Yaşam Büfesine “Dönüşüm (Sıraya Girmek)”

“…Yirmi iki futbolcu içinde kadınların en çok dikkatini çeken onlar. Neden mi ? Bir kere kılıklarının başkalığından. Her şeyi önce dış görünüşle değerlendiren kadın, dik yakalı fanila giyen, başına bir de afilli kasket geçiren çoğu zaman da uzun boylu olan bu adamı hemen öbür yirmi kişiden ayırıverir (22-1=21 ??? Bu uzun adamdan iki tane var. Kadının en azından bir adamlık seçim şansı var). Tek başına duran, durmadan yer değiştiren, koşuşan çoluk çocuğa göre daha ağırbaşlı, oturaklı ve bireysel olarak farklı bir makamı vardır. Ekip içinde kaybolmaz. Topu en yükseğe o çıkarır, planjon yapar kurtarır, bu arada yaralanır, baygınlık geçirir, dikkati birkaç dakika üzerinde toplar, yürekleri hoplatır, sonra topallaya topallaya kalkar, makamına geçer, başını ya da beline tutarak görevinin başına döner…”

Donanım (39) ve Yazılım (39) Meslek Gruplarının kahvaltı buluşması “Dönüşüm 1” (17.11.2018)

Merhaba

Bugün pazar. Ne zaman “bugün Pazar” desem aklıma hemen Yeni Asır gazetesinin yazarı rahmetli Özdemir Hazar düşer. Mekanı cennet olsun. Hem Özdemir beyin hem de gençliğimde Cumhuriyet ile birlikte elimden düşmeyen Yeni Asır’ın özlemi içindeyim. Nerde o günler ve o günlerin gerçek yerel yapılı gazetesi. Yeğenim rahmetli Ahmet Akgün de bir diğer yerel gazete olan “Ekspres (!)” de çalışıyordu. Ne yerelliğimiz kaldı ne de gerçeklere ve değerlere olan saygımız. Şimdi her şeyimiz magazin oldu. Yaşamın özünü yitirdik modern yaşamın dayatmalarında. Her neyse, demek istediğim bunlar değil. Bu ekstralar “Bugün Pazar” diye başlayınca kendiliğinden yazıya döküldü. Hoş görüle.

Bugün Pazar” derken biraz “dünden sonra” içindi, biraz da geçen bir haftanın getirdiği değişiklikler içindi. Geçen hafta bugün Çeşme’de camlı bölmede jakarandanın yeşilliğinde, hâlâ ağacın üstünde duran sarı limonların hoşluğunda ve beyaz/pembe karışımlı begonvilin yaz güzelliğindeki çiçeklerinde kahvaltı ediyorduk. Bir haftada mekan değişti. Çeşme’den Mavişehir’e geldik. Sezonu kapattık. Güze başladık derken kışa giriverdik. Bir haftada güzden hemen kışa geçiverdik. Sıcaklık on derece düştü ve üşümeye başladık. Bizim için sorun yok (tıpkı Konyalı Mehmet öyküsünü anlatırken “Benim için sorun yok. Çünkü benim…” dediğim gibi). Kaloriferler yandı. Mekan değişirken, iklim de değişti. Bu arada sağlığımızda da beklenti dışı bir olgu gecemizi gündüzümüze kattı. Bereket doktor çocuklarımız ve arkadaşlarının ilan ettiği seferberlik ile kontrol altındayız. İyileşme gayretimiz sürüyor. Yine de korkularımla ellerim her zamankinden fazla titriyor. Sadece ellerim mi ? Her işin başı sağlık.

