Yaşam Büfesinde “Evrimleşmek (Yolculuk)”

“…Çekirge ustasına sorar : “Usta senin gibi olabilmem için kaç yıl çalışmam gerek ?”. Usta yanıtlar: “10 yıl“. Çekirge sorusunu açarak yineler: “Usta” der “Gece gündüz hiç durmadan çalışsam senin gibi usta olmam için kaç yıl gerek ?”. Usta sakince yanıtlar: “20 yıl”. Çekirge şaşırır ve “Nasıl olur usta ?” diye şaşkınlığını belirtir. Ustanın yanıtı açıktır: “Hedefe doğru giderken gözünün birini hedefe kilitlersen geçtiğin yollardaki öğreticilere bakacak tek gözün kalır“…”

Merhaba

Çeşme’de yeni bir hafta özlenen bir serinlikte başlıyor. İnşallah bu hafta beklediğimiz yazı da gelir ve Yunt Dağının kanatları yolculuklarımıza, evrimleşmemize olumlu katkılar, yüreğimize de azıcık serinlik katar; sağlar.

Sanırım 1993 yılının Kasım ayıydı. Kariyer yolculuğumda “CINOS” un ilk evresindeki sekizinci yılımda üreticilikten yöneticiliğe atandığım kararın verildiği ilk gecemdi. Ihlamur’da Mim Oteldeki odama çekilmiştim. Gece yarısına az kalmıştı. Bir yandan güne ait notlarımı ve algılarımı yazıyor bir yandan da televizyon izliyordum. Kung-Fu dizisinde usta ile çırak arasındaki konuşma dikkatimi çekti. Defterime yazdım ve şimdi de yazımın girişine konu yaptım. Meğer o günler bir yıl sonra gelecek olan ekonomik krizin öncülleriymiş. Meğer o günler CINOS’un ilk evresinin hızlı büyüme süecinde global bir birleşmenin de öncülüymüş. Çok geçmeden CINOS’un ikinci evresine erişecekmişiz. Ne günler yaşamıştık ? Böylece zaman zaman gelişmelere bakıp “evrim mi; yoksa devrim mi ?” kuşkusuna bile kapıldığımız dönemler oldu. Ülkesel krizin ayak seslerinde tasarruf tedbirleri uyguluyorduk. Bu nedenle Dedeman, Plaza vb üst düzey otellerden bir alt kademeye inmiştik. Yıllık bütçe görüşmeleri için bölge müdürü adayımla birlikte İstanbul’a gelmiştik. En güçlü yönetici adayı varken İstanbul beni yönetici yapmıştı. Böylece krizin en yakıcı aşamasında bölgesel satışın ve satış yönetiminin sorumluluğunu üstlenmiştim. Öldürmeyen her darbenin insanı yücelttiğini bedel ödeyerek öğrenecektim.

Birkaç gündür sabah yürüyüşlerimizin modeli değişti. Mayolarımızı giyip arabayla deniz kenarına gidiyoruz. Ben çok yürüyüp az yüzüyorum; Nezuş az yürüyüp çok yüzüyor (çünkü o oruç). Böylece fazla sıcağa kalmadan deniz ve yürüyüşü birlikte yapıyoruz. Bu farklılığın birkaç etkisi oluyor. Ada yürüyüşü yapmadığım için açık deniz, çalı çırpı, börtü böcek görünmüyor gözüme ve ince kumlar, yürürken ayaklarımı ıslatan deniz suyu, dalgaların hafif sesi, sahili temizlemek için çöp toplama gibi işlerin etkisinde nedense aklım odaklanıp bir çerçeveye girmiyor. Dönüşte bahçe sulama, varendayı yıkama, bahçe atıklarını toplayıp atma vb işler de yükselen sıcaklıkta fazla gündem belirleyici olmuyor. Oturunca klavyenin başına aklıma soruyorum; o kendince bir şeyler söylüyor ama pek de beğenmiyorum. Dün bir seri slayt hazırladım. Büyük resim oluştu diye sevindim. Bir yerden sonra yine koptum. Sakin ortam gerek (çatı gibi), belirlediğim rotada aheste ilerleyebilmek için. Çekirge gibi acele edince tam aklımın kıvrımlarında sıçrama yapan bir bakış açısının sönüverdiğini görüyorum.

Dün yaptığım slayt serisini jpeg formatına çevirdim. Arasına ve sonuna Franklin Vakfı’nın imazsını taşıyan ve baba Covey’in “Sekizinci Alışkanlık” isimli kitabının ekinde verdiği on filmlik cd nin ilk filmi olan “Hayat Kısa. Öyleyse…” filmini montajladım. Yazıma ekleyeceğim filmde verilen mesajları İngilizce söylem ve Türkçe alt yazıyla net olarak görebilirseniz de aşağıda tüm söylemleri yazıyorum:

“Life is short. So…Live, Love, Learn, Leave a Legacy. Live: What makes life worth living ? What’s missing ? Love: How do I know, how do I show love ? Learn: Where are the answers ? What do I need to learn ? to unlearn ? Leave a Legacy: How will I be remembered ? What do I dream of ?  What is my fire within ? to live, to love, to learn, to leave a legacy life is short. So…?”

“Hayat kısa. Öyleyse …Yaşayın, Sevin, Öğrenin ve Bir iz bırakın. Yaşayın: Yaşamayı değer kılan nedir ? Eksik olan nedir ? Sevin: Nasıl bilirim, nasıl gösteririm sevgiyi ? Öğrenin: Cevaplar nerede ? Neyi öğrenmeliyim ? Neyi unutmalıyım ? Biz iz bırakın: Nasıl hatırlanacağım ? Neyi hayal ediyorum ? İçimdeki ateş nedir ? Yaşamak için, sevmek için, öğrenmek için ve bir iz bırakmak için hayat kısa. Öyleyse ?…”

Ne yapmalı ? Sevgili A.Ş.İzgören’in TOMBUL’unu düşünün ve hayallerinizi hedefiniz kılın. Nasıl mı ? Yine A.Ş.İzgören’in “Avucunuzdaki Kelebek” öyküsünü anımsayın ve unutmayın ki kelebeğin canlı ya da ölü olması sadece size bağlı; sizin ellerinizde. Yolunuz hep açık ve aydınlık olsun.

Öykücü