Yaşam Büfesinde “Prosumer”

“…Adam o kadar açmış ki;  fırıncının vitrinindeki ekmeklere bakıp fırıncıya sormuş:” Bu ekmeklerin hespi senin mi ?“. Fırıncının yanıtı olumlu olunca sözlerini şöyle sürdürmüş: “Yesene öyleyse...!”; Aylardan Ekimdir ve bir Kızılderili kabile reisi kışın sert geçeceğini düşünmektedir. Kabilesine yakacak odun toplamasını söyler. Tahminini doğrulamak için de Ulusal Meteoroloji Hizmetlerini arar. Görevli memura sert bir kış beklenip beklenmediğini sorar. Görevli “Elimizdeki göstergeler bu olasılığı işaret ediyor” der. Reis kabilesine daha fazla odun toplamasını söyler. Bir hafta sonra meteorolojiyi tekrar arar ve bu kez ağır bir kışın yaklaşmakta olduğunu söylerler. Reis Kızılderililerin bulabildikleri en küçük odun parçasını bile toplamasını ister. İki hafta sonra tekrar meteorolojiyi arayıp “Bu kışın sert geçeceğine emin misiniz ?” diye sorduğunda “Kesinlikle” diye yanıt veren görevli “Kızılderililer deli gibi odun topluyorlar” diye sözlerini sürdürür…”

Not: Bu yazıya dün, 12 Eylül sabahı başladım. Tamamlayamadım. Bir gün sonra, bugün (13 Eylül-Pazar) devam ediyorum. Dünle aynı duygularda, aynı yoğunlaşmada değilim. Bu nedenle ya kopuk olacak ya da rota başka bir yöne kayacak. Bakalım toıparlayabilecek miyim ? Hoşgörüle.

 

Merhaba

İki gün önce 10 Eylüldü ve ne yazık ki SMART’a göre netleştirdiğimiz hedefimize ulaşamadık. Kanatlarımızdaki kilitler açılmadı. Kendimi eylemden yoksun bırakılmış gibi hissediyorum ve hep yinelediğim söz düşüyor aklıma:

“Çılgınlıklarından yoksun bırakılmış insanlar, kanatları koparılmış arılara benzerler. Uçamadıkları için bal yapamazlar”.

Bizim bal yapacağımız falan yoktu ya da yaptığımız bal değildi. Ancak süreci hızlandırmak, eşgüdümü etkinleştirmek ve çıkılmış yoldaki engelleri aşarken yeni çözüm olanaklarını zorlamaktı gayretlerimin amacı. Öyle de yaptık. Beş Akropol seferinden istediğimiz sonucu tam alamasak da moralimiz yükselmiş ve başarı formülümdeki “2P” yi yaşama aktarmıştık. Ara sıra ve iki kez yönümüz Alacahöyük tarafına kaysa da; hız ve hevesimiz; inat ve sabrımız birlikte etkinleşip tutkumuz işe yarıyor, ya da yarayacak gibi görünüyordu. Yine de şu sorular vardı aklımızda: Aştığımız yollar bir arpa boyundan fazla mıydı ? Havanda dövdüğümüz sular birşeyler öğretti mi ? Otoyolda aracı kenara çekip 28 dakika süren telekonun ertesi sabahında dual eylem planı yaptığımızda proje yürütücümüz beklemede kalmamızı öğütledi. Eylülün hüznü ile beklerken dünün “11 Eylül” oluşuna ve bugünün “12 Eylülüne” yürek burukluğu ile bakarak ada yürüyüşümü daha bir sessizleştirdim. Üstelik kulaklarımı tıkamıştım; daha çok iç dünyamla yalnız kalabilmek için. Yürüyüş sonrası elimde 2010 yılında armağan edilmiş bir kitapla ufka dalıp gittim. Yarım ömür öncesindeki yerli onbir Eylülde Enstitüde araştırıcıydım. Doktoram bitmiş çocuklarım büyümüştü. Lise sonrası yüksek okul sürecinde ve 12 Eylül öncesinin kaosunda korkularımız yüksekti. Çocuklarımız ve okullardaki bilinmezliklerle korkularımız hiç eksilmedi ki ! Çocuklarımdan söz açılmışken biraz önce İran’ın en sıcak kentinden mesaj gönderen öğrenme/ustalık yolculuklarımda neredeyse otuz yıldır beraber olduğum kadim dostum Öner’den aldığım mesajı ve bu mesaja neden olan iletimi paylaşmak istiyorum:

