Yaşam Büfesinde “Kontünü Densizler”

Zengin Kayserili üniversiteyi bitiren oğluna sucuk fabrikasını gezdiriyormuş. “Bak oğlum bizim fabrikamızda kontünü sistem vardır. Fabrikamızın bir kapısından sığır girer ve diğer kapısından da sucuk çıkar” deyince oğlu babasına dönüp “Peki baba; bu tarafından sucuk soksan diğer tarafından sığır çıkar mı; böyle bir şey olur mu ?” diye alay etmek niyetiyle sorunca babası kızgınlığını gizlemeye çalışıp dayanamamış ve Allah’tan sabır dileyerek “Olur oğlum” demiş ve devam etmiş “İşte annenle biz seni böyle yaptık” demiş…”

Ocak 1993 / Singapur / Küçük evimde 2 oda var ve… Küçük evim bir milyoner için köşk sayılmasa da sevgili arkadaşların komşu odalarında mutluluk var; doyum var; şükür ve şükran var 73 yıldır

Merhaba

Sizce yukarıdaki diyalogta “oğul mu densiz, yoksa baba mı ?“.

Bugün Cuma hutbesinin ve vaazının ana mesajı “Ameller niyetlere göre değer kazanır” idi. Hep söylediğim gibi “Ne düşünüyorsun, ne yapmak istiyorsun ve ne yapıyorsun ?” ya da iki sözcükle “Niyet ve Zihniyet“. Bu düşünce tarzı “Üç Sembol”ümden biri olan “Pusula” nın dört yönünde yer alan dört kavrama ait “Dört Sorgulama Türü“nden biri olan CUMUCAWI nin bir başka ifade edilişidir. Cuma vaazında Çanakkale Savaşı anlatıldı. Kahramanlık destanı Seyit Onbaşı ile sınırların aşılması, gücün maksimize edilmesi, inancın ve imanın etkisi anlatıldı; birler hanesine kadar detaylı olarak tarafların asker sayısı verildi. Bir tek rahmetli Mustafa Kemal Atatürk’ten tek söz edilmedi; adı anılmadı. Bu da bana “Densizlik” gibi geldi.  Yetmiş üç yılımda zaman zaman yoğunlaşan ya da durup durup sürgün veren “Densizler“e yer verdim bugün Cumadan sonraki Çeşme limonluğumdaki bu yazımda. Neden ve nasıl gelişti bu çerçeve ?

