Yaşam Büfesinde “Eğitim ve Değerler”

“…Education was the most powerful weapon to change the world / Eğitim dünyayı değiştirecek en güçlü silahtır…Değerlerden yoksun bir eğitim faydalı olmaktan ziyade, insanı daha zeki bir şeytan yapıyor. Her zamankinden çok insan, her zamankinden fazla eğitim aldıkça dünya daha iyi bir yer olmuyor ve insanlar daha iyi veya daha mutlu olmuyor 

Beş gün önce (28.07.2018) sanal ortamdaki film ve bahçemizdeki keyif

Merhaba

Beş gün önce, 28 Temmuz günü ZM 68 WhatsApp Grubumuzda kısa bir video paylaşıldı. Film çok hoşuma gitti. WhatsApp’tan laptopuma aktarmak istedim. Beceremedim. Dün oğlum Kerem nasıl yapılacağını öğretti. Bilgisayarıma aldım. Kare kare oynattım. Dikkatlice izledim. Her sözü defterime yazdım. Çünkü ben yazarsam öğreniyorum. Benim öğrenme yöntemim, tarzım, stilim yazmak. Umarım biri Amasyalı Mehmet’i hatırlayıp da “stilimi öpmeye” kalkmaz. Kalkarsa da canı sağ olsun. Bu da bir ilginin işaretidir sonuçta. Bu kısa filmi neden önemsedim ? Neler gördüm ? Neler beni nasıl etkiledi ?

Bu film 28 Temmuz günü paylaşıldı. Kim, ne kadar önem verdi ? Kimler izleyip üzerinde düşündü ? Düşünmeye değer gören oldu mu ? Yoksa sıradan bir söz mü düştü dudaklara “Güzelmiş“. Filmi değerli sınıf arkadaşım Alev Küner paylaşmış. Filmden yola çıkıp bağlantıları araştırdım. Yazımın girişindeki mavili sözler Nelson Mandela‘ya aitmiş. Kırmızılı olanlar yazar (1898/1963) C.S.Lewis’e aitmiş. Bay Lewis’in “Narnia Günlükleri: Aslan, Cadı ve Dolap” isimli kitabı olduğunu gördüm. Kitabının filmi çekilmiş. Ülkemizde tiyatro oyunu olarak da sahneye konmuş. Yeşilli olanlar ise bilge (!) nin Mandela’nın sözüne olan itirazı. Filmdeki konuşana ben “Bilge” dedim. Kimdir, bilmiyorum. Bir yerinde Bhagavad Gita kitaplarını gördüm. Merak ettim. Internette araştırdım.  Ve

“...Bhagavad Gita, dünyanın en uzun destanı olarak bilinen Mahabbarata’nın on sekiz bölümünden birisi ve destanın kalbidir. Mahabbarata destanı bize kardeş çocukları arasındaki iktidar ve adalet mücadelesini anlatırken Bhagavad Gita çok daha büyük bir mücadeleyi, insanın korkularına, arzularına ve içindeki karanlığa karşı olan savaşı hoca ve öğrencisinin ağzından anlatır. Bhagavad Gita’da kendinizi, güçlü ve zayıf yönlerinizi görecek, kendi varlığını fethetmenin eşiğinde olan İç Savaşçı’yı hatırlayacaksınız...” notlarından etkilendim.