“…Merhaba

Bugün kargodan sipariş ettiğim dört kitabı aldım; daha doğrusu aynı kitabın dört adedini. Birini yeni tanıdığım ve çok değer bulduğum Fatih beye; diğerini 1987 den beri öğrenme ve ustalık yolculuklarında hep kadim dostum olan Öner’e; üçüncüsünü Germiyan Yalı Camii İmamı Ahmet Hocaya (ki ne zaman bir kitap armağan etsem içinden seçtiği mesajları Cuma hutbesinde dillendiriyor) ; sonuncusunu ise komşum (kanser hastası olup da gün boyu elinden kitabı düşürmeyen) Ahmet beye armağan edeceğim. Dördününüzün de kitaptaki mesajlarla özdeşleceğinize ve fayda türeteceğinize  inanıyorum. Çeşme komşularım iki  Ahmet’in mail adresleri olmadığı için bu iletimi siz ikinizle paylaşıyorum. Birgün ikinizin yolları bir yerde kesişir mi ? bilmiyorum. Fatih beyle yakında görüşeceğimizi umuyorum ve kitapla içine ekleyeceğim “Lider Yönetici Ustalık Yolculuğu (Kasım-2014)” görüntülerimi kendisine ulaştırmayı planlıyorum. Sağlık ve esenlik dileklerimle.12.09.2015…”

…ve hemen ertesi gün, bugün sevgili Öner’in İran’dan gönderdiği mesaj:

“…Mustafa Bey Merhaba,

 Öncelikle sürekli aklınızda bulunan bir kişi olmaktan dolayı çok memnun olduğumu ifade etmek isterim. Geçen gün Gürcistan’a giderken Ümit Copçu kardeşimle İzmir CIP salonunda karşılaşma ve konuşma fırsatım oldu, yine hep sizlerden bahsettik ve sağlık sıhhatiniz için dua ettik. Rabbim bizim evlatlarımızı da sizlerin ki gibi vefalı eylesin ve bu güzellikleri görmeyi de bizlere nasip eylesin inşallah. İran’ın Dezful şehrinde aşırı sıcak altında, çok yorucu bir günün ardından böyle güzel bir maili almak beni çok mutlu etti ve ben de hemen cevap yazarak, duygularımı ifade etmek istedim. Bu kitaptan alacağım çok şey olduğuna inanıyorum. İnşallah bu vesileler ile kendimizi geliştirir ve insanlığa daha fazla faydalı oluruz diye düşünüyorum. İran’ın en sıcak şehrinden, Egenin en serin şehrinde bulunan en sıcak kalpli insanına ve onun sevdiklerine selam olsun. Saygılarımla, Dr.Öner …. / Genel Müdür. 13.09.2015…”

… ve “Babalar ve Oğullar” ya da “Özlemler ve Gerçekler” hatta “Görünenler ve Ötesi” gibi çift yönlü baktığımda Mayıs 1998 de bir gazete ilanı, genç bir kardeşimizin Antalya yolculuğu sırasında geçirdiği trafik kazası sonrası ebeveynlerinin verdiği vefat ilanı takılıveriyor zihnime ve arşivimden bulup çıkarıyorum Halil Cibran’ın o ünlü çok bilinen şiirini köşeme bir daha alıyorum. Çocuklarımın ve tüm çocukların sağlık ve esenlikleri için özellikle kaos eşiğinde yaşayan ülkemde durmadan dua ediyorum.

Global korkuların ve ulaşılmaz sanılan sınırların aşıldığı, terörün heryere ve her zaman erişebildiğinin kanıtı olup da bugün hâla intikam acılarının yaşatıldığı onbir Eylülde CINOS’un orta döneminde pazar geliştirme müdürüydüm. Niğde-Nevşehir patateslerinde yeni bir ilacın lansmanında kırmızı tulumla tarlalarda terledikten sonra Hasköy’de kahveden içeri girdiğimde televizyonda şaşkınlıkla ikiz kulelere saldırıyı izleyen çiftçileri gördüm. Gördüklerinden bir anlam çıkaramıyorlardı. Bu yörede bu ilaç için yapmakta olduğum bu eylemlerin ana sorumluları ise (MTM) Rusya’da müşteri ağırlarken ben ekip kurup sigara dumanlı kahvelerde gece yarılarına kadar nane yağcılık yapıyordum; yapmalarına rol model oluyordum. Hiç de mecbur değilken ve de üstelik by-pass’ın taze etkileri sürerken…Hangi akılsızlığımın cezalı ayaklarıydı benimkiler ya da beklenti ötesi uzayan yeni kariyer yolculuklarımın yapı taşlarıydı…!