Önce yazımın girişindeki öyküye (!) dönelim. İki anahtar sözcük var biri: “Densiz” ki en yalın anlamıyla “Yakışıksız ve saygısızca davranan” demek.  Bence bundan da öte densizlik ve yan ürün olarak da en çok “Küstah ve Terbiyesiz” oluyor densizler. Yerlerini, sınırlarını bilmiyor densizler. “Densiz deve kuyruğu deh demeden sallanır” diye şekillenmiş özlü sözü düşününce densizliği biraz daha yakınlarımda aradım… Girişteki mavili kısımdaki diğer anahtar sözcük de “Kontünü/Sürekli,Kesintisiz” demek ki bunu da Fakültedeki Gıda Teknolojisi derslerinden anımsıyorum (Allah rahmet eylesin hocam Prof.Dr.Mustafa Uluöz’ü anımsadım). Un fabrikası ya da salça fabrikası gibi bir uçtan buğday ya da domates girip de diğer uçtan makarna ya da salça çıkışı gibi kesintisizliğin ve adım adım ilerleyişin anlatı mı idi elli yıl önce “kontünü” sözcüğünün bendeki izleri… İki anahtar sözcük birlikte olup da “Kontünü Densizlik” olunca bu ne menem bir şeydir ? derseniz benim yanıt vermeme gerek yok; her gün gözümüzün önünde bangır bangır bağırıyor. Nereye, ne zaman, nasıl ve neden saldıracağını bilemeden çuval çuval incirleri mahveden günlük gelgitlerin girdabında aklımızı ve ruhumuzu yoran onca kontünü densiz var ki gidip de küçük bir grubun içinde aramak gerekmiyor. Ne var ki sen aramasan da o densiz gelip seni buluyor. Halbuki birkaç merhabadan ötede bir samimiyetimiz yok. Sınırlarımız belli. Birlikte alkollu/alkolsuz bir yemek sohbetimiz yok. Aynı platformda yer aldığımız bir iş, bir görev beraberliğimiz yok. Ne bir çıkara ortak giden yoldayız ne de bir çıkar çatışması içindeyiz. İlk yakınlaşma mesaj ve telefon görüşmesinde başladı densizliğin ilk sinyalleri. Köy konulu, Enstitü sözcüklü yazımı ve yaklaşımımı beğenmemiş. Beğenmesi şart değil; sorun da bu beğenmeyişde değil.  Sorun “maksut ve uslup” ta. “Çeşme Köyünde mi yaşıyorsun ?” sözlerini yineleyerek sözde laf çakmaya çalışıyor. Biz aynı kulvarın yolcuları değiliz ki ! İçine bir de sadece “şarap” sözcüğünden huylanarak eklediği sözler var ki “Basiret”im bağlanmasaydı o anda diyalogu bitirmem gerekirdi. Bunları görünce “Uzak durmakta fayda var” diye düşünsem de hastalık için şifa dileme, torun için gözün aydın deme ve de ardından her nasıl olduysa uğradığı bir darp (!) olayını duyunca geçmiş olma dileklerimi iletme şeklinde doğal olarak yeniden gelişen diyalogta yine bir “Dibe Vuruş” yaşandı. Kısa bir mesajıma yazdığı destan (fetva) ile ne şarap kaldı ne rakı, ne solucan kaldı ne bal ; ne para isteme, ne bağışlama ve türlü çeşitli zırvalıklar… Ve ben de ilişkimi, iletişimimi sildim; bitirdim; kabul kapılarımı kapadım. “Enerji Erozyonu“ndan sakınmaya çalıştım. Sonuçta arkadaş ve dostlarımı seçme özgürlüğüm var. Bunu yapmalıyım. Çünkü “Küçük evimde iki oda var; biri sevgiye diğeri de arkadaşlara” diye yazılı olan ve 1993 yılında Singapur’dan aldığım ve 25 yıldır duvarımın baş köşesinde asılı duran seramikteki gibi (yazımın başlarındaki ilk görsel). Seçimlerim doğru olsun ki biri arkadaşlarıma bakıp da beni değerlendirirken gereksizliğe kurban gitmeyeyim. Yirmi altı yıl önce de benzer yedi yıllık densizliğe nokta koyma anlarımı anımsadım. Nasıl mı ?

Pazartesi günü Çeşme’den İzmir’e dönüp NETMOTESMART2018 toplantısında hazır olacağım. Çerçevemi ve ana mesajımı toplantı moderatörüne gönderdim. Ana mesajım “Sadece ölçülebilen değerler gelişir” olacaktır (Kontünü Densizliğin de ölçülebilen bir değeri var mıdır ?). Ayrıca yeni Satış ve İş Geliştirme Direktörü (SİGD) nün özellikle güçlü “networking/iletişim ağı, etki alanı” ile sıçrama yapan şirketin kurumsallaşma yolculuğunda “Yapı/Sistem/İnsan Üçlüsüne Yapılan Yatırım Geri Dönüşü (ROI)” için ölçülebilmeyi netleştirmek için bir örnek bulayım, vereyim düşüncesiyle birkaç gündür Çeşme-Çatı-Çeyizlerimden arayış içindeydim. İlk adımım “One Sheet Strategy/Bir Sayfalık Strateji” için CINOS’taki 24 yılımdan özgün örnek aradım (Yazımın sonundaki görsel). Neler buldum; neler gördüm ve “Kontünü Densiz” için ?