Yazımın girişindeki mavili bölüm, Sunay Akın’ın son kitabı “Kalede 1 Başına”dan bir alıntıdır. Anlatılan kalecidir.  Kalecinin yalnızlığıdır. Donanım (39) ve Yazılım (79) Meslek Gruplarının İzmir Ticaret Odası İTO çatısı altında “Dönüşüm İçin Ekosistem” amaçlı ilk adımlarında beraberliğin gücüne vurgu yaparken filme eklediğim müzik “never be alone/asla yalnız olma” dır. Kaleci konusu da dünkü konuşmamın sonunda “değişim” için verdiğim bir örnektir. Yazımın sonunda değineceğim ya da yer kalmazsa eklediğim filmde sözlü olarak göreceksiniz. Dün İTO çatısı altında Donanım ve Yazılım Meslek Komitelerinin kahvaltı buluşmasına katıldım. “Dönüşüm” temalı bir konuşma yaptım. Bu konuşmamın bir bölümünü yazıma ekleyeceğim. Ekim ayından Kasım ayına ertelenince uzayan sürede konuşmamın çerçevesi aynı gibi kalsa da içerik daha doğrusu odak noktalarım durmadan değişti. Önce elli yılda şekillenen “Bohçam” öne çıktı ve “sürekli öğrenen kurum” olmaya dikkat çekmek istedim. Daha sonra “Uykusuz Geceler” ağır basıp “GAT ve Denge” konusunu işlesem diye düşündüm. Daha sonra “Noktaları Birleştirmek” desem ve “S4.0 Hazırlığı”na dikkat çeksem olmaz mı ? dedim. Daha sonra uzak dünlerden, belirsiz yarınlardan sıyrılıp bugüne, güncele baktım ve “Dönüşüm” de karar kıldım. İyi de yapmışım. Benden önce ve sonra konuşanlar da “değişim ve dönüşüm” odaklıydılar. Özellikle birlikte sahne aldığımız Şevket Akçay’ın “dijitalleşme ve fırsatlar” temalı konuşmasında “ortak hedefe bütünleşik söylem ve eylemlerle ekosistem içinde bütünleşik olarak ilerlemek” adına “dönüşüm” yerinde bir yaklaşım oldu. Sözlerimde tüm planladıklarımı yapabildim mi ? Daha iyi olabilir miydi ? “Herkese verir talkımı kendi yutar salkımı” olmasın diye toplantıdan hemen sonra kendimi “MAS Sorgusu” ile sorguladım: Neyi iyi yaptım ? Neyi yaparken zorlandım ? Neyi daha farklı yapabilirdim ?

Önce final olarak görüşüm: “daha iyi olabilirdi”. Eksik gördüğüm neler var ? Sembolleri, öyküleri anlattıktan hemen sonra vermeyi planladığım mesajları yeterince vurgulamadığımı gördüm. Bunun nedenlerini sorguladım. Birkaç neden gördüm. İlki gereğinden fazla hazırlık yapınca yoğunluğun dağıtıcı etkisini hesaplayamadım. İkincisi el kartlarını doğru kullanmadığımı anladım. Kartlara sadece kısa sözcükler yazmalıydım. Ben bunu hep yapıyorum. El kartlarını anımsatma aracı olarak kullanmada daha başarılı olmalıydım. Bunu yapmış olsaydım, “NKM (10-50-73)” ün ikinci mesajını daha net verebilirdim. Böylece ilk mesaj olan “sahip olduğunuz değerlerin farkına varın” sözlerini ikinci mesajım olan “Sadece ölçülebilen değerler gelişir. Ölçemezseniz yönetemezsiniz; ölçülebilir olun” demeyi unutmazdım. Bunun için el kartıma uzun cümleler değil, sadece “Değerler” ve “Ölçmek” yazsaydım kısa bir bakışla karttan bunları görür ve ikinci mesajımın vurgusunu unutmazdım. Bu kadar mı ?