Eylülün gelgitlerinde bugünden itibaren, iki gün sonra şükrettiğimiz bir yaş günü; bir hafta sonra Copculaşmada 50 nci yıl kutlaması ve beş gün sonra da bir operasyon var keyfimi kaçırıp korkularımı katmerleştiren. Bu nedenle bir ara yazıma “Keyf ve Keder” başlığı atmayı düşündüm. Operasyona takılınca zihnim keşkelerim şekilleniyor ve Allah akıl vermiş ama kullanma kılavuzunu (fikir) beraberinde vermemiş ve bu nedenle görünen köye de rehber gerekiyor diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Ne var ki öncüyü de takan yok; burnunun dikine gidenler günlerin hayhuyu içinde… Kutusunun üstüne “öldürür” yazmışlar ama adam isterken “kaldırmazını değil bana öldürenini ver” diyecek kadar bağımlı olunca hiçbir sözün kıymet-i harbiyesi olmuyor; ne içilene ne yenene… Yaşam gölünün karşı kıyısına varmak üzere olan kulaçlarımızla yorgun bedenlerin aklı da kendine ziyan olmaktan öteye değil. Elimizde olan sadece dua ve örnek olmak ise de “yanma oranı” ya da “model hatası” denen bir kavramı okuyorum 2010 yılında armağan edilen kitabın sayfalarında.

Beş yıl önce henüz Pakgilleşmemiş olan Copcularımız “Babalar Günümü” kutlarken Donald R. Keough‘un “The Ten Commandments For Business Failure / İş Yaşamında Başarısızlık İçin 10 Emir” kitabını armağan olarak sunmuşlardı. Şöyle düşülmüş iki not da var kitabın sayfalarında:

“…Sevgili Dedemiz, Değerli Babamız, Babalar Gününü sevgi ve hasretle kutluyoruz. Okullar kapanır kapanmaz yanına gelmek istiyoruz. Sağlık içerisinde nice günleri kutlama dileğiyle ellerinden öpüyoruz. Barış/Aslıhan/Pınar/Ümit/ Bursa, 07.06.2010” ve beş yıl sonra Çeşme-Seyir Tepelerindeler ve sürekli beraberiz Barış’ın İzmir Amerikan Koleji oluşuyla…

“…Sevgili Babacığım, herkes başarılı olmanın yollarını yazarken, bizim bir diğer efsanevi başkan (bizde çoktur, ayrı nesildirler) başarısızlığın yollarını yazmış. Beğeneceğini umuyorum. Sevgilerimle. Ümit; Bursa, 07.06.2010…”

Gerçekten de çok beğendim. Ben de ilk okuduğum andaki yaşadıklarımla bir not eklemişim:

“…18.06.2010.09.00 / Çeşme-deniz kenarı;İrem’li günler gerçek tatil gibi dinlenceli; onun programına uyarken yaşam sanki daha hafif. Aklımda ne mail, ne ABG, ne de blog var. Uyku düzenimiz daha mı iyi ? Yürüyüşlerimiz ayrıldı. Bana çıplak ayakla ıslak kumlar düştü (2×350 adım x 6 x 2 ~6 km) Aklım daha dingin; İrem okullu olunca eski korkusuzluğu kalmamış. Korkmasın diye tek çayır çekirgemizi de öldürünce (MC) ekstra dualar şart oldu. Nezuş sabırla deniz korkusunu aşmasını sağladı. Güzel günler. Binlerce şükür; daha ne ister insan…

Yazımda aç adam ve fırıncı ile Kızılderili reisi bir araya getiren omurga nedir ? Ortak noktanın yazımın başlığı olan “prosumer” ile bir ilintisi olabilir mi ?

Birkaç kez yineleyerek değindiğim gibi bilinçaltı bir karar veriyor, eyleme geçiyor ve bilinç daha sonra buna bir kılıf hazırlamaya çalışıyor. Ustalık yolculuklarımın başlangıcında katılımcılara çoklukla bir test yaparım. Çalışanların kendi bakış açılarıyla şirketlerini üç temel kriterde değerlendirmelerini isterim.Bu değerlendirmelerin sağlıklı ve bir anlam taşıması için pek çok veriye, bilgiye sahip olmadıklarını bilirim. Amacım ortaya çıkan sonuçlardan şirket için bir yargıya varmak değildir. Amacım çalışanların kendi paradigmalarını, bakış açılarını, değer yargılaarını tek sözcükle “algılarını” bilebilmektir. Farklılıkları görebilmektir. Çalışan ister bir aylık olsun ister yirmi yıllık önemli değil. Önemli olan çalıştığı kurumda resmi nasıl görmektedir. Çalışan ister hanım ister bey olsun; ister pazarlamacı ister depocu olsun fark etmez. Önemli olan onun bulunduğu konumda çalıştığı şirket için neler düşündüğünü kendi ölçütlerinde ortaya koymasıdır. Üç kriterim kârlılık, rekabet gücü ve itibardır.

