“…Birgün bir hayvanat bahçesinden bir ayı kaçmıştır ve bir Japon ile bir Amerikalı parkta dolaşmaktadır. Ayıyı gören Japon hemen çantasından spor ayakkabısını çıkarır ve giymeye başlar. Amerikalı dayanamaz ve sorar: “Bu ayakkabılarla ayıdan daha hızlı mı koşacağını sanıyorsun ?” Japon cevap verir: “Tabii ki hayır. Ama senden hızlı koşacağım kesin”…”
Merhaba
Dün 14 Mart Tıp Bayramı idi. Ailemde iki doktor olmasına rağmen ne biz kutlayabildik böyle anlamlı bir günü, ne de ülkem. İki gün önce Ankara’da patlayan üçüncü bomba ile yiten canlardan kabaran yüreklerimiz ne tıp ne de tarım hiçbir bayramı kutlayacak mecal bırakmadı dilimizde. Bu sabah ayaza dönen havada Bostanlı sahilinde yaptığım yürüyüşte de yüzler üzgün, sinirler gergindi; kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Mehmet beye bile günaydın demede zorlandım. Bu kez aklımda bir yazı çerçevesi bile oluşmadı. İki gecedir esiri olduğum bir seri rüyanın etkisi de üstüne üstlük hüznümü pekiştirdi. Sadece avunmak için Aralık 2015 deki PLN SSTC ve Ocak 2016 daki PLN TTTC video kayıtlarınla oyalanmayı yeğledim. Dün evde temizlik vardı ve ben de Albatrosgillerin havuzlu kafeteryasında zaman geçirdim; vakit öldürdüm (!?*< Bu sözü hiç sevmiyorum). Zaman zaman havuzun mavi sularına, gökyüzünü kaplayan gri bulutlara baktığımda hangi hayallerin, hülyasını daldım acep ?
Öğrenme yolculuklarına çıkarken “Hayal” den “Hedef”e doğru gitmeye çalışırım. Hiç aklıma gelmemişti; “Hayal” kurabilmek için de “Bilgi”ye ihtiyaç olduğu. Düşününce doğruluğuna inandım. Hayal kurmak için de bilgi gerekiyor. Bilgiyle kurulan hayalin “TOMBUL” laştırılması da mantıklı. Bilgiye dayalı değilse, sevgili A.Şerif İzgören ne kadar anlatırsa anlatsın hayalini hedefin kılmaya çabalarken ne tatmin edici mi, ne mantıklı mı, ne belirgin mi, ne ulaşılabilir mi ve hatta ne limitli mi ? bilemezsin, kendine soramazsın, sorgulayamazsın. Peki ya rüyalarım ?
Ne bilgi istiyorlar ne de beceri. Sadece çoğu zaman birgün öncesinin yoğunlaşan olayların, olguların, duygu ve düşüncelerin etkisinde özgürce oluşuyorlar. Pazar gününün dehşeti, genç canların gülen yüzlerinin etkisi, durumu doğal ve kaçınılmaz kılmaya çalışan hoyrat otoritelerin duygusuzluğu ve beceriksizliği rüyalarımın sınırsızlığını bile zorluyor. Çaresizliği rüyamda hissettiğim anlar artıyor ve “uyansan iyi olur” diyerek uyanıp yatakta düşünmeye başlıyorum. Düşündükçe rüyama geri dönmek istiyorum. Uyanıklığın çaresizliği rüyalarımın karabasanlığından daha ürkütücü. Seksenli yılların hemen öncesinde öğrenci olaylarıyla patlak veren terör üniversiteye giden çocuklarımız nedeniyle bizi korkuturken bile bu denli baskın olmamıştı. Bugünlerin yakıcı ve yıkıcı etkileri çok daha fazla iken ekonomik çıkarların böylesi öne çıkması akılcı ve ortak tepkiler oluşmasını ne yazık ki önlüyor. Televizyonlar bildiklerini okuyor; diziler bizi gerçekten de aptal yerine koyarak sürüyor ruhumuz kaçmaya çalışsa da biz de izlemeye devam ediyoruz. Herkesin kendince bir bahanesi var. Ne yapmalı ?
Rüyaların sihrini yitirmemeli. Özgürler. Öğreticiler. Sabah uyandığımda rüyalarımın etkisiyle traş olurken aynada yüzümü sevmesem de düşündürücüler. Törpüleyiciler. Kenar ve köşelerin kırıcı, kesici etkilerini yok ediciler. Nötralize ediciler. Akümülasyona izin vermiyorlar. Azıcık (belki de çok) gerçeklerden kaçışı sağlasalar da kaos ortamında sığınacak limanlar. Sabah yürüyüşe çıkmadan eski alışkanlığa dönüp sütlü kahve ile iki kanaldan birinde düne ait özetleri yeniden izlerken bu kez “tabula rasa” ile bakmamı sağlıyorlar. Yürüyüş boyunca yeniden düşünmemi sağlıyorlar; eskilerin “tefekkür” dediklerine benzer iç sesimi duymama yardımcı oluyorlar. Güne başlama çerçevemi şekillendiriyorlar. Rüyalarım olmasaydı “10 Eylülde abicim” tekerlemesiyle yazın son sıcak günlerinde Ank-Ber yollarında toz yutarken bir seneyi aşkın gecikmeye sessizliği koruyarak, isyanımı bastırarak dayanma gücüm olmazdı. Şimdi sanki “yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik” deme beklentisiyle “dananın kuyruğunun kopması” korkusu arasında seçim yapıyorsam rüyalarımın görsel odaklı oluşumu dizginlemesinin etkisi var. Özetle rüyalarım direncimi artırıyor; beni avutuyor ve yaşam gölünün karşı kıyısına attığım kulaçlardan haz duymamı sağlıyor. Asıl önemlisi rüyalarım farkına varmadığımız günlük, rutin eylemlerde neleri etkiliyor biliyor musunuz ?