Filmden aklıma yerleştirmek istediklerimi yazacağım. Bundan önce “eğitimin dünyayı değiştiren en güçlü silah” oluşu yargısına değinmek istiyorum. Bugün uzaklardan “parmağını sallayan biri var”. Hangi parmağını ve nasıl salladığını Murat Muratoğlu dünkü köşe yazısında anlatmış. Bizimkiler parmakla gösterilmeyi maharet sayıyorlar. Bizi hâla seçim atmosferinde uyutmaya çalışıyorlar. Dolar beş lirayı aştı. Papaz uçmak için bekliyor. Pek yakında “papaz uçtu” diyecekler. Ege Bey çok güzel yazmış. Papazı “İstenmeyen Adam” ilan ederek işin içinden çıkmamızı önermiş. Çok doğru yol göstermiş. Hem erkeklik bizde kalır hem de ortalık yumuşar. Bizimkiler  gazımızı almaya çalışıyorlar. Uzaklardaki adamla bizimkisi aynı tornadan çıkmış gibiler. İkisi de efe. Birisi paralı efe; diğeri çakma efe. Çünkü biz bitmişiz. İş adamlarını temsil eden birliğin başkanı dünyaya ilan ediyor: “40 milyar doları olan gelip bizi satın alabilir” diyor. Bu ne güçsüzlük sergilemektir. Bu ne aymazlıktır ? Böyle bir şey olabilir mi Allah aşkına ! Bu nasıl okumuşluktur ? Bu nasıl bir eğitimin yansımasıdır. Bu sonuçlar mı eğitimliyi “Zeki Şeytan” yapıyor ? Şeytan bunun neresinde ? Boşuna değil üniversite sınavlarında fizik sorularında başarı ortalamasının “1”den küçük olması. Akıl alacak şey değil. Daha çok eğitim ve daha berbat sonuçlar. Çok şükür ki biz sevgili Eren’le hedeflediğimiz güzelliklerin barajını aşıyoruz. Koç ve/veya Sabancı yoluna giriyoruz. Seneye de Barış’la umutluyuz. Bireysel kurtuluşumuz bizi pek fazla teselli etmiyor. Çünkü ülke olarak batıyoruz. Bugün beş lira olan Doları yarın on lira olmaktan vazgeçirecek ne kaynak var, ne güç var ne de AKUKASOS Kardeşliği. Tek adamın işi şimdi daha zor. Bütün vebal onun üzerinde. Artık bahanesi, mazereti de yok. Allah onun da yardımcısı olsun. O batarsa biz de batarız. İnce takımı da tam bir fiyasko. Meral hanım küskün ve zorla “os…tan b*k“çıkar derdi eskiler.  İnceye güvenmiştik. İncelik göstereceğine inanmıştık. Adam bu denli yalan konuşabilir mi ? Dün “hayır” dediğini bugün gerçekleştirmek için tam gaz gidiyor. Altı ok hâlâ aynı kanibalismi yaşıyor. Kendini yiyor. İyi ki oylarımız seçilmelerine yetmemiş. Yoksa Bektaşinin şarap misali daha da kötüsüne mahkum olacakmışız. Demek ki her işte bir hayır var. Şöyle bir silkinebilseler. Nerde onlarda o yürek !

Ben sadede geleyim. Beş gün önce ZM68 de film paylaşılırken Çeşme’deki bahçemizde bir veda yemeğimiz vardı. Amerika’dan gelen yeğenim Alper ve oğlu Connor ertesi gün “Ülkelerine (!)” dönüyorlardı. Nezuş’un hünerleri ve Copcuların katılımıyla neşeli bir yemek oldu. Değerlerimizi yaşatmaya çalışıyoruz. Bülo’ya takıldık. Gülmeyi unutmamaya çalıştık. İşte o güne ait karelerle sevgili Alev’in paylaştığı filmi montajladım, kolajladım. Yazımın başına ekledim. Şimdi filme döneyim. Neden eğitildikçe insanlar daha mutlu, daha iyi olmuyorlar ? Neden eğitim arttıkça dünya daha iyi bir yer olmuyor ?

Bu soruya net bir yanıt veriyor bilge. “Çünkü” diyor bilge “Bugün eğitim sadece bilgiyi yayıyor“. Ve bilge “Bugün eğitimin değerlerin yayılmasıyla bir alakası, ilgisi yok; değerlerimizi aktarmıyor” diye devam ediyor. Bilge haklı. Hele bir de bizim ülkemizdeki eğitime ve dayatmalara bakarsak neler görürüz ? Sözcü’de Yılmaz’ın köşesine bakın ve “X,Y ve Z Kuşağı” nın anlatılan özelliklerini düşünün. Bu nedenle “Z Kuşağının Mütedeyyin Aileleri” bile kaçıyor İmam Hatipli olmaktan. Bu nedenle İmam Hatiplerin yarısı boş kalıyor. Maymun gözünü açtı. Aklı başında herkes başarının nerede nasıl filizlendiğini çok iyi görüyor. Eğitim değerlerin yayılmasını sağlamalı ki… Peki hangi temel değerler ?

