Yaşam Büfesinde “Satışçı”

“…Bu nasıl bir isim ? Hangi dilden ? İspanyolca mı ? Bilmiyorum abi; işte öyle bir isim…Bu para makinası para kazandırır mı ? Komisyon mu alıyor ? Hayır abi. Öyleyse neden satın alsın ki ? Bu para makinasına ne kadar ve hangi tür madeni paralar konabilir ? Bilmiyorum abi; sorayım…Her şeyi soracak mısın ?Bunun içine boyoz konabilir. Peki bu makinayı nereye koyacaksın ? Adam gider boyozu boyozcudan alır…Azerbaycan’da elma bahçesine gitmiştik ya ! Biz seninle elma bahçesine mi gittik ? Hayır seninle değil abi ben gitmiştim yaBen on beş dakikaya kadar gelirim…”


Kahvaltı sohbeti ve “Soruların Gücü” > Joseph O’Connor, “Sorular sahne ışıkları gibidir, karanlık yerleri aydınlatır” demiş.

Merhaba

Yukarıda yazımın girişindeki mavili ve kırmızılı kısımlar arka masada oturan iki gence ait. Kahvemizi içip eve dönüş için yola koyulmazdan önce masada tek kalan gence baktım. Yirmili yaşların sonlarına doğru yakışıklı, sinek kaydı traşlı ve çenesinde modernliğin göstergesi gibi keçi sakallı bakımlı ve topluca bir gençti. Yüzünde yaşadığı diyalogtan olumlu/olumsuz izler aradım; göremedim. Sevinç de göremedim öğrenme yolunda önüne çıkan engellerden; hüzün de göremedim yanıt bulamadığı sorulardan. Biraz sonra bu konudaki gözlemlerimi ve yorumlarımı paylaşacağım. Şimdi gelelim bugün bizi oraya götüren Cumartesi rutinlerimize.

