“…Dans edebilen kişiler, müziği duymayanlar tarafından genellikle deli zannedilir…Bilgeliğiyle ünlü, minnettar halkından her gün hediyeler alan Kralın doğum günleri tüm krallıkta kutlanırmış. Sonra büyük bir trajedi yaşanmış. Şehrin çeşmesinden akan kirli sudan içtiği için herkes delirmiş. Sadece kendine özel bir kaynaktan su içen kral delirmekten kurtulmuş. Kısa süre sonra, deli şehir halkı krallarının nasıl tuhaf davrandığından, yargılarının aptalca olduğundan ve bilgeliğinin de düzmece olduğundan bahsetmeye başlamış. Hatta pek çok kişi onun delirdiğine inanmaya başlamış. Kralın popülaritesi kaybolmuş. Sonra bir gün umutsuzca yalnız olan kral şehri ziyaret etmiş ve bile bile insanların su içtiği o çeşmeden su içmiş. O gece büyük kutlamalar yapılmış, çünkü halka göre “Kral yeniden akıl sağlığına kavuşmuş”…(Dan Millman / Bir Amaç İçin Yaşamak; 2000; 2011; Hayatın zor sorularına basit yanıtlar; Zihin soruları sorar fakat yanıtlar kalptedir;...31 Marttan bu yana ülkemde yapılan ve yapılmayanlara bakınca kimin akıllı, kimin deli olduğunu anlamakta zorluk çekiyorum)…”
Miniclip’lenen MASOMO’nun açılış seromonisinden seçmeler (04.04.2019); http://www.copcu.com/2019/04/03/yasam-bufesinde-musteri/; http://www.copcu.com/2019/02/14/yasam-bufesinde-sekiplus/
Merhaba
Elli beş yıl önce bugün (04.04.1964) nişanlanmıştık. Nişandan bir kaç ay önceydi. Fakülte birinci sınıfa başlamıştım. Rahmetli bakkal babam beni komşu kızı Nezuş’la Eşrefpaşa Hastanesi karşı sokağında yan yana, el ele görmüştü. Kızdı mı ? Şaşırdı mı ? Görmezden mi geldi ? Yolunu mu değiştirdi ? Nasıl bir tepki verdi anımsamıyorum. Birkaç hafta sonra “Bir Bilenle” durumu görüştüler. “Bir Bilen” de bizi sorguladı; inceledi ve Nezuş’un istenmesine karar verildi. “Söz keserken” talebe (işsiz) bir çocuğa kız vermek de apayrı bir cesaret konusuydu. Bunun en büyük destekçisi Nezuş’un her zaman öne çıkardığı mücadele gücü (inat derecesinde, ailesine direnişinde, sevgiye bana güvenişinde) idi. Ardından hemen nişan geldi. Evimizde birkaç aile dostumuzla 45 lik plak çalan bir pikap ve sadece “Portofino” ile dans etmekti. “Yüzüklerimizi kim taktı ?” diye sordu geçen gün Nezuş. Bu sorunun yanıtını bulamadım. Fakültenin bitmesine (1968) dört yıldan daha uzun süre vardı ve söz vermiştik ki mezun olmadan evlenmeyeceğiz diye. Sözümüzün gücü ancak bir buçuk yıl sürdü ve 19.09.1965 de evlendik. Talebe bir çocuk; işi bozulmuş bir bakkal baba ve yetersizliklerin için de bir de “Torun: Ümit (04.07.1966)” ard arda gelişti. Ne cesaret ! Neden bu koşullarda ailem evliliğe gönüllü oldu ve hatta teşvik etti ? Çünkü rahmetli babam hep şöyle derdi: “Bizim ailede babalar, dede olmadan, hep torun görmeden öldü. Torun isterem. Sizi evlendirelim mi ?”. Hani bir söz vardır ya: “Körün istediği bir göz, Allah verdi iki göz”. Biz de o an ve her an bunun değerini bildik; “evet” dedik. Ben dört yıl boyunca sadece ders çalıştım. Hiç bir dersten iki kere sınava girmedim. Tüm sınıfları birincilikle geçtim ve fakülteyi de birincilikle bitirdim. Nezuş annemle ev yönetmeyi, yoktan var etmeyi (Lavosier’e inat) ve mutfağın ustası olmayı öğrendi on yıl süren stajyerliğinde… Şükretmeyi öğrendik. Tasarrufu öğrendik. Direncimizi artırmayı öğrendik. Sınırları zorlamayı öğrendik. Küçük şeylerden mutlu olmayı, sarılmayı, öpüşmeyi ve çocuk yapmayı, çocuk bakmayı, sabırla sevgiyi birlikte yoğurmayı öğrendik. Dualarımızı