Ne yazık ki; hayır. “MAS Sorgusu” sonrasında vermek istediğim mesajı da yeterince vurgulamadığımı gördüm. Çünkü “More And Smarter” dedikten sonra “Kapasite Kullanımı” ve “Yetkinlik Geliştirmeyi” öne çekecektim. Böylece ister Kobileri S3.0 ile dijitalleştirme ister bunu sağladıktan hemen sonra bütünleşik olarak S4.0 için ilk adımları atmak için “Gerçek Zamanlı Yetkinlikler” için “Sorumlulukların Dağıtılması” için ya da isterse “Birlikte Çalışmak” ve “Modülerlik” için hangi yetkinlikleri beceriye çevirmelerini saptamaları için mesajıma dikkat çekmeliydim. Olmadı. Çünkü el kartlarımdaki karmaşa ve sözcük yerine cümleler kısa bakışla görmemi engelledi. Bunu yapmış olsaydım soru-cevap bölümünde ortaya konan kimi eleştirel bakışlara da proaktif olarak destek vermiş olabilirdim. Konuşmacılardan birinin (Mehmet Bey) elektriğin kullanımıyla 1900 lerin başlarında S2.0 ile “Montaj Hattı ve Seri Üretim” konusundan örneklediği “Siyah T Serisi Ford ve istediğiniz renk araba sahibi olabilirsiniz; yeter ki istediğiniz renk siyah olsun” esprili sözlerine “MAS Sorgusu” ile özlemlere ve uyarılara açıklık getirebilirdim. Kısık bir sesle de olsa dile getirilen “önce hocaları eğitmeli” sözleri aslında gerçeğin ta kendisidir. On yıl önce CINOS’a veda etmeye hazırken bir miras bırakmak uğruna yoğun iki öğrenme  ve ustalık yolculuğu düzenlemiştim. Böylece yerime 4 yardımcı eğitmen bırakmayı amaçladım. Sanırım göle maya tutmadı. Eylül 2008 de ardışık olarak Afyonkarahisar ve Çanakkale’de gerçekleştirdiğim bu öğrenmelerin adı, SSTC idi. Blogumu okuyanlar bunun ne demek olduğunu bilirler. Satış becerilerine dönük görünse de aslında yaşam becerilerini öğrenmek için sıraya geçmek demektir. İşte o eğitimlerden birinde sertifika dağıtmak için gelen üst düzey yöneticiye de aynen dediğim gibi “önce yöneticileri eğitmek gerek”. En basitinden bugün ister bakanlıktan isterse İZKA’dan dişe dokunur bir fon, bir destek alıp da “Dönüşüm İçin İşbirliği” yolculuğuna çıkacak olan hocaların geçmişine bakıp hangi “Sanayi & Üniversite” beraberliğinden hangi yaşama, sahaya, pratiğe aktarılmış ve uygulaması süren başarıların olduğuna bakmak gerek. Önce başarı için, güven için “rol model” olup olmayacaklarına bakmak gerek. Birkaç yıl önce Kırkağaç MYO’dan gelen öğrencilerden birinin grup içinde sıyrıldığını gördüm ve  nedenini sordum. Meğer hem okuyup hem de bilişim pazarında bir şeyler üretiyormuş. Tıpkı Kerem’in lize ve üniversite yıllarındaki gibi. Kabul ediyorum; Kırkağaç küçük bir ilçe ancak mutlaka hem kendi hocalığı için hem öğrencilerine örnek olmak için oradaki hocaların mutlaka kendi interlandında bir yere  kendi uzmanlık konularını sahaya aktaran bir beraberliği olabilir, olmalı diye sorguladığımda hiçbir somut olgu göremedim. Bu konuda elli yıllık meslek hayatımdan gördüğüm en canlı örnek yıllar önce rahmetle andığım, her zaman özlemini duyduğum sevgili Prof.Dr.Oğuz Manas’ın Zirai Araştırma Enstitüsünden istifa edip (http://www.hurriyet.com.tr/prof-dr-oguz-manas-hayatini-kaybetti-40655683) Ege Üniversitesinde “Elektronik Hesap Merkezi”ni kurmuştu. Onun doçentlik deneme dersinde bulunmuştum. Hayran kalmıştım. Her zaman gülen yüzü ile her zaman yardımcı olmaya hazır ayrıcalıklı biriydi. Biz tüm ziraatçıların sevgi kaynağıydı. Rahmetli Oğuz hocam önce TEDAŞ’a ve daha sonra ekibiyle (ki içince İzmir Atatürk Lisesinden sınıf arkadaşım, Zeytinlik’ten mahalle arkadaşım, İngiltere’de yüksek eğitim gören Prof.Dr.Şaban Eren de vardır) sanayinin pek çok koluna hizmet veren ve bunu da “Fortran Delikli Kart” sisteminin zorluklarıya başlatan, gerçekleştiren Oğuz hocamın ki gibi Üniversite işbirliklerine kurban olayım. Nerdeee ! Yine de dün umutlandım ve meslektaşımın, dostumun, Oğuz hocamın gayretleri gibi girişimler olacak diye u mutlandım. Yeter ki… İnşallah böyle gelişir. Ama bunun için önce sanayi ve bilişim beklentilerini hocalara doğru ve tam iletmesidir. Yoksa oradan gelecek standart eğitimin dayatmalarında umut kırıklıkları yaşanabilecektir. Gelelim tekrar MAS Sorgusu sunumumda eksiklik olarak gördüğüm konuya. Demek istediğim; önce “Kobi & Bilişim” beraberliği ile (belki de Ferzan Beyin sözünü ettiği “Olgunluk Seviyesi Tesbiti” çalışmasının kendisi ya da öncülü ya da ardılı budur)Sanayi & Üniversitesi İşbirliğinde” değişme ve dönüşme için eğitim ve öğretime konu olacak temel gereksinimleri daha doğru belirlemeye dikkat çekebilirdim. Olmadı. İnşallah bir başka bahara ve “S.40 & AKUKASOS Kardeşliği” temasında çekebilirim. Neden olmasın ?

