum. Ben de mi dönek oldum acep ?
Değişen koşullara göre sahip olunan değerleri etkinleştirmek şart. Sınırları zorlamak gerek. Kimi zaman “yarın çok geç” olabiliyor. Ancak ABİDE’mizin yolu uzun. Beraberliğimiz 7/24 ve biz rol modeliz. Bu nedenle “sabırlı olacak kadar cesur; cesur olacak kadar sabırlı olmamız” gerek. Ya da Nezuş’un dediği gibi “elimiz kadife kadar yumuşak çelik kadar sert olacak“. Sadece elimiz mi ? Dilimiz, tavrımız, yüzümüz, gözümüz… Beden dilimiz; duruşumuz…Sonuç ?
Bu yazı bitmez. Okumaya sabır yetmez. Burada kesiyorum. Meraklısı Prof.Carol Dweck’in “Henüz’ün Gücü” başlıklı TED konuşmasını izlemesini öneriyorum. Açık ve aydınlık yollarda, öğrenme, öğretme ve öğrenciliğinizin keyif ve huzurla sürmesini, sağlık ve esenlik içinde kalmanızı diliyorum.
Öykücü