artırdık; inancımızı sağlam kıldık. Bir lokması varken bizimle paylaşan babamdan iş güç sahibi olduktan sonra da ayrılamadık; minnet (mihnet) duygumuz hep ağır bastı, özellikle benden daha çok, Nezuş’ta. Rahmetli annem ve babam da hep bizimle “Gurur” duydu. Tıpkı bugün (04.04.2019) Mistral‘ın hem 40 ncı katında hem de Much&More’un atmosferinde gördüklerimden duyduğum “Gurur” gibi. Tıpkı Ümit’le başarılı bir yönetici olmanın ve CC da geçen 26 yılın son evresinde yabancı ülkelerde üst düzey sorumluluk almanın ürünlerinden duyduğumuz “gurur” gibi…Tıpkı bugün Mest‘leşen ve Mest’leşmeden önce hekimliği yan ürünlerle desteklerken liseden bu yana aldığı takdirlerle sevgili Profesör hekimimiz Eray’dan duyduğumuz “gurur” gibi…Daha ne ister insan ! Binlerce şükür ve şükran doluyuz yetmişi aşan yılların öğretilerinde yaşam gölünün karşı kıyısı görünürken…
Lütfen dikkat ! Buradaki “Gurur” ekranlarda gözümüze sokulan “Kibir” ile karıştırılmasın. Ne elli beş yıl önce ne de bugün hiç bir koşulda, pek çok başarının kutlamasında ve sonrasında hiç bir zaman kibirlenmedik. Daha çok, şükür ve şükran duyduk; şükür ve şükran dolduk artan dualarımızla… “Gurur “sözcüğü daha sonra, 1987 den bu yana ağırlıklı olarak öğrenme ve ustalık yolculuklarımda yer aldı. Dilime pelesenk olmuş “SSTC Öğrenme Yolculuklarının” ilk gününde yer alan “Satın Alma Dürtüleri (Buying Motives)“nden birisiydi. Müşterinin gururunu okşayan bir fayda sunabilirse satıcı, satın alma kararı vermesinde etkili olabiliyordu. Bunun için bir başkasının takdiri gerekmiyordu. Hommer Smith kitabında, doksan yıl önce Dr.Strong (Stronk !) isimli bir hekim (!) satın alma ya da kabul kararı verirken “Altı Temel Satın Alma Dürtüsünün” birinin baskınlığını yaşadığını ortaya koymuş. Bunlar;
1.Kazanç sağlamak (to make a gain): Sahip olmadığı bir şeye kavuşmak (Eİ’nun İstanbul’u);
2.Kaybetme Korkusu ( fear of the lost): Sahip olduğu bir şeyi kaybetmemek (BY’ın İstanbul’u);
3.Zevk (pleasure): Konforunu artırmak; sağlığına katkı sağlamak;
4.Dertten Sakınmak ( to avoid a pain): Takıntılı günler, uykusuz geceler geçirmemek; aklını sakin, salim tutabilmek;
5.Gurur (pride): Yaşanmış bir örnekle, bir öyküyle açıklayayım. Otuz dört yıl önceydi. Enstitüden özel sektöre yeni geçmiştim. Adana’nın rahmetli Sakıp Sabancı (SS)‘sı gibi Ege’de de bir iş adamı (AB) hızla öne çıkıyordu. Rahmetli AB o günlerde tarıma yatırım yapıyordu. Torbalı (İzmir) da büyük bir arazi (iki bin dönümü aşkın) satın aldı. Üzüm bağı kurdu. Arazinin ortasında bir tepe vardı. Oraya çalışanları (işçiler) için modern evler yaptı. Evlerin anahtarlarına birer altın takarak çalışanlarına verdi. Kendisi için de tüm bağı gören köşk gibi bir ev inşa etti. Camlı evden bağı 360 derece görebiliyordu (Mistral’ın 40 ncı katında da görüş 360 derece). Bu yapıların yarattığı olumlu etkiyle “Altıncı” Satın Alma Dürtüsü” olan “Toplum Beğenisini Kazanmak ( Social Approval)” ihtiyacını fazlasıyla tatmin etti. Bu arada “Kartal Yuvası” gibi olan evin camlarından her sabah bağlarına bakıp, yumruklarını göğsüne vurarak “Helal olsun bana !” diyerek kendinle gurur duydu. İşte kendi kendini takdir ettiği bu duygu “Beşinci Satın Alma Dürtüsü” olan “Gurur“du. Peki ya sonrası ! derseniz; çıkaracak öyle bir ders var ki bugünün mütahitlerinin durumuna benziyor. Altıncı dürtüyü de yazayım ve sonra öykünün “öncül ve ardılını” da açıklayayım.