Bu kadar mı ? “NKM” de, “MAS” da mesajımın vurgusunu yeterince yapamadığım gibi son slaytımda “Dilek & Güç” gözü çıkaracak kadar büyük ve yalın görünmesine rağmen “Size hiçbir dilek verilmemiştir ki beraberinde gerçekleştirmek için gerekli olan güç de verilmemiş olsun” demeyi unuttum. Neden ? Sanırım “Yan Ürün” olarak sahne alınca “Ana Ürüne” zaman borcum var gibi geldi bana ve hemen bitirme, fazla zaman kullanmama ve kısa kesme kaygısı içine girdim. Halbuki grubun, katılımcıların sürekli yüzüne ve gözüne baktığımda ilginin sürdüğünü ve merakla dinlemenin devam ettiğini görüyordum. Rahat olmalıydım. Olamadım. Bu da “Aşırı Duyarlılık Hatası”. Bu mesajı atlamamda da yine el kartlarımı yapılandırma şeklim etkili oldu.

İki konu daha var “MAS Sorgusu” sonunda sunumumda “hedef ve gerçekleşme farkı” olarak yetersiz gördüğüm. Bunlardan biri hemen çıkışta otoparka giderken Kerem’e söylediğim gibi Konyalı Mehmet öyküsünün sonunda vurguyu ve akılda kalıcılığı artırmak için söylemem gerekendi. Bu öyküyü bugüne dek belki on kere anlattım. Bugüne kadar dokuzunda hep söyledim, hiç unutmadım. Peki dün neden unuttum ? Yorgunluk mu ? Fazla odaklanma mı ? Konyalı Mehmet öyküsünü anlatıp anlatmama ikilemi mi ? Yine el kartı konusu mu ? Halbuki her zaman şöyle yapardım: “Binin arabaya götüreyim” dedikten sonra beş saniye bekler ve “Sessizliğin Gücünü” kullanarak tebessüm ya da gülme etkisini yakaladıktan sonra “O gün bugün hep düşünürüm; Ankara’nın nerede olduğunu bilmek mi yoksa Ankara’ya gidebilmek mi  daha önemlidir ? diye” derdim. Dün neden bu vurguyu unutup hemen “acta non verba / laf değil eylem” e geçtim ? Aklımdaki gereksiz yükler nelerdi ? Neden kayıt yaptırırken zor yazdım ve ellerim aşırı titriyordu ? Neden su içmek istediğim halde bardağı dudaklarıma kaldırmaktan korkuyordum ? Halbuki Adabeyli rahatsızlığına rağmen ve evde çoluk çocuk hizmet beklerken, uykusuz bir gece sonrasında sadece ben konuşmacıyım diye gelen, hem de erkenden gelen Kerem için şükran doluyken neden yorgunluklarım vardı ? Araba park etme kaygısını uzunca bir süredir dert etmenin iç kaygısı mı ? Yağışlı bir havada tee Dalyan’a park edip de taksi ile gelme çabamda iki taksinin de “kısa mesafeye gitmem” deyişinin iç dünyamdaki “ya sabır” çekişimin yan ürünü olarak huzursuzluğumun sürmesi mi ? Belki de hepsi bahane. Hani hep derim ya; “bilinçaltı bir eylemde bulunur ve bilinç daha sonra ona bir kılıf uydurur”. İşte belki bunların hepsi o hesap. Her neyse. Asıl unuttuğum için hayıflandığım dördüncü konu “GAT Sorgusu” sonunda pusulayı elime almayışımdır. Bunu yapsaydım ne olacaktı ? Ne işe yaracaktı ?

GAT Sorgusu”nu yaptıktan sonra pusulayı elime alsaydım, S4.0 a doğru “Beraberliğin / Ekosistemin Gücü” için, “Ortak Hedeflere” doğru “Bütünleşik Eylemler” için, “Öğretirken üretmek ve üretirken eğitmek” için “Yeni Network içinde sorumlulukların dağıtılması” için “Kobiler ve Bilişim” için “Sanayi ve Üniversite İşbirliği” için “GAT Sorgusu”ndaki dört soruyu pusulanın dört yönü için tekrar tekrar sorardım ve kendilerini sorgulamalarını isterdim. Nasıl mı ?

Pusulanın kuzeyine “Set Direction / Yönü Belirleme”yi yerleştirip S3.0 ı tamamlamak ve S4.0 a adım atmak uğruna söylenenleri bütünleştirip “Yol Haritası” ya da “Eylem Planını” daha somut ortaya koymalarını ve gruba umut ve güven vermelerini öne çekerdim. Yazım uzadı. Bu nedenle pusulanın diğer üç yönündeki “GAT Sorgulaması” bir başka yazıma kalsın.

Sağlıcakla kalın ve öğrenme, ustalık yolculuklarınız açık ve aydınlık yollarda esenlik içinde geçsin.

Öykücü