Yaşam Büfesinde “Kapı Çalınır…”

“…Kapı çalar, sabahın erken saatlerinde. Açarsınız. Sütçünüzdür gelen. Sütçünün litreliğinden kabınıza dökülen beyazlıkta sabahın güzelliğine kavuşursunuz. Gözünüzde pırıl pırıl bir gün canlanır. İçinizden “bugün kahvaltıyı çimlerde yapalım” diye geçirirsiniz (Sonra sıra özür dilemeye gelir: Apology 1). Kapı çalar, gelen postacıdır. Kucağında büyükçe bir paket. Uzattığı kağıda imza atarsınız. Daha önceden ısmarladığınız kitaplara kavuşmanın sevincini yaşarsınız. Zaten tatilde olduğunuzdan bu kitaplara çok ihtiyacınız vardır. “Artık canım sıkılmayacak” deyip keyiflenirseniz. En çok merak ettiğinizi alıp sezlonga uzanırsınız (Sıra yine özür dilemeye gelir :Apology 2). Kapı çalar…”

Merhaba

Havalar ısındı. İzmir 40 derece ile yanarken Çeşme de bugün çok sıcak. Deniz kenarı her zamanki gibi güzel. Yarın Sakız’lıyız. Daha düne kadar “Çeşme’li Sakız’a gitmez. Ne farkı olabilir ki ?” derdim. Sonra düşündüm ve “zamanı olmayan günü birlik gider ve Beltair’de bir balık yer, tandırda ahtapodu tadar ve döner gelir. Taverna isteyen bir gece konaklar Chandris’te.” Benim gibi iki gece konaklamalı Sakız pek hayra alamet olmasa gerek. Kendime soruyorum: “Neden ?”. Kendim yanıtlıyor “Boş ver be abicim takma kafana tokadan başka bir şey !”

Yazıma başlık ararken bu sabah deniz kenarında elimdeki kitaba daldım gittim. İlk önce 50 cente sahip olan küçük çocuğun keyfinden vageçebilmesini öyküleştiren “karşımızdakini düşünmek” mi olsun dedim yazımın ana fikri. Vazgeçtim; erteledim. Bir başka sayfadaki Stanford Üniversitesinin kuruluş öyküsüyle “karşısındakini küçümseyen rektör“ü düşündüm. Ondan da vazgeçtim ama bu arada bu üniversitedeki mezuniyet töreninde konuşan rahmetli S.Jobs‘u düşünmeye başladım. Rahmetli “aç kal, budala kal” diyordu. Varan 1 dedim ve yazımın içine bay Jobs’tan bir şeyler almak istedim. http://www.dailymotion.com/video/x3j81k_steve-jobs-ac-kal-budala-kal-alt-ya_people).

Ardından rahmetli olmanın ortak paydasında “son ders“i düşünüp Prof.R.Pausch’un “gerçek özrün üç aşaması” ile internete yansıyan video filmini düşündüm. http://www.dailymotion.com/video/x974xc_son-ders_news