İşte bilge, bunları “Essential Ingredients of Education/ Eğitimin Temel İçerikleri” olarak 10 maddede toplamış. Bunlar

1.Alçak gönüllülük (humility): Eğitim bizi alçak gönüllü olma yolunda tutuyor mu ?

2.Kibirsizlik (Pridelessness): Burada biraz düşünmek gerek. Neden mi ? Doksan yıl kadar önce Dr.Strong (!) insanların kabul dürtülerini altı grupta toplarken bunlardan birini “Pride” olarak özellikle belirtmişti. Biz buradaki “Pride” ı “Gurur” olarak çevirmiştik. Gurur duymayı, kibirli olmaktan ayrı tutmuştuk. Yine de bu ince ayrıma dikkat etmek gerek. Gurur duyacak işler yapmayı isteriz. Bunun için bir şeyleri kabulleniriz. Buna dayalı olarak satın alma dürtümüzü etkinleştiririz. Buradaki kibir, gururdan ötede “kendini beğenmişlik” ten doğan zafiyet durumudur. Sanırım bugün bizi parmakla gösterilen ülke noktasına getirip de bununla övünmek sadece ve sadece kibirdir. Hatta boş bir kibir; zararlı bir kibir.

3.Şiddete baş vurmama (non-violence): Her geçen gün artan şiddetle eğitim arasında birileri bir korelasyon ortaya koydu mu ? bilmiyorum. Ancak “Su Terazisi” ni anımsıyorum. Finlandiya’yı kıskanıyorum. “Beyaz Zambaklar Ülkesi”ni özlüyorum. Eğitimle daha “Zeki Şeytan” olan insandan korkuyorum.

4.Hoşgörü (Tolerance): Beni takdir eden Ali beye kızmıyorum. Ali Beyin “…ama” sına tepkimi yersiz buluyorum. Bu konu bir başka yazımın bir paragrafı. Çok uzun bir yazı hazırlıyorum. Adına “Öyküm” dedim. Yetmiş dörde yaklaşan yıllarımın evrelerini yazıyorum. Kolay biteceğe benzemiyor. Uzunca bir süre kuluçkada kalacak. Her sabah sahili temizlerken tekrar tekrar revize ediyorum. Redakte ediyorum. Kıvamına gelmedi. Formunu bulmadı. Bir gün olacak diye umutluyum. İşte “Ali bey beni neden takdir etti ? ve ben neden ona kızdım” sorusunun yanıtı o yazıda olacak. Şimdilik burada gizemiyle kalsın. Her sabah sahildeki çöpleri topluyorum. Kirletenlere kızmıyorum. Karanlığa küfretmiyorum. Hoşgörüm beni rahatlatıyor. Dilime pelesenk olmuş bir mısra düşüyor: “Ben her zaman böyle değilimdir ha / Haftada birdir benim ahmaklığım” gibi bir şeydi. Nereden geldi ? Nasıl aklıma takıldı ? bilmiyorum. Çöpleri toplarken bir işe yaramış olmanın hazzı ile rahatlıyorum. Dün sahildeki herkes bana katıldı. Kendimle gurur duydum. Kibirlenmedim.

5.Sadelik (Simplicity): İşte favorim bu. Bunu herkes yapabilir. Bu para istemiyor; pul istemiyor. İnanç istiyor. Tek sıkıntı sadeleştikçe defolar ortaya çıkıyor. “Çok laf yalansız, çok mal haramsız olmaz” misali sadeleştirmek maharet istiyorum. Bir şeyleri karambole getiremiyorsun. Gargaraya yer kalmıyor. Olanaksız mı ? Hayır. Hedefinde sadeleştirme olursa ve emek verirsen bir biçimde gerçekleşiyor. İnce’ye bak doğruyu bul. Adam gibi adam olabilmenin yolunda ilk adım: Sadeleşmek

6.Temizkalplilik (Cleanliness): Buna “arılık” da demiş bilge. Bu da “Niyet ve Zihniyet” meselesi. “Niyetin Safiyeti” konusu. Hani bir zamanlar yazmıştım “İnsanın da TSE si olmalı” diye. İşte öyle bir şey “temizkalplilik”. Ne düşünüyorsun ? Ne yapmak istiyorsun ?

