Yaşam Büfesinde “Nafile Eylemler”

“…Ağır bomba ve silah ateşi altında ne pahasına olursa olsun önemli bir mesajı götürmek ve yanıtını getirmek için emir aldı. Açık araziden geçmek zorundaydı. Siperden çıkar çıkmaz sırtından vuruldu. Kurşun karnından çıktı. Buna rağmen, kahramanca bir cesaret ve fedakarlıkla elini karnındaki açık yaraya bastırdı, mesajı yerine ulaştırdı, yanıtla birlikte sendeleyerek geriye döndü ve mesajı vereceği subayın ayakları dibine yığıldı. Göreve büyük bir sadakat göstererek can verdi…”

PLN-D&D > Kurbağa Fredy (4) / Değişim bir ekip işidir

Merhaba

Yazımın girişindeki öykü Er Miller’e aittir. Kuzey Fransa’daki Somme Savaşından (31.07.1916) bir anlatıdır. Bu yazımın çerçevesi olan ana mesajı vermek için o kadar uzaklara (yer ve zaman) ve yabancılara gitmeye gerek var mı ? Çanakkale’de, Sarıkamış’ta nice öyküler vardır da aklımıza girmek için birilerince süslenip (hak ettikleri görselliğe kavuşturulması) okunsun için, bellensin için beğeni kazandırılamamıştır. Daha da yakınımdakilere baktığımda İzmir’in Hasan Tahsin’i ve geçen haftanın kahraman şehit polisi rahmetli Fethi Sekin daha iyi birer örnek değil midir ? Neden bu ikisini ele alıp da giriş yapmadım ?

Çünkü; “Görev Bilincinin Ötesinde” bölüm başlığı ile ilgi alanıma giren “50 Felsefe Fikri (Ben Dupré)” nden kitaba özgün örneği seçişimde içime sinmeyen bir kavrama kullanırken (tıpkı Şevket Altuğ’un fırın reklamındaki gibi “Ben yapmadım, o yaptı” diyebilmek için) referans verebilmekti. Yine de orada yapılan çerçevelendirme ile bu yazımda konuyu ele alışım arasında olası bir temel farklılığı gözden kaçırmamak için kitabın çevirmeni Sayın Elif Gökteke’ye çeşitli kaynaklardan ulaşmaya çalıştım. Çünkü bu felsefî düşüncenin ana fikrini “Nafile Eylemler” olarak Türkçeleştirmiş ve ben böylesi bir kahramanca, fedakârca, can pahasına yapılan gönüllü eylemin “Nafile” sözcüğü ile verilmesini içime sindiremiyorum. Aklımda kalanları (nafile namazı ile farklı bir kapı açılsa da) düşününce “boş yere, işe yaramaz, boşuna” gibi hep benzer bir anlam kümesinde kalan “Nafile”nin bu öykülerle bağdaştırılması bana haksızlık ve hatta hata, yanlış (daha da önemlisi “ahlaksızca”) gibi geliyor. Madem böyle geliyor, öyleyse sen neden yapıyorsun; neden kullanıyorsun ?

… diyor içimdeki yuvarlak masanın etrafında toplanmış olanların gürültülü sesleri…Girişteki alıntı öyküde Er Miller bir görev almıştı ve bir şartlanışı vardı. Ancak gerek Hasan Tahsin’in ve gerekse Fethi Sekin’in böyle bir özel görev üstlenişi söz konusu değildi. Biri durumun vehametini gördü, içine sindiremedi ve ileri atılıp öldürdü ve şehit oldu. Tarihe yazıldı. Diğeri o anda, içinde bulunduğu durumda, durumun daha da vahim olmasını önlemeyi görev bildi; tanımlanmış sorumluluk alanında olduğunu biliyordu. Ancak koşullar böylesi özverinin sonunda “can pahası” olduğunu gösterirken ileri atıldı, öldürdü ve şehit oldu. Felsefi açıdan Elif hanımın “Nafile”sinden başka, daha uygun bir sözcük olmalıdır bu ve benzeri eylemler için. Ancak o zaman da bu bakış açısı ve tartışmaları felsefik bulunmayacaktır. Felsefe biraz da kafa karışıklığı değil midir ?