6.Toplum Beğenisini Kazanmak (Social Approval): Başkalarının takdirini kazanma isteği
Rahmetli AB’nun bu tarımsal yatırımının öncesinde (Öncüller) Enstitü (BZMAE) ilişkileri var. Sonrasında (Ardıllar) ise “Güven ve Yönetim Beceri(ksizlik)leri” söz konusu.
Modern bağ kurmanın öncüllerinde öncelikli olan şaraplık yeni çeşitleri yetiştirmek amaçlanmıştı. Bunun için Fransa’dan asma çubukları getirmek istedi rahmetli AB. Danışmanı da rahmetli AA idi ki AA yıllarını Ege’ye, Ege’nin tarımına ve özellikle bağcılığına adamış, yurt dışı ilişkileri güçlü bir ziraatçıydı. Stajda bize hocalık da yapmıştı Menemen’deki deneme ve uygulama çiftliğinde. Sabahın köründe davudi sesiyle radyoda tarım programı yapardı. Sözü dinlenen bilgili, deneyimli ve usta bir tarımcıydı. Buna rağmen hem patron (AB) ve hem de danışman (AA) kuralları delmek, sınırları zorlamak için çok uğraştılar. O günlerde sahip oldukları politik güçle de (rahmetli Özal’a yakınlık) bunu becerdiler. Ne oldu ? Karantina yönetmeliğini deldiler. Ülkemize köklü-topraklı asma fidanları getirip yeni hastalık ve zararlıların bulaşmasına yol açtılar. Bunun vebalini de çektiler. Sanırım RKS buraya sahip olduktan sonra bağları yeni baştan tesis etti. O tarihlerde her ilişkide, her girişimde “Köşe Dönmece” modaydı ve kısa yoldan, by-pass’larla sonuca ulaşmak mübahtı. Rahmetli Özal bile “Benim memurum işini bilir” diyerek rüşvete göz kırpmaktan; “Bir kere ile bir şey olmaz” diyerek Anayasayı bile delmekten çekinmedi. Daha sonra “Aynı yolda yürüyenlerin” ve “Aynı yağmurda ıslananların” yolları ayrıldı; hısımlık kurmalarına rağmen. Sonun başı görülmeye başlandı. Yazımın önceki kısmında “Ege’nin AB ile Çukurova’nın SS nı” kıyaslar gibi yazdım. Hep söylerim rahmetli SS da sanayi ve tarıma yönelirken Adana’da Koza Oteli‘nin kurmaylarına karargah yapmıştı (tıpkı Masomo’nun Mistral’deki yapılanması gibi SS insan odaklıydı; insana değer veriyordu; insana yatırım yapıyordu). Rahmetli AB nu ziyarete gitmiştim Torbalı’daki çiftliğine; kendisini ahırda “B*k kürerken” gördüm. Belki de böylesi bir işin bile nasıl yapılması gerektiğini öğretmeye çalışıyordu. Ancak, demem o ki; rahmetli her işi kendisi yapmaya çalışıyordu. Kurmay ekibine ya güvenmiyordu ya da “Ben bilirim” diyordu. Onu ilk defa Enstitüde görmüştüm; müdüre gelmiş ve karantina yönetmeliğini delme çabasında direncimizi kırmak için baskı yapıyordu.
Sözün özü; gurur duymak iyi bir şeydir; kibir ise yedi ölümcül günahtan biridir. Hak edilmiş başarılarla gurur duyulmalıdır. Gurur duymak bir ihtiyaçtır. Bunu tatmin eden faydayı sunan satıcı da başarılı olacaktır. Bir başka “AA” ise, 31 Mart gecesinin ilerleyen saatlerindeki şaşkınlığından, göz göre göre yarattığı manipulasyon algısı etkisinden gurur duyabilecek midir ? Tek söz sahibi olması gereken kurul “AA benim müşterim değil” demekle “Toplum Beğenisini Kazanmak” yolunda olumlu bir etki yaratabilmiş midir ? Her neyse ! Az kaldı. “Başarı Fomülümdeki 2P” nin etkisine güvenerek biraz daha “Sabır ve Sebat” ya da “İnat ve Israr” göstererek gözümüzü dört açalım ve şu kritik süreci hasarsız kapatalım.
Bugün (04.04.2019) “3M” yapısı ve ortamında kırk kat yukarıda ve aşağıda gördüklerimden “gurur” duydum. Sadece “Penta Plus” için değil ülkem için de umutlarım arttı “CEO ve Mentor“un açılış konuşmalarında. Umarım “Spill-over Effect” ile “Süt taşar ve etrafına bulaşır” beklentisi ile daha nice oyun şirketi İzmir’in güzelliğinde Ülkemin potansiyelini eyleme geçirir; yurt dışına taşır. Neden olmasın !
Sağlık ve esenlik dileklerimle; yolunuz hep açık ve aydınlık olsun.
Öykücü