7.Kendini kontrol etme (Self-Control): Yaptığımı sanıyordum. Yanılıyormuşum. Pazartesi İzmir’e gittim. Eniştem vefat etmiş. Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun. Cenaze namazına katılmak için adresi verilen camiyi arıyorum. Bunaldım. Google’a bile kulak veremedim. Gözümün önündekine inanmadım. En basit yolu en karmaşık hale getirdim. Neden ? Kendimi yeterince kontrol edemediğim için. Pek çok ciddi konuda kontrol mekanizması çalışırken böylesi basit bir konuda elim yüzüm değişti. Bunun üstüne bir de dostum Aile Hekimim beni zor yola sokmaz mı ? Ona inandım. Ona güvendim. Önerdiği yolda olmadık olaylar yaşadım. Bunaldım. Yine kendimi kontrolde başarılı olamadım. Bana göre belki de en zor olanı bu ve bence eğitimden öte bir konu.

8.Feragat (Renunciation): Vazgeçebilmek. Bağışlayabilmek. Haklıyken yolundan dönebilmek. Özveriden de ötede bir iç savaştan sıyrılabilmek. Öyle her baba yiğidin işi değil. “Benim” ya da “Ben haklıyım” baskısının böylesine arttığı bir dünyada gel de feragat et ! Karşılıksız sevgi gibi bir şey. Aslında yapmak çok zor değil de çevrenin değer yargılarına katlanabilmek çok zor. En basitinden “enayi” damgasını hazmedebilmek. Eğitim mi yoksa olgunluk mu ?

9.Kendini farketmenin önemini anlamak ( Accepting the Importance of Self-Realisation): İşte bu tama bana göre. Ben hep söylüyorum “Kendinizi sorgulayın. Sahip olduğunuz değerlerin farkına varın. Farkıdalığınızı geliştirin. Özgüveninizi artırın. Kendinizi motive eden nedenleri bulun ve etkinleştirin“.

10.Mutlak doğruyu aramak (The Search of Absolute Truth): Nirvanaya erişmek için önce “Mutlak doğru nedir ?” sorusu üzerinde düşünmek gerek. Bunu netleştiremezsen bulduğunu da anlayamazsın. Arayış içinde kaybolup gidersin.

Peki bunların, bu filmin bizim bahçemizdeki yemekle ne alakası var ? Aslında alakası yok gibi bir şey. Sadece “değerleri yaşatmak” adına bir bağıntı kurulabilir. Öte yandan yapmak istediğim iki grup içinde biraz ilgi yaratabilmek. Gruplardan birisi “Copcular” ; diğeri de ZM68. Ki amacım sevgili Alev’in paylaştığı bu kısa film arada kaybolup gitmesin. Üzerinde düşünülsün. “L4” adına bir iz bıraksın. “L4” ü anımsıyor musunuz ?

“L4” Bay Covey’in “Yaşam Kısa, Öyleyse…” filminin dört temel öğesinden birisidir. “L4/Legacy/Miras” demektir. “Yaşamak (Live: 1)” için çalışırız; “Sevmek (Love:2)” için çabalarız; “Öğrenmek (Learn 3)” için uğraşırız ve sonuçta amacımız bir miras bırakmaktır. Bu temel yargıyla bilgenin sözlerini ve aynı gün yaşadığımız Nezuş’un hünerlerini buluşturdum.

Yolunuz açık ve aydınlık olsun. Mirasınız bereketli olsun. İzleriniz daim olsun. Sağlıcakla kalın.

Öykücü