Hani ona “carpe diem” dediğimiz “günü yakalamak” ya da “anı yaşamak” var ya işte o farkındalığı sağlıyor. Hani “upclose & personal” da “yaşadığınız her gün hak ettiğinizin bir fazlasıdır” diyor ya işte o çerçevede attığım adımın, yediğim lokmanın, içtiğim suyun, gördüğüm rengin hazzını veriyor bana. Bu da şükürlerimi, şükranlarımı artırıyor. Ocak ayından bu yana yediklerimizin nicel (porsiyonlar) ve niteliğini (protein, sebze) dengeleme gayretlerimizde rüyalarımın çok fazla katkısı oldu. Sabah domatesine giren zeytinyağ uygulamadan kalksa da el makinasında ufalanan çörekotunun kokusu ve tadı rüyalarıma girdi; ağzımın tadı daha geceden oluştu. Hele bir de peyniri rafa kaldırıp da yerine tulum loru koyduğumuzda ufalanmış siyah çörekotu daneciklerinin tadı kadar görüntüsü de bir başka keyf verdi. Böylece üç ayda 66.7 den 61.1 e inen yüküm “istiab haddi”nin altına düşünce hem yürüyüşlerim kolaylaştı hem de rüyalarım netleşti ve renklendi. Ara öğünlerde kayısı, hurma ya da meyve veya bir avuç leblebi kendiliğinden günlük keyiflere dönüştü. Küçük şeylerden mutlu olunca günlük yaşamla rüyalarım bütünleşik gelişti. İhmal ettiğim tek konu gecenin bir vaktinde bilinçli uyanışımda ya da sabah gözlerimi açtığımda bile süren rüyamın etkisinde gördüklerimi, hissettiklerimi ve aldığım dersleri yazmamış olmak oldu. İşte bu bana yakışmadı. Yazmalıydım ve hatta yatarken baş ucuma bir kağıt ve kalem koymalıydım. Rüyalarım bu denli haz verince bazen camlı balkonun serinliğinde doğal soğutmaya aldığım, bazen de buzdolabının uygun bölümünde içmeye hazır kıldığım Fransız şarabımı (Eray getirmişti) içmek nasip olmadı. Çünkü rüyalarımın verdiği doyum bunu sürekli erteledi. Rüyalarım başka neleri etkilemiş olabilir ?
Saymakla bitmez. Hani hep söylerim ya : “Emeklilikte en zor şey (ya da daha uygun ifadeyle “maharet“) para harcamadan vakit geçirebilmekmiş“. İşte rüyalar bunun için bulunmaz bir nimet. Belki de istediğin rüyayı, beleşinden görmeyi sağlamak da senin elindedir. Belki yatmadan önce odaklanacağın bir mutluluk konusu, belki okuyacağın seçilmiş bir kitap veya eşinle kısa bir sohbet akıl yapını umduğun rüyaya hazır kılabilir. Bence mutlaka kılar. Yapmak için ne gerek ? İstek > İnanç > Tutku. Çok mu zor ?
Rüyalarım bana gecenin karanlığında yürüyüş gibi gelir. Tıpkı F451 de Montag’la birlikte yürüyen Clarisse’in dediğine benziyor ve rüyalar sanki bütün gece uyanık kalıp sabahın oluşunu açık gözlerle beklemek gibi geliyor. İtiraf etmek gerek ki uykudan sonra yeniden yaşama doğmak gibi bir şey doyurucu bir rüyadan sonra pencereden giren gün ışığını karşılamak. Bakıyorsun ki dilin “günaydın” diyor; elin ayağın tutuyor ve yataktan sağlıkla inip yere sağlam basıyorsun. Rotan kaçmamış; şakülün kaymamış; ağzın burnun yerinde, nefes alıyorsun ve hatta aynada yüzünü sevmesen de bir türkü tutturabiliyorsun: “Zeytin yaprağın yeşil…” ve düşünüyorsun “Hangi yörenin türküsüydü ?” Mantığın Ege’den bir yer seçse de aklın rüyanın tazeleme etkisiyle belleğinden çekip çıkarıyor “Hayır, Kilis’in” diyor. Kendi gelgitlerine gülüyorsun. Böylece rüyanın arındırmasıyla güne hoş şeylerle başlamak için kendiliğinden bir alt yapı oluşturuyorsun. Ya sonrası ?
İnşallah rüyalarım kadar mutluluk yaşayabileceğimiz, kaostan arınmış, can güvenliğinin sağlandığı ülkemin koşullarında ve hep aydınlık yollarda sağlık ve esenlik içinde yaşayabileceğimiz günler de çok yakındır. Dualarım bunun için.
Öykücü