Madem ki “üç özür“ü sıkıştırıveriyorum satır aralarına o halde bu genç rahmetli akademisyeni de kattım yazımın çerçevesinin içine. Varan 2. Bay Jobs’tan Bay Pausch’a giderken aklımın kıvrımları bu kez Söke’nin “tazesi makbuldür” anısıyla geçen yıl kaybettiğimiz sevgili hocamız Prof.A.Kırım‘ı düşünmeye başladım. “Bana bir akıl ver hocam” diyordu sondan bir önceki kitabının adında ve meğer hastanede son günleri yaşıyormuş ben kendisine bir çağrı yaptığımda. Rahmetli hocam önce “Inovasyon (yenilikçilik)” dedi ve “özgün kulvar yaratma” adına dayattı. Bu konuda yedi yıl önce İstanbul’da bir seminerine katılmıştım. O seminerin etkileriyle aynı yıl Rio’da yaptığım sunumumda “CoCI/Co-Create Innovation/Hadi gel birlikte yenilikçilik oynayalım” demiş ve yirmi yaşında rekorlara koşan bir ürünün öyküsünü şekillendirmiştim. Hoca daha sonraları ısrar düzeyini düşürmüş ve “fasonculuk” la Türkiye’nin üretim merkezi olarak kazanacağını anlatmaya başlamıştı. Ben de dört yıl önce “seemingly ınnovator/sözde yenilikçi” olan gruptan “imitator/taklitçilik” kulvarında ayakta kalma, hayatta kalma yarışına girip kârlılıkta dibe vuarnlara danışmanlık vermeye başladığımda rahmetli hocama seslenmiştim: “Hocam bize gelir misin ? Yıllık toplantımızda bize “imovator/taklide değer katan” olma”yı anlatır mısınız ?”. Hocam anında yanıt verdi. Yanıtında önerime ek değer katan bir yaklaşımla yol gösterdi ve ne yazık ki sağlık nedenklerinden bu çağrıyı gerçekleştiremedik. Kısa bir süre sonra da genç yaşında rahmetli oldu. Hocam da bu yazımda yerini buldu. Varan 3. Allah rahmet eylesin.

http://ekonomi.milliyet.com.tr/yemek-ve-kanser-arkadasim-arman-kirim-in-ardindan-/ekonomi/ekonomiyazardetay/29.04.2011/1383732/default.htm

Bunların hepsi iyi güzel de yazımın başlığı beni aldı götürdü çocukluğumun bir başka pasajına. Dilimde mırıldandığım bir türkünün birkaç satırı var yıllardır. Sahibini de çok net anımsıyordum. Rahmetli Mukim Tahir. Türkünün adı da “kapuyu çalan kimdir” devamı da şöyle gibiydi “ aç bakim gelen kimdir; yarem derine düştü, belki gelen hekimdir…” Varan 4. Internete baktım ve rahmetli M.Tahir’i meğer hiç tanımadığımı anladım. http://www.mainboard24.com/kim-kimdir/77030-mukim-tahir-bekci-bakir-kel-hamza.html Nerelerden nerelere gelmiş ve 101 yıl hapislik; varlıklı aileden yokluk içinde ölüme uzanan sadece 45 yıllık bir yaşam (1900/1945)ın sonunda ben dünyaya geliyorum. Gidiş-dönüş yolunun bir yerinde krozman yaptık mı acep ? Kim bilebilir ki ! http://www.dailymotion.com/video/xfl6at_mukim-tahir-kapuyu-calan-kimdir_music

Birkaç gün önce bir DVD montaj film hazırladım. Yedi dakikalık filmin aralarına Rio’da 29 Eylül 2005 de Şeker Tepesinde yaptığım kısa bir konuşmanın video görüntülerini de ekledim. O konuşmada gördüğüm bir manzara üzerine gruba tek bir soruyu yineleyerek soruyordum. O soru şuydu: “kimin ipiyle kuyuya inersiniz ?” Çok açıktır ki sorgulanan “güven” di ve o tarihten bir yıl önce Mısır’daki sunumumu destekleyen filmde de “güven nasıl kazanılır; güven nasıl geliştirilir; güven nasıl korunur ?” diye sorup Syngillerin yanıtlarını eklemiştim. Kulakları çınlasın Tezer (be old) ve Diğdem (be young)in yanıtları daha çok öne çıkıyordu. Filmin adı “bee” idi. Ancak anlamı ve taşıdığı mesaj “arı” değildi. Mesajı “be effective/etkili olma“nın baş harfleriyle “bee/arı” gibi görünüyordu. Her neyse ! Adına da RioPaşa2012 dediğim bu montaj filmin fon müziği olarak da “Eflatun & Burcu Güneş’in “Çıkmaz Sokakları” ile Murat Dalkılıç’ın “Bir güzellik yapsana” yı kullanmıştım. Filmin içinde duyarlı bir gözün rahatlıkla görüp paradigmasını oluşturabileceği gibi yüzme bilmeyen C12 in C3 e olan güven duygusuyla derin havuza atlayışı bu filmin ana fikridir. Anlayana sivrisinek saz anlamayana Ocak 2011 de Bursa’da C3 ün söylediği Y.Özdil’in sözlerindeki alet az…

Şimdi gelelim “Yaşam Büfesinde Kapı Çalınır” kısa öyküsünün devamına. Bu öykü sevgili Can Dündar‘a aittir.