Örnek olmak istediğim konu “Bir Sayfalık Strateji” içinde yıllık programla bütünleşik aylık hedeflerin çizilmesi, başarı ya da başarısızlıkların ölçülebilen değerlerle ortaya konması, yorumlanması ve asıl önemli olan “Programlı Olan Kazanır” düşüncesiyle aşağıdaki fotoğrafta görüldüğü gibi bir formatın kullanılabilir olacağını göstermektir. İlk bakışta “Geçen Ay Nelere Ulaştın ? ” ve “Bu ay Neler Yapmayı Planlıyorsun ?” iki ana sütun görülmelidir. Daha sonra da “Haftalık Programlar “dikkat çekmelidir. Çünkü ben “Haftalık programların etkili olmak, etkin olmak, 4H/4K prensibiyle çalışmak için vicdanın güdümünde olduğuna” inanıyorum.  Üçüncü olan da erişilenden, planlanana doğru süreklilik gösteren adımların kısa bir yorumla kabule ya da tartışmaya açılmasıdır. İşte bunları ararken dört defteri seçtim yirmidört yıla ait yirmidört ajanda içinden. Daha sonra da bunu tek bir deftere indirgemeye çalıştım. Seçmek kolay olmadı. Neden mi ?

İlk seçtiğim defter 1992 yılına aitti. CINOS’un ilk evresinde (Ciba-Geigy) yedinci yılım dolmuştu. Rutinler ve sıradanlık doyumsuzluk yaratmaya başlamıştı. Hele bir de “Başarı Formülümdeki 10S” in üç temel “S” olan “Sustainable Sales & Support / Sürdürülebilir Satış ve Destek” inancıyla gece/gündüz demeden, dağ tepe aşarak, nane yağcılıktan çelik tencere satıcılarına benzeyerek inançla ve inatla (Başarı formülümdeki “2P“) yaptığım köy toplantıları sonrasında, satış dışına, bana “Satış Primi” verilmeyişine (meğer Kontünü Densiz bana prim verilmesini önlüyormuş ! ) tepkiyle birikimlerim artınca 1992 yılı notlarım ayrı birer anlam yüklenir olmuştu. Ta ki Ekim 1992 Marco Polo yıllık toplantısında otoritenin “IPM nedir ?” sorusuna “Sahneye çıkmadan yanıt vermem” inadımla kazandığım “KITA (Kırmızı Tulumlu Adam) Sunumu” ile IPM>FST geçişli “Alicante (İspanya) Toplantısına” yol açan “Kelebek Etkisi”ni yaratıncaya kadar. Üstelik yıl sonunda kategorim yükseltilmişti. Ünvanımın “Teknik Müdür Yardımcılığı” olmasının hiçbir kıymet i harbiyesi olmasa da maaşıma zam yapılmasına da sevinmiştim. Ek olarak da yıl sonunda “Pasaportunu hazırla; yurt dışı bayi seyahatine sen de katılacaksın” mesajını alınca anladım ki “Taşın sert olduğunu; ateşin yaktığını ve nane yağcılığın işe yaradığını” otorite kabullenmişti.  Ne yazık ki pasaportumu bulamadığım için 1992 sonlarındaki Rusya seyahatine katılamam sıkıntıya düşmüştü. Son anda pasaportumu buldum; ancak vize almaya yetecek süre kalmamıştı. Üzülmüştüm. Meğer boşuna üzülmüşüm. Bir ay sonra Ocak 1993 de HongKong / Sinagur turuna katılmıştım. Bu gelgitlerle öğrenme ve ustalık yolculuklarım ilerlerken onlarca mesajın yer aldığı 1992 yılı defterimdeki notlar “düne bakarak yarınlar için bugüne güç katmaya yarayacaktı”. Buna rağmen bu defteri eledim. Çünkü SİGD ne vermek istediğim mesajımı ve örneğimi tek bir defterle hem basitleştirmeli ve hem de ölçülebilmek adına daha etkin örnekler bulmalıydım. Yirmialtı yıl önce (1992) birlikte yaşadığım, tavana telsiz koyma, rakibe geçip de gelip yine masanın öte yanına kurulma densizliğini gösteren yedi yıllık arkadaşım (!) kornişon yetiştirmek bahanesiyle yolları ayırırken ve öncesinde sürekli densizlik örnekleri gösteriyordu. Bu nedenle “Densizle Birlikte Yaşamak” konusu bana “How to live with risk and love it / Riskle Yaşamayı Sevmeği” öğretti ki temel şartı “Sabır ve Sebat”. O gün mecburdum. Çünkü ya sevdiğim işi yapacaktım ya da başka şansım yoksa yaptığım işi sevecektim. Bugün buna, sevmediğimi sevmeye, sevmediğimle ilişkiyi sürdürmeye mecbur değilim ve hâla “Kontünü Densiz” ile aynı grup içinde kalmam kendime yapacağım ihanet olur ki ne zorum var ki enerjimi olumsuzluklar tüketeyim. Sepeti koluna, herkes kendi yoluna. İkinci seçtiğim defter hangisiydi; neden ?