Güneşli, serin ve fakat soğuk olmayan yirmi derece sıcaklıkta bir havanın çağrısıyla Çeşme’ye gitmemiş olmanın azıcık burukluğu içinde kahvaltımızı yaptık. Her ne kadar diyetisyen Fatma hanımdan öncekiler (Kent/2009 ve MedicalPark/2015) kadar hoşnut olmasam da dediklerini aynen uyguluyorum. Önerilen besinlerle yemeklerimizi tür, miktar ve zaman olarak yapılandırıyoruz. Bu düzen içinde kahvaltımızı yaptık. Köy yumurtası güzel değildi. Ben haklı çıktım. Damgalı yumurtamı yerken Nezuş bana bakakaldı ve bugün o yumurta hakkını yitirdi. Bundan böyle geçen hafta kirlilik ile köy yumurtası satan kadından bu hafta temiz oluşunu bunlar “kara tavuk yumurtası” dese de yumurta almadan pazardan döndü. İlk defa bugün Çiğli Pazarından en hafif, en programlı ve en kısa alışverişimizi yaptık. Günlük meyve tüketimimiz sınırlandırılmıştı. Öğleden sonra saat on altıda bir porsiyon meyve yiyorduk. Bu durumda bir hafta önce “geçmiş olsuna gelen” muzları ancak dün tüketebildik. Geçen hafta aldığımız iki adet nardan tadamadık. Ayva, elma ve pazartesi günü sitemiz pazarından aldığımız üzümler hala duruyor. Bu nedenle ilk kez pazardan meyve almadan döndük. Bu nedenle sepetimiz hafifti. Çarşamba Bostanlı Pazarına çıkılır diye düşünüp dört gün için akşam menüsü olan sebze aldık; miktarlarını azaltarak (ıspanak, lahana, şevketi bostan ve kabak; evde kereviz var ve patates, brokoli yasak). Bu nedenle de sepetimiz hafiflemişti. Pazar kısa sürdü. Henüz öğle olmamıştı. Pazardan dönerken öğle yemeklerinin protein menüsü için yine programlı alışveriş yapmaya karar verdik. Dostum, meslektaşım Prof.Dr.Abak’ın tavsiyesini anımsadım. Yolumuzun üstündeki Kent&Koop’a uğradık. Artık et fiyatları market ve kasaplarda aşağı yukarı aynı; elli lira civarında. Karar verdik. Yapabilirsek eğer gün aşırı balık olacak öğle menümüzde. O günlerde ben kahvaltıdan sonra tramvayla Karşıyaka çarşısına gidip balık alıcam. İnşallah sürdürebiliriz. Çünkü ben iki günde bir balık yemeğe pek hazır değilim. Peynir ekmeyi tercih ederim. Ancak bunu yapmam. Çünkü ikili beraberliğimizde disiplini bozacak en küçük bir sapma ile bile örnek olmam. Bugüne kadar da olmadım. Bu nedenle aynı rejimi uygulamamıza rağmen ben Nezuş’tan daha fazla kilo kaybı sağlıyabiliyorum. Sanırım bu da cinsiyet ve metabolizma farkındandır. Et menümüzü haftalık olarak (ve hatta gün aşırı balık olursa iki haftalık) tamamladık. Et tamam; ot tamam ve şimdi kahve zamanı…Kent&Koop’un restoranında vakti zamanında Keremgillerin konuğu olarak canlı müzik eşliğinde birkaç defa yemek yemişliğimiz vardı. Mekan bize yabancı değil. “Haydi gel kahveyi burada içelim” diyerek ilk adımı atınca Nezuş şöyle bir düşündü ve “Evde içeyim” dedi. Sevindim. Tercihimdir. Eve gelirken “Kafetaryada içersen eve gider kahve kavanozunu ve özel fincanını alır gelirim” dedim. Sevindi. Kafetaryamız Bülent’in de hayran kaldığı gibi çok güzel bir yer. Mekan güzel; havuz kenarında manzara güzel. Servis güzel. Gelenler güzel. İşte o mekanda havuzun kenarında kahve içerken arka masamda iki kişi konuşuyordu. Konuşmalara tanık oldum. Kulak kabarttım. Söylenenleri aklımda tutmaya çalıştım. Bu sözlerin aklımda kalanlarından, yorumsuz, olduğu gibi olanlarını yazımın girişine yazdım. Kırmızılar satışçının sözleri; maviler ise karşısındakinin. Karşısındakinin önce alıcı sandım. Sonra satışçıya danışmanlık yapan, yardımcı olan biri olduğunu anladım. Ben ona “danışman” diyeyim. Konuşma fazla uzun sürmedi. Danışmanın canı sıkıldı. Neden canı sıkıldı ? Çünkü satışçı dersine çalışmamış; yeterince hazırlıklı gelmemişti. Bir süre sonra kaçmak için “Ben on beş dakikaya gelirim” diye izin isteyip masadan ayrıldı. Arkasından baktım. Satışçıdan beş altı yaş daha büyüktü. Yüzünü görmedim. Diyalogun etkilerini yüzünden okumak isterdim. Arkasından gitmek geçti içimden. Yapmadım. Yapsaydım “abicim bu kadar hazırlıksız, ürünlerini bu kadar bilmeyen satışçı görmedim” derdim. Kendimi zor tuttum. Belki de yeni başlayan birisiydi satışçı. Bu kadarcık bir diyaloga dinleyici olmak, kahveyi kafetaryada içmiş olmanın bana ödülüydü. En azından bir yazıma konu oldu. Daha ne ister insan. Yaşamın her gününde eğitim; herkes öğretmen ve her birimiz öğrenciyiz. Bunu söyleyen Dr.Maslow doğru söylemiş. Sen yeter ki iste; sen yeter ki söylenenlerin ötesini de duyabilen iyi bir dinleyici ol. Her şey hemen senin yanı başında; uzaklara gitmeye gerek yok.