Er Miller sırtına kurşunu yer yemez sürünerek sipere geri dönseydi, onu suçlar mıydık ? Bu yaptığını ahlaksızca bulur muyduk ? Hayır. Yaptığının görev bilincinin ötesinde olduğu ve övgüye değer olduğu bir gerçek. Şuradaki geçiş anlamlı; yaparsa övgü yapmazsa doğal, suçlama yok. İş yaşamında da benzer nice durum yaşanıyor farkına vardığımız ya da varmadığımız. Benim hep ders çıkarmaya çalıştığım üç örneğim var ki ben bunları “Mutual Obligation (MOB) / Gönüllü Mecburiyet” gibi biraz daha hafifleştirilmiş bir kavram içinde topluyorum (kritik bir dönemin savrulmalarında: 1994-2004). Bunlar aslında birer projeli (özverili) öğrenme yolculuğunda bir söz verişin örnekleri. Şöyle ki;

İlki PL94: Ülkesel kriz yılında sersem tavukların durumundan yararlanıp sınırları aşmak ve potansiyeli açığa çıkarmakla ilgili > Pamuk tarlalarında kırmızı tulumlular);

İkincisi TPS95: Ülkesel krizin ardılı olan bölgesel kriz esintilerindeki karmaşanın kurbanı olan şampiyonu korumak için meyveleri 20 yılda bile toplanabilen bir özgün sorun çözme gayreti (> Bağlarda kırmızı tulumlular) ve

Üçüncüsü de TPK04: Yinelenen global oyunun ardılındaki belirsizliklere kurban edilen önderin uzaklardan sahiplenilmesi ile korkuların yönetilmesi (>Buğday tarlalarında kırmızı tlumlular).

Hiçbiri tanımlanmış sorumluluk alanlarımda değildi. Pusulaya bakıp yönümüzü belirledik. Ayak izlerimize bakıp eylemlerimizi sonuçlarla yönettik. Saatimize bakıp potansiyeli açığa çıkarmadaki hızımızı irdeledik. Biz de “Fark Yaratan Şirketler Panelindeki Netdirekt’li Kerem” gibi uykusuz geceler yaşadık. Ölmedik. Ayakta kaldık. Başardık ve “Artık tamam” dediğim iki kırılma noktasında bile (1997 ve 2000) başarılarımızı sürdürdük. Konuyu nerden nereye getirdim. Amacım rahmetli şehitlerimiz Hasan Tahsin ve Fethi Sekin’den Britanyalı filozof J.O.Urmson’un 1958 yılındaki makalesiyle başlatılan tartışmadan “Nafile Eylemler” e daha uygun bir tanım bulmaktı. Yapabildim mi ?

Şimdilik hayır; henüz kafa karışıklığından öte daha sağlıklı bir limana varamadım. Umut var mı ? Bakalım, görücez. Şu Urmson beyi de bir inceleyeyim de (https://en.wikipedia.org/wiki/J._O._Urmson): > Azizler ve Kahramanlar: “Saints and Heroes“, in Essays in Moral Philosophy, A. Melden (ed.), Seattle: University of Washington Press, 1958.  Bay Urmson bir eylemin “Nafile Eylem” olabilmesi için üç koşul öne sürüyor. Bunları açıklamadan önce bu felsefi bakıştan bir örnek daha alalım mı ?

“…Gerçek el bombası atma talimi yapan bir manga asker olsun. Bombalardan biri yere düşüyor ve manganın yanına yuvarlanıyor. Bir asker bombanın üstüne atlayarak bedeniyle arkadaşlarını koruyor ve kendi hayatını feda ediyor… Eğer asker bombanın üstüne atlamasaydı görevini ihmal mi etmiş olacaktı ? O asker bir açıdan arkadaşlarından üstün olsa da, öteki askerlerin kendilerini feda etmeye çalışmayarak görevlerini ihmal ettiğini söyleyebilir miyiz ? Eğer o asker kendini feda etmeseydi, birisi ona “Kendini o bombanın üstüne atman gerekirdi” diyebilir miydi ?…“Bu öykü Bay Ormson’un 1958 yılındaki makalesinde geçer ve Urmson, bir eylemin “Nafile” olaarak nitelendirilebilmesi için üç koşul öne sürer:

1.Zaten yapılması gereken sıradan bir görev olmamalıdır (Er Miller, Hasan Tahsin ve Fethi Sekin’i düşününce ufak ayırt edici farkları düşünmeden edemiyor insan !).

2.Övgüye değer olmalıdır (her üçü de fazlasıyla övgüye değer).

3.Gerçekleştirilmemesi durumunda kimse suçlamada bulunamamalıdır (daha fazla konuşmadan sadece bu sorunun olası yanıtlarının izdüşümleri düşünülmelidir. Neden mi ?)

Çünkü; görünüşte tercih edilesi bir yol varken öbür yolu izlemenin nasıl doğru olabileceğini açıklamak amacıyla, “çifte etki öğretisi” gibi veya eylem ve kayıtsızlık ayrımı gibi, fikirleri resme dahil edip de dipnotları artırırsanız veya ayrıntılara gömülürseniz eylemler ve sonuçlarının insanların gözündeki geçerliliği zedelenebilecektir.

Umarım Elif hanımdan “Nafile” sözcüğü için bir açıklama alırım ve daha doğrusunu bulmakla devam ya da değiştirme konusundaki yol ayrımında iç kuruntularımdan aydınlık yollarda kurtulurum. Kalın sağlıcakla.

Öykücü