Sorum şöyledir: “Bugüne bakınız ve bu üç değeri bugün, şu an için 10 üzerinden değerlendiriniz. Daha sonra işe ilk başladığınız güne dönünüz ve aynı değerlendirmeyi o gün için de yapınız. Ardından yakın yarınlara (seneye ya da iki sene sonraya/ short-term) bakınız ve bu değerlerin ne olacağını, ne olabileceğini düşününüz. Aynı değerlendirmeyi 5 (veya 10) yıl sonrası için (long-term) de yapınız. Görelim bakalım, sizin bakış açınıza göre şirketiniz nerededir, nereden gelmiştir ve nereye doğru gitmektedir ?”. Çalışanlara 5-10 dakika süre veririm. Görüşlerini yazarlar. Soru sormamalarını özellikle isterim. Ne düşünüyorlarsa, nasıl düşünüyorlarsa, sadece kendi düşüncelerini rakamla ortaya koymalarını isterim. Toplantının başında yaptığım bu testte SMART’ın ilk dört harfinin karşılıkları oluşacaktır. Özelleştirilmiş üç kriter vardır (S). Rakamlar ortaya konacaktır (M): Hırsları (A) ve gerçeklik (R) algıları kendini gösterecektir. Yazdıkları değerler bilinçaltının bir yansımasıdır. Genel olarak değerler yükselen bir trend gösterir. Toplantı tek günlükse bitmesinden hemen önce; birkaç günlükse finalinden hemen önce bu konuya ait sonraki sorumu sorarım: ” “Siz, sadece kendinizi ve bulunduğunuz görevi düşünün ve ne yapacaksınız, nasıl yapacaksınız da bu üç değerin yükselmesine katkı sağlayacaksınız (T) ?“. İşte şimdi bilinç, bilinçaltının yargılarına bir kılıf uydurmaya çalışacaktır. Pekçoğu “Tüh Allah kahretsin. Neden böyle yazdım” pişmanlığına girse de yazarlar…

Adam o kadar açtır ki bilinç ve bilinçaltı birlikte sorar fırıncıya “Neden yemiyorsun ?”. Fırıncı hem üretendir hem de tüketen. Bu soru da beni alır ABD’da yirminci yüzyılın başlarında seri otomobil üretimi başarısını gösteren Henry Ford’un düşünce tarzına götürür : Fordizim. Bu konu bazen bir espri ile dillendirilir “İstediğiniz renk otoyu satın alabilirsiniz; yeter ki istediğiniz renk siyah olsun”. Hoş bir yaklaşım. Ford T’ nin seri üretimine geçerken sektörde ve kendi fabrikasında günlük 5 $ olan işçi ücretlerini 10 $ a çıkardığını duyurur. Öte yandan seri üretimle üretim maliyetlerini minimize eder. Böylece çalışanlarının gelirlerini iki katına çıkarırken aynı anda otomobilin fiyatını ucuzlatarak tüm çalışanlarının otomobil satın almasını sağlamaya çalışır. İşte bunun adıdır: Prosumer ve “Producer/Üretici” ile “Consumer/Tüketici” sözcüklerinin buluşturulmasıdır. “Tüketen Üretici” kavramı bugün ne yazık ki genç kuşaklar sahip oldukları ve adeta bedelsiz elde ettikleri “geniş konfor alanı” ile “üretmeden tüketen” bir nesle dönmüştür. Arada bir ABİDE‘nin “Cafe Germ”inde seksenli yıllarımın belirli duygularını harekete geçirmeye çalışsam da on yaş daha genç olmalıydım “keşke”sine takılıp katılıyorum.

