Yaşam Büfesinde “Avucunuzdaki Sıcaklık”

“…Müşterinin tercihini belirleyen 1001 neden vardır ve bunlardan 999 u sonuca hiç etki etmez. Bilinmesi gereken markanın (SSTC>FST) ne kadar insana ulaştığı ve ne sıklıkla satın alındığıdır…Uzun adam bunu çok iyi biliyor. En az yirmi kanalda, bıktırıncaya kadar ısrar ediyor ve aksırıncaya kadar kabulleri geliştiriyor. Bir de üstüne üstlük tükenme noktasına gelmiş, ölü balık bakışlı, zor merdiven çıkışlı, son kullanma tarihi dolmuştan müttefik yaratıp her şeye rağmen olası risklerini minimize ediyor. Cezayir’li yazar “gelme istemem” dese de duymazdan gelmeyi çok iyi biliyor. Çanakkale’li haddini bilmez soytarıyla da dikkat dağıtıyor; öyle ki Yılmaz bile aynı dümen suyunda haftanın en tartışmalı gününe bu gündemle giriyor. Sadi Evren Seker (aşağıdaki link)‘e göre söylenenleri nasıl anlamalı; hele bir de konuya özellikle Fransız kalınmak istenip de olumsuzu duymazdan gelmeye çalışırken… Ancak elinizde ne tuttuğunuz önemli ki iki seçeneğin etkisi tanımlanmış. Biri “ellerim böyle boş mu kalacak ?” diğeri ise “avuçlarımda hâla sıcaklığın var inan !” … Ne önemi var ki ? Yale ve Harvard’lı Prof.L.E.Williams diyor ki ” avucunun içinde sıcak bir içecek tutan insanlar o anda tanıştıkları insanlara daha yakın davranırken; elinde soğuk içecek tutanlar daha mesafeli bir tavır alırlar”… Kapalı avucunuzda ne var; canlı mı, ölü mü ?…”

Anılarla Kavramlar 1 Sultana’dan MAC’a: SSTC ve Alicante Ardılları (Sadece ölçülebilen değerler gelişir)

Merhaba

Hafta sonu gidemedik. Haydi bugün Çeşme’ye gidelim desek de gök gürültülü hava izin vermedi. EgePark ve Mavibahçe yürüyüşlü yarım saat sonrasında öğle vakti karnım yeniden acıkmaya başlarken Albatrosların ıslak yeşillikleri altında tartan pistte bir tur atıp kafeteryaya oturdum. Gözümün gördüğü güzelliklere şükrettim. Kulaklarım kafesteki iki muhabbet kuşunun seslerini duyup da aklımın seslere yorum yapmasına sevindim. Rutinleşip de günler, haftalar böylesi akıp giderken dün akşam üzeri Ümit’le baş etmeye çalışan Duru’nun heyecanlarını ve bunlara tanık olan İrem’in olgunluğuna bakarak aldığım keyfe şükrederek sevindim. Hızla geçiverse de maydenozla yeşillenen ve artık her gününe bir yumurta eklenen sabah kahvaltısından duyduğum doygunluğa şükür duyarak sevindim. Bursa sonrası yorgun ve özlem dolu yirmi altı yıllık yoğun çalışma sonrasında biraz daha uzayan dinlenme sürecinin sıkıntı yaratmayışına dua ederek sevindim. Daha görülebilir olmak için üç kata açılacak olan ve Bülent’in beklentileri aşan destekleriyle sürecin kolaylaşmasıyla Mestgillerin sesinin rengindeki güzellikleri duyumsadığıma sevindim. Yunt kanatları dönmeye başladığı için, dövizdeki artışa rağmen son ödemelerin  de sorunsuz gerçekleştiği için Netgiller adına sevindim. Bu günlerde hava izin verdiğinde Seklik tepelerinde kurban edilecek kuzular için program yapılıyor olmasını görüp de verilmiş sözlerin ötelenmeyecek oluşuna tanık olduğum için sevindim. İlk emekli maaşını alınca Çeşme’li Mehmet Ali Amcaya Copculardan yeniden bir parasal destek yaratılmasına aracılık edeceğimiz için gurur duyarak sevindim. Bunca sevince halel gelmesin diye güneşin azıcık kendini gösterdiği havaya kanıp, yazımı burada kesip birkaç tur daha atıp, şükür ve şükran dualarımı artırmaya karar verdim. Görüşmek üzere şimdilik sağlıcakla kalın (27.02.2018/15.30).

Yazımın girişindeki karmaşık alıntılardan bir çerçeve oluşturmaya çalıştım. Sanal paraların öncüsü olan markanın girdabına kapılarak hem esas işlerden uzak kalan hem de iniş çıkışlarla akılları yorulan karar vericilerin madenciliğinden “fikir madenciliği” ve ” duygu analizi”ne bakınca  (http://ybsansiklopedi.com/wp-content/uploads/2016/09/duygu_analizi.pdf) rahmetli Nezih abinin altmışlı yıllardaki Almanya-Essen-Karnap-Karneper madenlerini anımsadım. Dünün gerçek, bugünün sanal madenciliğine bakıp bugüne yarınlar için güç katmaya çalıştım. Kendi madenimi anılarımda kazmaya çalışırken nelere şartlandı ?