Satışçı ! Bizim buradaki yakışıklı satışçımız tek bir soru sormadı. Çünkü soru sormak için önce bilgi sahibi olarak sormaya hazır olmak gerek (R/Ready/Hazır/Bilgi). Yakışıklı satışçımız dersine çalışmamış. Çalışmayarak kendine yardımcı olamamış. Dolayısıyla danışmanın da pek fazla yardımı olmadı. Hep derim ya “kendine yardım etmeyene hiç kimse yardımcı olamaz” diye. Olamadı. Sıkıldı. Ara verme bahanesiyle “ya sabır” çekmek için uzaklaştı. Yakışıklı satışçımız soru sormak için yetkin değildi. Soru sorma becerilerini geliştirme öğrenme yolculuğuna (SSTC) çıkması gerek. Bu görünümde sahip olduğu yetkinlikleri beceriye henüz dönüştürmemişti (A/Able/Yetkin/Beceri). Bereket gizli tanık olduğum diyalogun sonuna doğru yakışıklı satışçımız soru sormanın önemini kavradı ve “abi sen bana kilit soruları öğret; ben not alayım ve yanıtlarını hazırlayayım” dedi. Böylece yakışıklı satışçımız bu görüşmenin ilerleyen anlarında soru sorma hevesini, isteğini geliştirdi. Bundan önce yakışıklı satışçımızın soru sorma isteği, hevesi yoktu (W/Willingness / İstek / Arzu / Tutum). Çok şükür ki danışmanın “Sabır Sınavının Sınırlarını (3S)” genişti. Çok şükür ki yakışıklı satışçı “Potansiyeli Açığa Çıkarmak (Pusulanın Batısı)” için içindeki “Cevher (RAW)” in farkına vardı. Bu düşüncelerin etkisi altında kahvaltı sohbetindeki konuşmamın sadece sorularla ilgili anlarından kısa bir kolaj yapıp yazıma ekledim.

Bugün, sıradan bir gündü. Rutininde sürdü. Dar alanda kısa paslaşmalar vardı. Kafamı kaldırıp çevreme baktım. Hem işimi gördüm hem de bildiklerimle duyduklarımı buluşturdum. Öğrenme yolculuğunun kurallarıyla dinleme ve soru sormanın önemini pekiştirdim. Bir yazı konusu oluşturdum. Nedense “satışçı” kavramı ve yan ürünlerine karşı fazla duyarlıyım. Geçen hafta İzmir Ticaret Odası(ITO)ndaki kahvaltı sohbetinde bir konuşmacı “sadece yaratıcı, teknik olmak yetmez iyi satışçı da olmalıyız” dediğini anımsıyorum. Buradan da “Hayatta yaptığımız her şey ya doğrudan satıştır veya bir biçimde dolaylı olarak satışa destektir” sözümü düşündüm. Bu düşünce ile “Başarı Formülümün” çıktısı olan “10S” i ikişerli beş grup yaptığımda şunlara karar veriyorum:

Başarı ikişerli “10S” ile kendini gösterecektir:

1.Grup: Success Stories > Başarı öyküleriniz olacaktır.

2.Grup: Strong & Sustainable > Başarılarınız güçlü ve kalıcı olacaktır.

3.Grup: Sales & Support > Başarılarınız satış ve desteklerinize yansıyacaktır.

4.Grup: Sound & Steps > Başarılarınız söylem ve eylemlerinizde yer bulacaktır.

5.Grup: Self Style > Başarılarınız size özgün tarzınızla şekillenecektir.

Kerem’in dediği gibi kendinizi “sistematik olarak sorgularsanız”; “uykusuz gecelere razı olursanız”; kapasite kullanımınızı artırıp yetkinliklerinizi geliştirirseniz, “10S” e ulaşırsınız. Kendinize sorun “Hayatınıza daha güçlü sorular katarak, bugünden yarınınıza neler katabilirsiniz ?” Şu soruları düşünün (HBR-Türkiye):

  1. Gün içinde davranışlarınızın çoğunluğunu otomatik bir refleksle farkında olmadan mı yapıyorsunuz?
  2. Beyninizin içinde kendinizi olumlu ve olumsuz duyguları düşünürken mi buluyorsunuz?
  3. Siyah ve beyazın yanında grinin tonlarını ne kadar düşünebiliyorsunuz?
  4. Özgürce hayal edip o hayallerin etrafında kendinizi konunuz her ne olursa olsun, farklı farklı seçenekler içerisinde mi buluyorsunuz?

Sözün özü; “Şu GAT Dünyada MASlaşmak için RAW mısınız ?” sorusuna yanıtlarınıza bakın ve gerçekten “Evet” diyorsanız kim tutar sizi; yolunuz açık ve aydınlık olsun.

Öykücü