Kızılderili öyküsünde ise “kırk kere söylersen olur” benzeri bir döngü ile kendi yarattığın sebep-sonuç ilişkisinin kısır döngüsüne esir olmak var. Aç adam neden o kadar açtı ? Almanya neden Suriyelilere kapılarını açtı ? Samleşen Şükrümüz Amcaoğlu ile tam zıt görüşlerde olsa da sadece 68 li olmanın ortak paydasında mı yüreğini açtı ? Utku yazılarımdan seçtikleriyle mi “kerteriz defteri” açtı ?

Geçen hafta Sam/Şükrü’nün yaşam büfesinde dile getirilenlere baktığımda (04.09.2015)

“..Ben guya okyanus otesinde, dunyanin en “hur”(?) devletlerinde (USA, Canada)  kirk kusur senedir yasiyorum. “Hurriyet” denen sey , cebinde para olmadikca, hayal aleminden veya “image”‘dan baska bir sey degildir.  Gayet iyi hatirlarim hala, 1977’de  $1.00 ‘in karsiligi  15.00 TL idi. Ayni dolarin karsiligi bugun yeni TL’ye 6 sifir (0) ilave edersen 3 milyon TL ( eski lira ) eder. Dusun simdi, ne degeri kaldi parayi tasarruf etmenin. Derin Dunya’nin devaluation oyunlari zavalli, masum ( para mefhumunu anlamayan kitleler ) insanlari evlerinin cevresinde zincirle baglanmis kopekler durumuna sokmaktadir. Paranin satin alma gucunun dusurulmesi herkesi tuketici sinifina sokmaktadir. Yani ” bugun kazandigini bugun ye, yarin Allah kerim ! “. Para mefhumunu anlayabilen ” mavi okyanusta kirmizi bir nokta ” nisbetindeki kitle de  arsa veya emlak satin alarak veya borsada hisse senedi satin alarak veya “altin” satin alarak tasarruflarinin satin alma gucunu eritmemeye calismaktadirlar. Kuzey Amerika istatistiklerine gore, tasarruflariyla ticaret hayatina YENI atilanlarin %80’i de ilk uc sene icinde buyuk devlerin carklarinda kaybolmaktadirlar. Ben de $5,000.00 dolarla Montreal’de basladigim(1979) bakkaliye ticaretinde, bir gurur askina, 16 kusur sene “Karin tokluguna” mucadele sonunda ( gunde 16 saaatlik ayak isi, masa isi degil ),  ” pes etmek ” zorunda kaldim ve cebimde $800.00 ile Florida’ya otostopla hicret ettim ve saat ucreti alarak “modern kolelige” basladim, 1997’de, 52 yasinda,  “land of opportunities” denen USA topraklarinda. …..Ve bir gurur ugruna, ilerlemis yasima ragmen hala yikilmadim ve  “yasam golu”nde kulac atmaya, devam ediyorum ( bu deyimi de degerli Copcu’nun kaleminden caldim, Allah razi olsun, mucadelesinden ! )

            Kuzey Amerika hayati ancak icinde yasanilarak ogrenilir. Ne yazik ki benim gibi sifirin altindan baslayan cok kimse , cok sey ogrendikten sonra ihtiyarlik (yani posa) safhasina girince, yeni nesiller de bizi  “beyni sulanmis moruk” olarak gorup istikbal hesabi yapmadan  gunlerini “felekten bir gun daha calmak” felsefesi icinde surdurmektedirler. Bugun islam dunyasinin bugunku siyasi ve ekonomik bunalima dusmelerinin ana sebebi de burada basliyor zaten. Bir son ornek, yani AB hudutlarina kosan ve Macaristan’da sefalet ceken 200 bin kisilik iltica  gurubunun durumunu ben ” gavur’un bahcesinde yetisen hazir meyvelere agzi – dili sulanan sabirsiz, tembel, hazirci kitlelere ” benzetiyorum.

           Ben 1972 ‘de yola ciktigim zaman benim cebimde “Canada’ya kabul belgem= Landed Immigrant”  vardi. Yol parami Fransa’da bag bozumu islerinde calisarak, tamamlayip, okyanus otesine ucabildim……………Yoksa ana-baba parasiyla veya devlet bursuyla degil…”

Özledim 68lilerimi. Yakınımdaki Alev’e gitmeliyim. Sakız’dan bu yana özlemim arttı. Zaman varken görüşmeliyim ki …Yazıma Antalya 2013 den kimi görüntüleri eklemeye çalışacağım.

Eylülün hüzünlerinde “keyif/keder” gelgitlerinde yetmiş sınırını aşan yüreklerle sağlık ve esenlikle hep aydınlık yollarda görüşebilmek umuduyla…

Öykücü