Yaşam Büfesinde “Yalınayak Savcı”

“…Eğitimli insanların dokuz düşüncesi vardır diyor Konfiçyüs. Baktıklarında berrak görmeyi düşünürler. Dinlediklerinde iyi duymayı düşünürler. Görünüşleri bakımından sıcak olmayı düşünürler. Davranışlarında, saygılı olmayı düşünürler. Konuşmalarında doğru olmayı düşünürler. İşlerinde ciddi olmayı düşünürler. Kuşkuya düştüklerinde sorularını nasıl soracaklarını düşünürler. Öfkelendiklerinde sorunları düşünürler. Kazancı gördüklerinde adaleti gördüklerini düşünürler…”

Bunker ve Adam beylerin “Trail-blazer”liği (ellerinde pala balta girmemiş ormanda yol açmaya çalışıyorlar)

Merhaba

Bunların hiçbirini düşünmediğine göre diploması olmaması normal. Anormal olan böylesinden bizim beklentilerimiz. Olmayacak duaya amin demekten usanmadık; ortada sandık olsa da olmasa da…”Ortada sandık...” diye başlayan taşranın taşlı sokaklarında ilkokullu yanık çocukların sohbeti “Ahmet kuyuya düşmüş” sözlerine “Çıkarırız…” yanıtı gecikmezdi. Herşeye rağmen biz masumduk ve birinci masumiyeti korumak için elimizden geleni yaptık. Hem koruduğumuzu ve hem de gelecek nesillere aktardığımızı düşünüyorum kendim adına “C13Plus” olarak. Neler görüyorum ?

Gülmeyen suratsız yüzlere, yüzsüzlere baktıkça özellikle dokuzuncu düşünce olan “Kazancı görünce adaleti düşünmek” ten fersah fersah uzak olduklarını görüyorum hem de “adalet yürüyüşüne” rağmen. Ciddiyetsizlik ise en ciddi konularda örneğin dış ilişkilerde bile tavan yapmış durumda. Konuşmalarına hiç bakmıyorum. Bırak sözlerdeki doğruluğu, ahlâken çöküşün bu denli utanmazcasına olabileceği aklımın ucundan geçmezdi. Yalanlar artıyor, arşa varıyor ve yine de burunları uzamıyor; çünkü burunları kaf dağında. Bir de TED’li Bunker Roy (https://www.ted.com/talks/bunker_roy?language=tr#t-622431) ve Adam Ross‘a baktığımda (https://www.ted.com/talks/adam_foss_a_prosecutor_s_vision_for_a_better_justice_system?language=tr) dünden bugüne neleri birleştiriyor aklım ?

Bugün zihnime yerleşen Hintli Bunker Roy, tıpkı dünün Köy Enstitüleri gibi ya da yirminci yüzyıl başlarındaki “Beyaz Zambaklar Ülkesi” gibi “Öğrenme ve Ustalık Yolculuklarını” hem verimli ve hem de keyifli kılıyor ve bunun için “Elleriyle ve haysiyetiyle çalışacak olanları” çağırıyor. Sözlerine şöyle başlıyor Bunker bey:

“…Sizi başka bir dünyaya götürmek istiyorum. ve sizinle günde 1 dolardan az kazanan fakir insanlarla aramdaki 45 yıllık aşk öyküsünü paylaşmak istiyorum. Hindistan’da çok elitist, züppece pahalı bir eğitim aldım, ve bu beni neredeyse mahvetti. Diplomat, öğretmen ya da doktor olmaya yönlendirilmiştim ve her şey planlanmıştı. Sonra bunları bırakıp 3 yıl boyunca Hindistan squash şampiyonu oldum. Bütün dünya önümdeydi. Her şey ayaklarımın altındaydı. Hiçbir şeyi yanlış yapamazdım. Ama sonra şüphelenmeye başladım. Bir köye gidip yaşamak, çalışmak ve neye benzediğini görmek istedim…

Bu sözleri ve devamını bundan önceki yazımda görselleştirdim. Meraklısı okur ( http://www.copcu.com/2017/07/17/yasam-bufesinde-olumluolumsuz-yalinayak/). Devamını da bu yazıma sıradışı savcının -ki ben bu ikisini birleştirip “Yalınayak Savcı” dedim- öyküsünün başına ekledim. İki konuşma da parça parça buluştular ve sunumların devamını sonraki yazılarıma ekleyeceğim. Ne yapmaya çalışıyorum ?

Burnu Kaf Dağında olan ve yeyip yeyip de doymayanlar (tıpkı Ali’nin omuzundaki kuş gibi) yüzsüz suratlarındaki kindarlık içinde katarlı katarlarından mutsuz ve umutsuz yaşarlarken Bunker ve Adam gibilerin nasıl ince ince topluma iyilik dokuduklarını görüp paylaşmak çabasındayım. Bunker beyin şu sözlerine hayranım:

“…Yalınayaklar Koleji Hindistan’da bir master ya da doktora dereceniz varsa kabul edilmeyeceğiniz tek kolejdir. Bizim okulumuzda eğitim görebilmeniz için üniversiteden ayrılmış ya da kovulmuş olmanız gerekiyor. Ellerinizle ve haysiyetinizle çalışmak zorundasınızTopluma sunacağınız bir yeteneğiniz olduğunu ve onlara hizmet edeceğinizi göstermek zorundasınız. Böylece Yalınayaklar Koleji’ni kurduk ve profesyonelliği yeniden tanımladık” Ya bizimkiler ?