İşte o yılın ajandasına ait bir köşe yazısı. Yoruma gerek var mı ?

 

Seçimlerin, kararların ve gönüllü beraberliklerin doğru değilse, 1993 ve 2018 kulaklarını tıkasan da duyabileceğin seslerde pek fazla değişen bir şey yok

İkinci seçtiğim defterim 1996 yılına aitti. CINOS’ta ikinci evrenin ilan edildiği Mart 1996 öncesi ve sonrası vardı o defterde ve ben 1992 yılındaki isyanlarımdan sonra Teknikten Satışa geçmiş ve “Satışın Bölge Müdürü” olmuştum. Artık sadece yaptıklarından ve yapmadıklarından sorumlu olan bir “üretici” değil; aynı zamanda “Yaptıklarından ve yapmadıklarında olduğu kadar, diğerlerinin yaptıklarından ve yapmadıklarından ve bunların interaksiyonlarından sorumlu bir yönetici” konumundaydım. Bu göreve 1993 Alicante ve 1994 Budapeşte toplantılarında “FST Sorumluluğu” alarak iki şapkalı olarak başlamam da ayrı bir özellikti. Hele bir de 1993 yılı kaosunu (Musa ve Yunus yaşanmışlıkları) görüp, “fazla duygusalsın” eleştirel kuşkusunu duyup, “ÜG u aday gösterme” gayretini yaşayıp da “Yönetici” olunca varın siz hesaplayın aklımdaki ve ruhumdaki gümbürtüyü. Bu defteri de eledim. Üçüncü defterim 2004 yılına aitti. CINOS’ta üç evrenin (Ciba-Geigy > Novartis > Syngenta) üç temel rolünü (Teknik, Satış ve Pazarlama) yaşadıktan sonra Mısır’da yaptığım “BEE/Cesur Adamlar” görselli sunumumla veda etmeye hazırlandığım bir final yılıydı benim için. Mesaj doluydu. Bunu örneklemek istedim. Vazgeçtim. Meğer vadem dolmamışmış. Daha beş sene yaşadım CINOS’un son evresinde “İnsan Kaynakları / Yetkinlik Geliştirme Müdürü” olarak. Sürpriz olmuştu. Hlbuki bu karar verilirken, otorite ile iplerim gergindi. Buna rağmen piyangodan çıkan bu son kurumsal görev benim için en anlamlısı, en tatmin edeni ve en öğreteni olmuştu. Bu üçüncü defteri de fazla üst konum notları olarak görüp eledim. Bunların yerine 1998 yılına ait ajandamı seçtim. Yanıma aldım. Pazartesi günü aşağıdaki görselin çerçevesinde bir mesaj vermek için örnek olarak kullanacağım.

“Niyet ve Zihniyeti”i yansıtan, Haftalık Programların odağında “Geçen ay ne yaptım ? Bu ay ne yapacağım ?” sorularının doğru yanıtlarını vicdanının sesi verecektir.

Sözün özü; öğrenme ve ustalık yolculuklarınızda karşınıza çıkacak “Kontünü Densizler”den sakının ve enerjinizi olumlu olgularla şu GAT Dünyada MASlaşmak için RAW olmaya giden aydınlık yollarda sağlık ve esenliğinizi, huzur ve keyfinizi koruyun. Sağlıcakla kalın.

Öykücü