Anılarımla kavramlarımı yeni bir çerçevede buluşturmaya çalıştı aklım. Kavramın ulaştığı yerlere ve kabullenme frekansına bakıp 1001-999=2 etkenin “yaygınlık ve şiddet” olduğuna aklım yattı. Bu iki istatistiksel kavramı “buğday hastalıkları survey çalışmalarında” çok kullanırdık. Yaygınlık, tarladaki bitkilerin kaçının hasta olduğudur; ikincisi ise kullandığımız skalaya göre bitkilerdeki hastalığın ne kadar yer kapladığı idi. Böylece buğday bitkisinde tek bir püstül pas görünen yaprakla, tüm yaprakların hastalıkla kaplı olduğu bitki yaygınlıkta aynı “1” değerine sahipken, şiddette biri “1” diğeri “6” değerine sahip oluyordu (Cobb Skalasına göre). Bunun için ABD den finansal destekli  FAO-Zirai Araştırma Projesine piyon olmuştuk. Zahmeti bize, rahmeti onlara olan bu ve benzeri projelerle Anadolu’nun gen kaynakları yurt dışına gitmiş ve ıslah edilmiş kültür bitkisi olarak binlerce kat eklenmiş değerle ülkemize geri satılmıştı. Bunun için yetmişli yıllarda ikişerli üç ekip oluşturmuştuk. Yakın ve sahil yörelerinde rahmetli Coşkun’la Ayhan; uzak turlarda Copcu ile Öğüt sabahın köründe yola koyulurdu ülkesel buğday projesi çalışmalarında. Bizim (Copcu&Öğüt) turlarımız haftalık ve yatılı olurdu. Kıştan ilkbahara geçişte turlar başlardı. Hazirana kadar sürerdi. Sabahın köründe buğday tarlasına girince her tarafımız ıslanırdı. Esas sıkıntı yatacak yer bulmaktı. Verilen onbeş liralık harcırahla üç öğün yemek ve yatmak karşılanmalıydı ki bu para sadece tek bir öğüne pidecide yeterdi. Bu nedenle Dalaman, Çivril Tarım Meslek Okullarının misafirhaneleri bile bize lüks gelirdi. En kötüsü Çakmar’ın yatakhanesi olurdu ki bunu bile yalvar yakar bulabilirdik. Tüm bunlarla tarımın zorlukları içinde gerekenleri öğrendim. Esas “öğrenmeyi öğrenme” etkinliğim SSTC den sonra aktifleşti (1999 daki depremde yerle bir olan Yalova Termal Otelde 1987 de). Bunun öğretileriyle CINOS’un ilk evresinin sonlarına doğru Alicante’de dikkat çeken sunumla yaşama geçirilen ve ertesi yıl Budapeşte’de perçinlenen girişimle nasıl oldu da 8 projeli bir “Çiftçi Destek Ekibi” çerçevesi gelişti ? Diğer seçilmiş beş ülkenin bir veya en fazla iki projesi varken nasıl oldu da bizim 8 projemiz gelişti ? Bunun ilk iki adımını (Alaşehir bağlarında Sultana ve Malatya kayısılarında MAC Projesi) bu yazıma eklediğim filmde görselleştirmeye çalıştım. Neden Alaşehir’den Malatya’ ya uzandı bu çalışmalar ?

En eski CINOS’lulardan olan deneyimli meslektaşım yirmi beş yılda İsviçre/Basel ana merkezini göremezken genç, kara kuru, Adana’lı meslektaşım daha ilk yılında Kolombiya’ya gidip de Sultana’yı anlatıyorsa (Alaşehir bağlarında neler oluyor ? Problem ağacının dallarında neler var ? Projenin üç ayağı ne ? IPM in yedi ayağının yere sağlam basması için, uçuk kaçık uygulanamaz yola çıkışlar yerine ne yapmalı ? ) ve ertesi yıl da Yeni Zelanda’ya gidebiliyorsa kariyer yolculuğunda neden Urfa’dan Malatya kayısılarına taşımasın ki bilgisini, becerisini ? Araya birazcık küskünlük girse de bölge müdürlüğüne uzanan bu engebeli yolda çıta neden çok alçak tutulmuştu ? Biz Malatya bahçelerinden lojistik hızını artırmak için Horozla uğraşırken, meğer otorite “sadrazam kellesi almak” çerçeveli konuşmasının gerekçesini veda ederek ortaya koyuyordu. Ardından Mersin’de sahneye çıkan Copcu, Bay Bono’nun “siyah şapka”sına sığınarak ve yüksek sesle söylenen “bekara karı boşamak kolay” sözünü duymazdan gelerek çıtayı yükseklere çıkarıyordu. Bunların hepsi “öğrenmeyi öğrenmek > bilmek yapabilmektir > acta non verba” ustalıklarında yaşanan çok önemli öykülerdir. Siz de kendi madenlerinizi, kendiniz kazmaya başladığınızda avucunuzda artan sıcaklıkla nice yeni cevherler (RAW) bulacaksınız.

Öykülerin gücü ile yolunuz açık ve aydınlık olsun .

Öykücü