Diplomasız oluşları onları da Yalınayaklar Kolejine aday kılıyor gibi görünse de “Topluma sunacak hangi yetenekleri var ?” sivri burunlu, yumurta topuklu ayakkabılarının arkasına basıp ceket omuzda yampiri yürüyüşleri dışında. Buna rağmen Bunker Bey, Muhammed Yunus ile birlikte ülkemi ziyaret edip “Güneş Ninesi” olarak üç büyükanneyi Hindistan’a götürmek istiyor. Peki bizimkiler ne diyorlar bu işe ?

“…(http://www.hurriyet.com.tr/turkiye-den-gunes-nine-talebi-19935937Gila Benmayor: Geçen gece İstanbul’daki İnsan Kaynakları Zirvesi’nin ağırladığı iki önemli isim, Nobel ödüllü Prof. Muhammed Yunus ve Hintli Bunker Roy ile akşam yemeğindeydik… Şükür Türkiye’de, Afrika ya da Hindistan çapında bir yoksulluk söz konusu bile değil. Bir eğitim projesi için geçenlerde Afrika’da Gambia’nın yolunu tutmuş olan İbrahim Betil aktardı. Gambia’nın köylerinde insanlar tek öğünle karınlarını doyuruyorlar, o da pirinç. Diyeceğim şu: Bunker Roy’un Türkiye’den “güneş-nine” talebi biraz gereksiz gibi...” Çok yazık ! Ne bulunmaz bir fırsattır ve düşünün Cizre’nin bir mezrasında “Güneş Nine” bir güneş enerjisi birimi kurmuş ve etrafına ışı saçıyor. Sanki Gila hanım bu çağrı kendine yapılmış da korkmuş gibi “aman ha…” dercesine; bu kendini beğenmiş tutum, neye benziyor biliyor musunuz ?

CINOS’un üçüncü evresine geçtik (2000). İkinci evre kısa sürdü (1997-2000). Hatalarımızdan ders almadık. Pazar bar bar bağırırken Boğazın serin sularına bakarak elinde şampanya kadehi ile Malabadi Köprüsünü geçmeye çalışanların derdini anlayamadılar. Herşeye tamam; herşey güllük gülistanlık gibi görünmese de “İyi/Zor/Farklı Sorgulamasını” yapamadılar. İnadımız inat, kıçımız iki kanat derken “Çanakkale Boğazı” diyenleri anlamadılar. Peki bizim sıradışı savcı Adam bey ne yapmaya çalışıyor ? Eklediğim filmde konuşmasının başlangıcı var. Devamı isteyen verdiğim linkle okur, isteyen sonraki yazılarımı bekler. Bunker ve Adam beyler ne yapmaya çalışıyorlar ?

Bu soruyu özellikle sordum. Çünkü aklımdaki iki kavramı bir kez daha yazmaya vesile olsunlar istedim. Doksanlı yılların ortasındayız. İstanbul’da bir “Pre-Lansman Toplantısı“. Sunucu Frederic (Baum) bey, katılımcılar ben ve diğer pazar geliştirme müdürüleri ile TA ve Kroto beyler. Yeni bir yaklaşıma kabul sağlamak için en büyük rakibimiz beş yıldır pazarda çaba sarfediyor ve gayretleri başarılı olursa biz de benzer bir ilaçla açılan yoldan takipçisi olacağız. “Takipçi” olmanın avantajını kullanacağız. Tabir (kavram) şu: “Trail-blazer” ki TA çok güzel açıklıyor. Jungle (balta girmemiş orman)da elinde pala ile kendine yol açmaya çalışan adamı anlatıyor TA ve ekliyor “Aslında o yolu sadece kendisi için değil sonradan gelecekler için de açıyor” diyor bu sözcük ikilisi için. Benzer amaca hizmet eden bir diğer kavram da birkaç sene sonra yine TA tarafından sözlüğümüzde yer alıyor: “Spill-over Effect” ki anlamı da “süt taşar etrafına bulaşır”. Diğer bir deyişle o kocaman volana el atan birilerinin umutsuzluklarına karşın, ilk kımıldama başlayıp da momentum kazanınca “devir daim makinesi” gibi dönmesini anlatıyor. Ki bunu 2005 yılında Paris’in doksan kilometre kuzeyindeki bir şatonun güneş ışığı gören salonundaki konuşma halkası ve sezgi yürüyüşü ile etkili kıldıkları çerçeve çalışmalarına çağırmadan birkaç yıl önce yapıyor sevgili TA. İleri görüşlüydü vesselam ve Kerem diyor ki kurumuna CEO olmuş ve Belçika’dan tekrar Türkiye’ye gelmiş. Hayırlı olsun. Sadede gelip yazıyı bitireyim.

Gerek Bunker bey ve Adam bey ve gerekse TA benzeri öncüler hem “Trail-blazer” ve “Spill-over Effect” ile sıradışılığı gösteriyorlar, rahatlık zonundan çıkıyorlar ve sınırları zorlayıp çemberin dışına zıplıyorlar. Onların ellerinde karaya vurmuş deniz yıldızları yeniden yaşama kavuşuyorlar. Bize de örnek oluyorlar. Ne yapabiliriz ?

Bunun için “CUWICAMU Sorgulaması” yapmak gerek. Farkındalığınızı geliştirmek için yapacağınız sorgulamaların hep açık ve aydınlık yollarda geçmesi dileklerimle.

Öykücü