“…Kapı çalar… Sabahın erken saatlerinde. Açarsınız. Sütçünüzdür gelen. Sütçünün litreliğinden kabınıza dökülen beyazlıkta sabahın güzelliğine kavuşursunuz. Gözünüzde pırıl pırıl bir gün canlanır. İçinizden “bugün kahvaltıyı çimlerde yapalım” diye geçirirsiniz (Sonra sıra özür dilemeye gelir : Apology 1).

Kapı çalar…Gelen postacıdır. Kucağında büyükçe bir paket. Uzattığı kağıda imza atarsınız. Daha önceden ısmarladığınız kitaplara kavuşmanın sevincini yaşarsınız. Zaten tatilde olduğunuzdan bu kitaplara çok ihtiyacınız vardır. “Artık canım sıkılmayacak” deyip keyiflenirseniz. En çok merak ettiğinizi alıp şezlonga uzanırsınız (Sıra özür dilemeye gelir : Apology 2).

Kapı çalar…Kapıya koşarsınız. Yıllardır görmediğiniz bir dost gelmiştir. Sevinirsiniz. Sohbetleriniz saatler boyu hatta bütün gün sürer. “Yaşamak ne güzel” dersiniz içinizden. Hele böyle dostlar varken (Sıra yine özür dilemeye gelir : Apology 3).

Kapı çalar… Kapıdaki dürbün deliğinden bakarsınız kimseyi göremezsiniz. Dönüp yeniden koltuğa gömülürsünüz. Kapı bir daha çalar. Bakarsınız yine kimse yok. Tam o sırada kapı bir daha çalınca kapıyı açarsınız. Komşunuzun oğlu elindeki sopayla zile uzanmaya çalışmakta. Meğer tuzları bitmiş. İçeriden tuz getirirken kendi kendinize söylenirsiniz “Elbette göremem. Keratının boyu bir metre”. Bu küçük olay neşelendiriverir ortalığı (Bu kez özür dilemeye gerek kalmamış gibi görünse de yarın nelere gebedir bilinmez ).

Kapı çalar… Düşüp bayılacak kadar şaşırırsınız. Askerdeki oğlunuz haber vermeden izne çıkmıştır. “Oğlum benim” diye hasretle kucaklarken  gözyaşlarınız zor zaptedersiniz. Mutluluğunuz oğlunuzun izni kadar uzar. Kapının her çalışında sanki mutluluğa koşmaktasınız. Huzur tüter gözlerinizden. Her sessizlikte kulağınız zil sesi arar.

Ve kapı çalmaz… O gün en büyük konuğunuz gelir. Adeta kapıyı kırmıştır. Alıp gider sizi şaşırırsınız. “Niye haber vermedi ?” diye içinizden geçirirken “Doğduğundan beri zile basmaktayım” der. Birşeyler söylemek istersiniz o an. Ama o andan sonra diliniz dönmez. Ölüm sessiz sedasız gelivermiştir…”

İşte böyle. Yaşarken, mutluluğu sağlıkla özümserken nice kapı çalınışlarınız son ana kadar hep aydınlıkların müjdecisi olsun; arkalarında nice özürlerle öğrenme, gelişme, olgunlaşma ve dönüşme yolculuklarına katkılarınız artarak sürsün.

Unutmayın ki; “quae nocent docent / yaralayan şeyler öğreticidir“.

Kalın sağlıcakla.

Öykücü